Para efendi olursa

Bir zamanlar şıngırtısı, şimdilerde ise hışırtısı ile kulakları; yüzünün sıcaklığı ile de gözleri okşayan paranın asıl işlevi, alışverişlerde değiş-tokuş aracı olmasıdır. Tarih boyunca çeşitli evrelerden geçen para; günümüz dünyasında devlet tarafından bastırılan banknot ve madeni paralarla sınırlı değildir. Artık o, çağın ihtiyaçlarına uygun olarak senettir, çektir, tahvildir, mevduattır.

İnsanoğlunun fıtratında var olan sahiplenme hırsı ile birleşmediği sürece hangi kalıba girerse girsin, hangi renk ve hangi deseni kendisine seçerse seçsin, paranın yaşantımıza sağladığı kolaylıkları kimse inkâr edemez. Günümüzde para ve eşdeğerleri; malların ve hizmetlerin değişim aracı olarak insanoğluna büyük imkânlar ve kolaylıklar sunmaktadır. Ancak; para, insandaki sahiplenme hırsı ve açlığı ile birleşince hizmetçi rolünden sıyrılır; hükmü altına aldığı insanın efendisi olur. Parayı efendi görenlerin sayısı çoğaldıkça toplumların değer ölçüleri alt-üst olur. Para, işte bu kulvarda araç rolünü terk eder, amaç olur. Parayı amaç olarak gören insanların oluşturdukları toplumlarda para; şöhrettir, itibardır, asalettir! Pek tabiidir ki, ona ulaşmak için her şeyi mubah görenlerin elinde de haksızlıktır, rüşvettir, irtikâptır, yüzsüzlüktür, baskı aracıdır. O konuşur gerçekler susar. İrfan sahipleri, ahlaklı ve dürüst kişiler onun şerrinden el aman der, köşelerine çekilirler. İyilikler, güzellikler kaybolur; yanlışlar doğruların yerini alır. Toplumlarda büyük yozlaşma yaşanır. Çünkü para efendidir. O, gittikçe devleşen silueti ile purosunun dumanları arkasında iştah ve keyifle insanların her yolu deneyerek kendisine ulaşmak için nasıl cebelleştiklerini seyrederek kıs kıs güler.

Kanunlarımızın kifayetsizliğinden midir, yoksa insanlarımızın para kulluğuna aşırı temayüllerinden midir Türkiye bu yozlaşmayı yakın geçmişte ve günümüzde aleni ve dolu dolu yaşamaya başladı! Dikkat edilirse son zamanlarda para, yaşantımızın her dilimine adeta ambargo koydu. Para ile yatar kalkar olduk. Akl-ı selim insanlarımızın büyük bir şaşkınlık, ürküntü ve de tiksinti ile seyrettiği bu hengâmede para, hışırtısı ile kulakları sağırlaşanlara, sıcaklığı ile de gözleri kamaşanlara bütün isteklerini kolayca dikte ettiriyor ve onları istediği gibi kullanıyor. Kanunlardaki mevcut caydırıcılıklar, toplumların ahlak ölçüleri paranın azgınlaştırdığı arzulara gem vuramaz hale geldi.

Alın terinin itibarı, hakkı tutup kaldırmak misyonunu baş tacı etmesi gereken yönetimler tarafından ayaklar altında alınınca emeksiz kazancın kirli yemleri ile beslenenler gittikçe azıyor, utanma damarlarının çatlaklarından akan pervasızlıklarını sergilemekten çekinmiyorlar.

Türk milletinin ruh yapısına ve yılların imbiğinden süzülüp şekillenen kültürüne taban tabana zıt olan bu durumun, insanımız üzerindeki olumsuzlukları da her geçen gün kendisini daha fazla hissettiriyor. Oysa yaradılışının getirdiği erdemler ve İslam’ın ilahi emirlerinin hamuru ile yoğrulu insanımız hiç de bu seviyesizlik, basitlik ve ahlak dışılığın layığı değildir. O, insanlara asırlardır Mevlana’nın, Yunus’un Hacı Bektaşi Veli’nin gözü ile bakmıştır. Acı duyanla acı duymuş, ağlayanla ağlamış, gülenle gülmüştür. Muhtacın elinden tutan, acı doyuran, haklının yanında zulme ve zalime karşı amansızca mücadele eden, emeğin gerçek karşılığını emek sahibinin alnının teri kurumadan ödeyen, haksız kazancın karşısına dikilen yüce bir ruhun mensubudur. Parayı insana tercih etmeyen, olayları ve insanları para penceresinden değerlendirmeyen pek çok haslete sahiptir. Türk’ün büyüklüğü ve asaleti de bu erdemlerden kaynaklanmaktadır. Dün böyleydi, bugün de böyle olmak zorundadır.

Paranın gücünü kimse inkâr edemez. Ancak ruhunu şeytana kiraya vermişlerin elinde bu gücün nasıl zalimleştiğini, zulmün aracı olduğunu da bilmem örneklemeye gerek var mı?. Bu güce meydanı bırakmamak; onun kirli ve çirkin yüzü ile kanuni ve ahlaki ölçüler içerisinde savaşmak gerekir. Yoksa çöplükten ekmek toplayanların sayıları gün geçtikçe artar, kabarır. Her kabarmanın da mutlaka fiziki bir sonucu vardır.

Paranın rengini her türlü yol ve yöntem kullanarak beyazlaştırmak ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde vergilendirmek zorunludur. Onu, ihtiyaç nispetinde paylaştırmak da sosyal devletin en önde gelen görevi olmalıdır. Çark, çok kazanandan yana döndüğü kadar; bırakın insanca yaşamayı, yaşama savaşı verenlerden de yana dönmelidir. Bu dengeyi kuracak olan da devlettir. Devletin yetkili organlarıdır.

İsrafın önüne geçilmediği, tüketime yönelik politikaların teşvik edildiği, hırsızın, arsızın; tefecinin, vurguncunun, soyguncunun itibar görüp elini kolunu sallayarak gezindiği, milli gelirin adaletsiz dağıtıldığı, vatandaşın görünen veya görünmeyen enflasyon canavarı ile dansa zorlandığı, halkın büyük bir çoğunluğunun fakirleştirildiği, tek değer ölçüsü olarak paranın ön plana çıkartıldığı toplumlardan ve o toplumların meydana getirdikleri devletlerin geleceklerinden endişe etmemek mümkün mü?