Geldi Geçti Ömrüm Benim...

Kalplerimizin mana aradığı şu fani dünyada ‘’Ölüm Gerçeği’’ üzerinde iyice düşünmemiz gereken önemli mevzulardan biridir. Lakin bizler ıskaladığımız bu durumu her nedense konuşmaktan pek haz etmiyoruz. Ölüm konusunun biraz soğuk olması sanırım bunun en büyük müsebbibi… Ve bir türlü kabullenemediğimiz şey ‘’Ölüm hangi yaşta gelirse gelsin, bizlere hep erken geliyor.’’değil mi? Yine diğer taraftan ölümü biran olsun aklına getirmeyip, kumdan kalelerinin ardına sığınan, kendini hep hancı zanneden insanlar için sanki hayat, yalnızca dünya meşgalelerinin peşinden koşmaktan ibaret.. Bu tip insanların dünyada fütursuzca yaşama hevesleri gözlerini o kadar kör etmiş ki o yaşadıkları hayatın amaçları arasında ‘’Allah’ı anmak, O’nun rızasını gözetmek ve O’nun için yaşamak’’ gibi düsturlar zinhar yoktur. Ve zaten ölümü kendilerine hiç yakıştırmayan bu yurdum insanlarına göre; Allah için yapılacak olan ibadetlerde esasen ‘’Yaşlılık Döneminde’’ yapılması gereken şeylerdir…

Yine öte taraftan bizlerin, yani çamurdan yaratılmış ve tekrar toprak olacak insanoğlunun, ölümü bir son olarak görmesi de oldukça büyük bir yanılgıdır. Oysa Ahiret günü hepimiz tekrar diriltilip tek tek dünyada işlediklerimizden hesaba çekileceğiz. Allah insanları kendisine ibadet etmeleri için, dünya hayatını da ‘’insanları sınamak için’’ yaratmıştır. İnsan bu sınavı ancak Allah’a sığınarak ve O’nun razı olacağı şekilde yaşayarak verebilir. Elbette ayette açıkça buyrulduğu gibi ‘’Her nefis ölümü tadacaktır’’.Böylelikle o gün üzerimize giyindiğimiz elbisede dünyanın ne üzüntüsü, nede sevinci hiç biri kalmayacaktır. Ölümden korkmak ölüm gerçeğini değiştirmeyeceği gibi, korkulmasına rağmen hazırlık yapmamakta kişinin akıbetini değiştirmeyecektir. Ne güzel söylemiş Üstat Necip Fazıl;

‘’Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber, Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?’’

Ölüm, bütün bunları bilmemize rağmen her nedense bir türlü içimize sindiremediğimiz ve kolay kolay alışamadığımız bir gerçektir. Ne yaparsak yapalım gözlerimizin pınar, gözyaşlarımızın nehir olmasına mani olamadığımız bu gerçeği yaşarken duygularımızı hapsetmemiz bir türlü mümkün olmuyor değil mi dostlar? Hele birde ölen size uyusun da büyüsün diyerek ak sütünü emziren anneniz olursa. Ey yazarlar şairler gelin ilk elden bir itiraf yapalım hele..‘’Bir annenin ya da bir evladın ölümü kadar acı başka ne vardır? Hangi dokunaklı cümleler hangi klavye delikanlısı bu durumu öyle kolayca ifade edebilir..’’

Tolstoy ‘’Ölüm Manifestosunda’’ hayat ve ölümü tarif eder iken ne diyordu; "En kof ceviz bile kırılmak ister. Olgun yemişler tutunamaz ağaca. Öyleyse kabuğum kırılacak diye hayıflanmamalıdır meyve. Düşün! Bir şeyin geldiği yere dönmesi kadar sevindirici ne olabilir? Tohumun ağaca, ağacın tohuma dönüşümünden başka bir şey değildir hayat. Yani ölüm. Fakat insanlar ölüyü kefenledikleri gibi ölümü de kefenlemişlerdir. Ve kefenlenen her şey öldürücüdür. İnsana düşen, tüm libaslarından soyup öylece seyretmektir ölümü. Yani hayatı…

Evet, kıymetli dostlar bizler kadere iman etmiş inanmış Müslümanlarız elhamdülillah.’’Eceli gelmeyen insanın bir hastalıktan ölmesi veya herhangi bir kimse tarafından öldürülmesi, buna karşılık eceli gelen kimsenin de ölümden kurtulup yaşamaya devam etmesi asla mümkün değildir’’. Lakin herhangi bir hastalığa maruz kaldığımızda buda eli kolu bağlı oturacağımız anlamına da gelmiyor. Böyle bir durumda; insanların hastalandığında şifa için sebeplere müracaat etmesi, bu çerçevede tıbbın tavsiyelerine kulak vermesi, doktora başvurması, doktorun verdiği ilâçları kullanması, hastalığın hikmetlerini kavrayarak sabretmesi ve şifayı yalnız Allah’tan beklemesi gerekir. ‘’Hastalığı veren Allah(C.C) olduğu için, bu hastalığın geçmesi de ancak Allah'u Teala'nın dilemesi’’ ile olur.

Allah'u Teala dilediği takdirde Şafi sıfatı ile verdiği hastalığı ortadan kaldırır. Nitekim Cenabı Hak dilemedikçe tüm dünyanın doktorları, en gelişmiş teknolojik aygıtlar, keşfedilen en son ilaçlar bir araya gelse, yine de o kişinin hastalığının iyileşmesi mümkün değildir. Kullanılan ilaçların hepsi, hastalığın iyileşmesi için birer vesiledir ve eğer Allah Azze ve celle dilerse uygulanan tedaviyi vesile kılarak kişinin iyileşmesine izin verir. Ne var ki Allah'u Teala dilemedikçe çok basit gibi görünen bir hastalık dahi kişinin ölümüne sebebiyet verebilir. Peygamberimiz A.S. her hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu beyan etmiştir:“Yüce Allah, şifasını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır” (Buhari, tıp Hadis 7/12) .Bir başka hadislerinde de şöyle buyurmuşlardır:“Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz! Çünkü yüce Allah, ölüm ve ihtiyarlıktan başka şifasını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır” (İbni Mâce, tıp Hadis 3436)

Bu vesile ile ülkemizde birçok insanımızın ölümüne sebep olan çağımızın hastalığı Kanser’e burada dikkatinizi çekmek istiyorum. Hemen hemen hepimiz bir sevdiğimizi bu azgın hastalığın pençesine teslim etmişizdir. Kanser, her yıl dünyada 14 milyon kişinin yakalandığı bir hastalık ve 8,2 milyon kişinin ölümüne neden oluyor."Türkiye kanser istatistiklerine göre aşağı yukarı her yıl ülkemizde 105 bin’i erkek ve 75 bin’i kadın olmak üzere toplam 180 bin kişi kansere yakalanıyor" Yapılan araştırmalar bu açığı hızla kapatsa da toplumda kanser hakkında yanlış bilinenleri düzeltmek pek kolay olmuyor..

Vücudumuzun temel yapıtaşı hücredir. Hücreler, kontrollü ve dengeli bir şekilde çoğalarak insanların büyüme ve gelişmesini, vücudumuzdaki organların da dengeli bir şekilde çalışmasını sağlarlar. Ancak bazen doğada veya içimizde bulunan bazı etkenlerin etkisi bu denge bozularak hücreler kontrolsüz bir şekilde büyümeye ve çoğalmaya başlayarak normalde olmayan bir oluşum meydana getirir, bu oluşum halk arasında "kitle" ya da "tümör" olarak adlandırılır. Vücudun herhangi bir yerinde meydana gelen bu tümörler selim (iyi huylu) veya habis (kötü huylu) olabilir. Kötü huylu tümörlere bizler ‘’Kanser’’ adını veriyoruz.

Geçen hafta bu konu ile alakalı bir araştırma yapar iken, kanser ile mücadele konusunda roman yazan Yazar ve aynı zamanda Şair olan ‘’Sebahat Şahin’’in bir kitabına ulaştım. Doksanlı yılların sonlarında, 2000’li yılların başlarında, henüz AK Parti ülkede hükümet olmamış iken, Türkiye de ki kanser hastalığını ve hastaların başından geçen gerçek yaşam hikâyelerini romanlaştırarak ’’Kanatsız Melekler’’ isimli kitap yazmış. Kanser hastalığından vefat eden annesini ve ablasını, bu elim hastalıktan kurtarmak için vermiş olduğu o çetin mücadeleyi bizlere tüm detayları ile tek tek anlatmış.

Canımızı teslim ettiğimiz lakin mesleğini sevmeyerek yapan, egosu şişmiş doktorların ve sağlık personellerinin nasıl canavarlaştıklarını, tedavi sürecinde kasıtlı - kasıtsız yapılan onlarca hataları, ticarethaneye dönen hastanelerde hastalıklar üzerinden dönen rant oyunlarını bir bir anlatmış. Bu süreçte elinde avucunda ne varsa hastalarının şifa bulması için veren çaresiz insanlara karşı, doktorlardaki o inanılmaz kibrini çözememiş ve bu işleri sanki babalarının hayrına, bedava yapıyormuş gibi davranmalarına ise bir anlam verememiş. Bu konuları biraz olsun merak ediyor iseniz kitabı mutlaka okumanızı şiddetle tavsiye diyorum dostlar. Kitapta ‘’Hayırlı bir kız evladının annesini tekrar hayata tutundurabilmek için verdiği amansız mücadelede yaşadıkları o duygusal anları ciğerinizi ta derinlerden pişirecek okuyacak gözyaşlarında adeta yıkanacaksınız…’’

Yazarımız Sebahat Hanım’a, Kanser konusundaki son gelişmeleri ve gözlemlerini öğrenmek adına yayınevi vasıtası ile ulaştım. Sebahat Hanım, her yıl dünyada 8 Milyon kişinin ölmesine vesile olan kanser hastalığı ile daha başka başka canlar yanmasın ocaklar sönmesin diye gönüllü olarak mücadelesini sürdürmeye devam ediyormuş. Kitabını Sağlık Bakanımız dahil bir çok devlet büyüğümüze göndermiş. Son 15 Yılda sağlık konusunda hükümetimizin yapmış olduğu yüzlerce reforma rağmen, sağlık sistemimizde özellikle Kanser ile verilen mücadelede bazı şeylerin hala eksik ve topal kaldığını ifade ediyor.. Bize de buradan çağrı yapmak düşüyor. ‘’Umarım konunun muhatapları yazarımızın feryadını duyup harekete geçerler ve iyi niyetle çıktığı bu yolda ona omuz verirler..’’

Evet, kıymetli dostlar bugünkü konumuz az biraz keyfinizi kaçırmış olabilir. Lakin bunlarda hayatımızın ta gerçekleri değil mi? Şu üç günlük dünya inanın hiçbir şeye hele hele kalp kırmaya değmez imiş.. Sizden istirhamım ‘’Ne olur sevdiklerinizin, özellikle cennetin ayakları altında olduğu analarınızın değerini iyi bilin ve en azından zor günlerinde bir tutam mutluluğu onlara asla çok görmeyin. Doya doya sarılın onlara hatta sarılmakla da yetinmeyip gidin onlara onları çok sevdiğinizi söyleyip ellerinden ayaklarından bir güzel öpün.’’Unutmayın bir sabah yatağınızdan kalktığınızda sevdiğiniz insanlar yanınızda olmayabilir.. Ömür dediğimiz de ne ki kıymetli dostlar.Bir varmış, bir yokmuş… Sözlerimi ünlü Türk İslam düşünürü ve halk şairi Yunus Emre’nin mısraları ile son vermek istiyorum.

Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi.

Hele bana şöyle geldi:
Bir göz yumup açmış gibi.