ZAMAN, GÜNAH ÇUVALLARINDAN KURTULMA ZAMANI

Toto’nun oğlu gibi “Bindik bir alemete gediyoz gıyamete”, diyerek bindiğimiz, bindirildiğimiz veya binmeye mecbur bırakıldığımız gemiden mi yakınsak yoksa gemi rotasını belirleyen kaptandan mı? Hani diyorum Baki’nin bekası içi mezarında yatan ceddimin kemikleri sızlatılmasın da ne olursa olsun.

“Bu can emanet bu bedene/ Sonunda sararlar kefene/ Allah yar yar/ Yol bir akıl bir/ Bak da görebil”, deyip de alsam başımı gitsem bu diyardan. “Sen ne diyorsun arkadaş? Açık konuş! Unut mu dünü, âkil adamsın vallahi! Bugün dünün mahsulü değil mi? Sahi ne ekilmişti tarlaya. Sevgi mi, dostluk mu, kardeşlik mi; adalet mi? Doğruluk, iyilik, güzellik, insanlık desem… Malum, “ne ekersen onu biçersin”, Fırtına ekenin bad-ı sabah beklemesi boşuna. “Size da ne oluyor kardeşim! Mal benim değil mi, istediğimi eker istediğim merada da davarlarımı otlatırım. Hem benim koyunlarım velinimetlerini kavalının sesinden tanır.”, diyebilirsiniz. Belki kendinize göre yaptıklarınızı doğru ve haklı da görebilirsiniz. “Haklı olanın kavalının sesi de gür çıkar”, da diyebilirsin. Bak bize, enstrümanımız dahi yok. Bir sesimiz var o da dut yemiş bülbül gibi ta derinlerde… Kurunun yanında yaşın yanacağını bile bile bağıramıyoruz. Sadece sabır diyor ve sabrediyoruz. Bilirsiniz zurnanın zırt dediği delikte parmak basılı kalınca uzun, tiz ve de kulak tırmalayıcı bir ses çıkar! İşte biz o sesin çıkmaması için susuyor ve sabrediyoruz ve bekliyoruz.

Gönül, nelere katlanmadı ki bu güne kadar; gün oldu acının acıttığı gözyaşlarında teselli aradı. Gün oldu yalana kandı, gün oldu güne aldandı, gün oldu yandı, yanmada derman aradı. Gün oldu zulme, korkunun kol gezenine, cehaletin cehline eyvallah dedi. Düzelir dedi, sabretti. Nakşibendi Hazretler’i; “Âlem buğday ben saman/ Âlem yahşi ben yaman”, demiş ve susmuştu. Gönül de sustu. İncitemek için sustu. Geçer dedi sustu, akıl, başa gelir dedi, sustu. “Kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar.”, dedi sustu. “Bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül gösterebilmektir.”, dedi ve sustu. “Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzû ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” Ayeti kerimesine sığınarak sustu. İhtirasa sustu, kibre sustu, keyfiyete sustu, enaniyete sustu. Yalana, riyaya, takiyeye sustu. Ayrımcılığa, ötekileştirmeye sustu. Basiretsizliğe, basitliğe, kalbin dışa vurmasına orada da kendini ifade eden dilin küfrüne karşı sessizliğe gömülerek, sustu.

Gönlün susmadaki asaletini anlayamayanlar dünya nimetlerinin birer emanet olduğunu unuttular. Gözünü hırs bürüyenler, körler çarşısında ayna satmaya çalıştılar. Nefislerinin kölesi olanlar insanı ve İslam’ın özünü unuttular. Ne demişti Âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz; “Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa bir üçüncüsünü ister.” Bu isteğin zebunu olanlar etraflarındaki yükselen çığlıklara kulak tıkamamalılar. Kalp gözleri kapananlar; susmayı sinme, korkma olarak değerlendirmemelidirler. Dünya ihtirasının bir büyük gaflet olduğunu bilip de bilmezden gelme doğru değildir. Mevlana; “Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.” ,diyor. Biz de diyoruz ki özellikle yöneticiler, hırsları yüzünden balık misali oltaya yakalanmayı okyanusta kulaç atmaya yeğlesinler.

Şimdi yeni bir sayfa açıldı. Suskunların sustukları konuların tekrar gündem oluşturmaması için bismillah demenin tam da zamanı. Yeniden büyük bir şevk ve azimle; “Devletin dini adalettir” düsturundan taviz vermeden sırtlardaki günah çuvallardan kurtulma zamanı.

Hadi Önal/25 Haziran 2018/ELAZIĞ