Çanakkale savaşı vurgusu bazı çevrelerce çok dillendirilir; Kürdüyle, lazıyla, Arabıyla savaştık yurdumuzu düşmanlardan temizledik diye.

Çanakkale savaşı vurgusu bazı çevrelerce çok dillendirilir; Kürdüyle, lazıyla, Arabıyla savaştık yurdumuzu düşmanlardan temizledik diye. milli duygular şahlandırılmaya çalışılır. Doğru öyle hep beraber savaşıldı. Fakat savaş dönüşü durumlar farklılaştı bir grup ülke yöneticisi bu ülkenin sahibi biziz yani Türkler dedi.

Tüm ülke tek bir üst etnisite üzerinden değerlendirildi Zorba bir yöntemle. Bu şekilde koca bir ülke halk, toplum şekillendirilmey e, idare edilmeye çalışıldı. Bayrağın adı Türk bayrağı. Ülkenin adı Türkiye anayasa ise Türk cümleleriyle süslendi. Köylerin, dağların, şehirlerin adı Türkçeleştirildi . Yaşayan tüm halklara Türk denildi. Ve bununla da yetinilmeyip onlar kadar iyi Türkçe konuşamayanlar da horlandı. Ve samimi olmayan bir vurgu ile sonrada hepimiz kardeşiz denildi.

Bu devletin ekmeğini yiyip ‘’devletimi ‘’( sahiplenici ifade)eleştireme zsin diyecek kadarda cüretli ötekileştirici cümleler kullanıldı. Oysaki inanıcını karakterine samimice yansıtmış ahlakı öncelemiş kişilerin yaşam felsefesinde Allah dışında tapılacak hiçbir unsur yoktur.

Hep şöyle denilirdi: Çanakkale de hep birlikte savaştık devlet hepimizindi. Maalesef ki Bu cümleler ağızlarda sadece bir slogandı. Kısaca, İnsan aklıyla dalga geçecek kadar şirazesini kaybetmiş bir yapı ve bunun sonucunda devlete tapan bireyler.

Şöyle bir bakınca bu durum hiçte sağlıklı durmuyor. Akıldan uzak bir nefreti barındırıyor. Çünkü Baskılar, çok kültürlülüğü ve düşünme hürriyetini yok eder Ve nefreti körükler. Günümüz gündeminden bir türlü düşmeyen bu girift durumun temelidir bu söylenceler.

Bu anlamda kanaatimce toplumsal doğrular tabii ki dikkate alınarak değerlendirmeler de bulunulursa, Yegâne çözüm; hüzünlü eşkâllere, mutsuzluk yüklenmiş şehirlere, yok edilmeye çalışılan geçmişe, kültüre, asimilasyona son vermek. Kardeşçe aynı çatı altında uzun yıllar yaşamak istiyorsak; birbirimizi sevemesek bile tahammül eşiğimizi kullanarak hoşgörülü olmaktır. Bu insan olmaktan kaynaklı bir zorunluluktur.

Bu sebepten devlet gücünü elinde tutan meşru unsur ile gasp edilen haklarını elde etmek isteyen varoluşunu anayasal güvence ile koruma ya çalışan bir halkın talepleri samimi, adil, dürüst, şeffaf bir şekilde tüm dünyanın gözü önünde adaletlice ve dürüstçe verilmelidir.

Taraflar bu anlamda tüm dünyanın gözü önünde güvenilir, samimi ve adil hakemler tayin edip uzlaşıya varmalıdırlar. Mademki kardeşsiniz bu uzlaşıdan neden korkuluyor. Dürüst iseniz, samimi iseniz hodri meydan.

Bu çerçeveden bakınca bu sorunun çözümü için en başat unsur samimiyete dayalı realist çözümlerdir: madem aynı ülkede eşit vatandaşlar olarak yaşamak istiyoruz o halde anayasadan Türklük içeren övücü kavramlar çıkarılsın eşit vatandaşlık kavramları yerleştirilsin. Sonuçta Türk olmayan birine Türk demek le o kişi Türk olmuyor anayasa da olması da mantık hatası gibi duruyor.

Bu doğrultuda yıllardır bir halk iki cendere arasında yaşam mücadelesi vererek yaşatılıyor. Bir taraftan devlet; köylerde halka para karşılığı yaptırdığı koruculuk sistemini kullanarak silahla, diğer yandan ise eğitimin formel ve enformel metotlarını kullanarak gaz almaya ve bir potada eritmeye çalışıyordu farklı çıkan asi sesleri.

Diğer taraftan ise yıllar yılı yapılan yanlış politika ve uygulamalar karşısında o halkın dinamikleri içinden çıkmış halkın asileşmiş nefretle dolmuş, eline kan bulaşmış çocukları ise; dağlarda mevzilenmiş, militaristleşmiş her türlü kanlı eylemde bulunmuş bir örgütü temsil ediyorlar.

Bu iki güç arasında kalan halkta yozlaşmış, kimliksizleşmiş, yaşadığı zor şartlar altında aidiyet lik duygusu geliştiremediği için oluşan güvensizlik durumundan kaynaklı olarak kimliksizleşmesi ne, yozlaşmasına ve kendini inkâr etmesine neden olmuştur.

Yaşanan çift başlı bu güç kavgası halkı yormuş, bıktırmış, Kültürel genetiğinde, toplumsal kodlarında, erozyona neden olmuştur. Bu sebepten yöre halkı az düşünen, düşünceden yoksun eylemlerde bulunan, güvenilmez, kaypak, kardeşini satan, düşüncesizce kaba kuvvetle tüm işlerini yapmaya çalışan kişiler olarak değerlendirilmey e başlanmıştır. Yâda öyle bir algı oluşturulmuştur.

Bu durumun sona ermesi için egemen unsurun yıllardır uyguladığı ve vazgeçemediği kibrinden cayması verdiği sözleri samimice tutması ve bir halkın gasp ettiği haklarını geri vermesi gereklidir. Diğer taraftan Kürt hareketinin de uzlaşı yolları için çabalaması daha planlı, akılcı yöntemler sergilemesi kendi varoluşu ve inandırıcılığı açısından daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim.