KÖYLERDE bayram elbette bambaşkadır. Selamı daha sıcak, merhabası daha tebessüm yüklü… El sıkışması, tokalaşması daha bir sahici. Gerçek bayramları insanın yüreğinde en saf haliyle hissettiği zamanlar biraz da çocukluk dönemleri değil mi?

KÖYLERDE bayram elbette bambaşkadır.

Selamı daha sıcak, merhabası daha tebessüm yüklü… El sıkışması, tokalaşması daha bir sahici.

Gerçek bayramları insanın yüreğinde en saf haliyle hissettiği zamanlar biraz da çocukluk dönemleri değil mi?

Elde torba ile hiçbir ayrım yapmadan köyün bütün evlerini üç beş arkadaş topluluğu ile tek tek dolaşarak büyüklerin ellerinin saygıyla öpüldüğü zamanlar. Henüz baba ile evlatlar bile el öpmeden kucaklaşma dönemlerine geçmemişti.

O eller ki, rızık için tarla demeden, bostan demeden çalışmış, nasırlaşmıştı.

O eller ki, nice yetim başı okşamış, garip sırtı sıvazlamıştı.

O eller ki, toprak kokardı. Bahar kokardı. Dahası emek kokardı.

Bu eller elbette öpülmeliydi ama sadece öpülmesi de yeterli olmazdı. Kutsal bir emanet dikkati ile başa koyulurdu.

Elini büyüklerin öptürmesi bizler için lütuftu. Yüksünmek bir tarafa sevinç vesilesiydi.

Dedelerimiz bize elini öptürmediyse veya gönülsüzce öptürdüyse bayramımız bayram olmazdı. Azap saatlerine dönerdi.

Bu bir ikaz manası taşırdı.

Demek ki, bir kusurumuz olmuştu. Haddi aştığımız, insanlığa, ailemize uygun düşmeyen bir hatamız görülmüştü. Bunun ne olduğu ise söylenmediğinden bizler kendimizi ciddi şekilde gözden geçirmiş olurduk.

Bayramlar bir nevi kendimizi muhasebe ettiğimiz demlere dönerdi.

Ve işte o zaman bayramımız bayram olurdu.

Büyüklerimizi sevindirmek, onların duasını ve onayını almak bayramımızı bayram yapardı. O nedenle bir şey isteseler de hemen yapıversek düşüncesiyle gözlerine bakardık. Biten çayları istetmeden tazelemek için bakışlarımız büyüklerimizin bardak tutan ellerinde olurdu. Biten bardağı gördüğümüz an hamlemizi yapardık.

Köy odaları bize insana hizmet etmeyi öğretirdi.

Büyüklere saygıyı orada görürdük.

Söz kesmemeyi ve dikkatle dinlemeyi de…

Büyüklerin birbiri ile şakalaşmaları, yarenlikleri de bir o kadar bizim için ders niteliğindeydi.

Bizler için bir mektepti.

Bayramlarda köy odalarının başka bir işlevi daha olurdu.

Bayram namazının eda edilmesinden sonra büyükler eve uğramadan kabristana çıkarlardı. Bizde onlarla beraber giderdik.

Bayram günü hayatın öte yakasına geçen büyükleriyle bayramlaşmayı önceleme ahlakını oradan gönderdik.

Ölülerine ölü muamelesi yapmama erdeminin ayak izlerini yine buralarda gördük ve bulduk. Vefat etmişine vefa etmeyenin yaşayana saygı duyamayacağını büyüklerimizin işte bu davranışlarından hissettik, belledik.

Kabristanda mezarlarımızın başında nasıl durulduğunu da görürdük. Dedemin bir davranışı daha dikkatimi çekerdi. Kendi aile mezarlığımızdaki büyüklerle bayramlaşması ve onlara yüce kitabımızdan ayetler ikramından sonra bazı yan mezarlara da uğrardı. Bunları merak ederdim. Sonra öğrendim ki, üzerinde hakkının olduğunu düşündüğü komşu ziyaretiymiş bu. Bir de köyümüzden geçen alimlerin kabirlerine özel ziyaret. Onların da üzerimizde ilim hakları vardı çünkü. O ziyaretlerde niyaz sonrasında 'Bayramın bayram ola' denirdi.

Büyüklerimiz bize işaret verdiğinde özellikle soğuk mevsimlere denk gelmişse bayramlar bizler süratle köy odamıza gelirdik. Annelerimizin, ninelerimizin her günden daha farklı bir özenle hazırladıkları tepsi üzerindeki yemekleri odaya taşırdık. Büyüklerimiz de mezarlıkta kırıp dökmeden, rencide etmeden hali vakti yerinde olmayan komşuların yanına varırlar, bayramlaşırlar, ölmüşlere niyazda bulunurlar ve kollarına girerek sohbet ederek odaya gelirlerdi.

Davet ediliş şeklinin bile bir zarafeti olmalıydı.

Bayramın bayram olması biraz da buradan kaynaklanırdı.

Köy odamıza bayramın ilk sabahındaki buluşma için diğer komşularda ellerinde yemek tepsileri ile maaile gelirlerdi.

Çocuklara ayrı bir sofra kurulurdu ve bu sofra hepsinden mükellef olurdu.

Bayramın bayram olması için önce çocukların sevindirilmesi gerekirdi.

Burada ilginç olan bir şey var ki, kimse kendi hanesinden getirilen tepsinin bulunduğu sofraya oturmazdı. Diğer sofrayı tercih ederdi. Bunun sebebi bayramın ilk günü sabahındaki ilk lokmaların infak anlayışı içinde komşusuna ikram etmekti.

Şükretmenin, bayramı hak etmenin farklı tezahürü.

Bayramın bayram olmasının sırrı önce sen diyebilmek, önce komşum diyebilmek olduğunu henüz çocuk yaşlarda manasını sonradan kavrayacak olsak bile görmüş oluyorduk.

Nasıl bir incelik, nasıl bir engin yüreklilikti bu.

Bayramın bayram olması anlıyorduk ki, önce sen diyebilmekti.

Benlikten uzak durabilmekti…

Köy odaları sadece bir odadan ibaret değildi, bir mektepti!