Milliyetçi işçi hareketlerinden ilham alan ilk faşist hareketler, İtalya'da 1. Dünya savaşı esnasında sol fikirleri, sağcı ve ırkçı unsurlarla birleştirerek; komünizm başta olmak üzere bütün ideolojilere savaş açmıştır.

Milliyetçi işçi hareketlerinden ilham alan ilk faşist hareketler, İtalya'da 1. Dünya savaşı esnasında sol fikirleri, sağcı ve ırkçı unsurlarla birleştirerek; komünizm başta olmak üzere bütün ideolojilere savaş açmıştır. Türkiye'de ise Milli Mücadele sonrasında iktidarı eline geçiren Halk Fırkası aracılığı ile başta İslam inancına savaş açarak manevi değerlerin tahrip edilmesine yol açmıştır.

Faşistler ülkelerini, kendi uluslarının kitlesel seferberliğini teşvik eden totaliter bir devlet yoluyla bütünleştirmeyi amaçlamışlardır. Faşist ideolojiye uygun ilkelerle birlikte ırkçılığı temel alıp devrimci siyasal harekete önayak olmuşlardır. Bunun için öncelikle bir partiye sahip olmayla işe başlayıp parti sayesinde bütün ülkede örgütlenmişlerdir.

Liberalizme, demokrasiye, Marksist sosyalizme ve komünizme muhalif faşist hareketler; devlete ihtiram, güçlü bir lidere bağlılık ve aşırı milliyetçilik ile militarizme verilen önem gibi ortak özelliklere sahiptir. Faşizm, siyasal şiddeti, savaşı ve emperyalizmi; ulusal uyanışa ulaşmak için bir araç olarak görmektedir.

Faşizm ideolojisine göre güçlü ulusların, daha güçsüz ulusların yerine geçerek topraklarını genişletmeye hakkı vardır. Bununla birlikte Türkiye'de farklı bir yol izlenmiştir. İçe kapalı bir rejim kurulmuş dünya üzerindeki diğer faşist devletlerden oldukça farklı bir şekilde halkımız ezilmiştir.

İtalyan lider Mussolini ve CHP yönetimi 1920'lerde iktidara geldikten hemen sonra faşist yönetim sistemi resmi ideoloji olarak yürütmeye sokulmuştur. Kısa süre içerisinde genel anlamıyla baskıcı, otoriter rejim anlayışını gösteren bu anti-demokratik, otoriter ideoloji ve yönetim sistemi, Batı ülkelerinden tamamen kalkmıştır.

Faşizm kavramının kökeni Antik Roma yöneticilerinin geniş hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince 'fasces' sözcüğünden ileri gelir. Aynı simge daha sonraları 'İhtilali Kebir' de denilen Fransız Devriminde halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere kullanılmıştır.

Söz konusu sembol birtakım değişikliklerle 1926 yılından itibaren İtalya'nın ve Türkiye'nin sembolü olarak balta ve ok figürleri kullanılmıştır. Türkiye'de ulusal bir özellik olan 'Altı Ok' bilinçli olarak tercih edilmiştir.

Bu sembollerden de anlaşılacağı üzere Türkiye'nin faşizm ideolojisine katkısı büyük olmuştur. Zira bu semboller anlam olarak; cumhuriyetçilik, devletçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik, ve devrimcilik ilkelerini temel almıştır.

Faşist liderler propagandalarında bu ilkeleri kullanmakla birlikte, vazgeçilmez ve asla değiştirilemez (hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez) olduğunu anayasalara geçirmişlerdir. Bu konuda Türkiye'nin mevcut 1982 Anayasası onca değişikliğe rağmen hala bütün faşist rejimlerden ayrılarak en uç örnek olarak hala uygulanmaktadır.

Aşırı ırkçı ve dini mukaddeslere düşman aynı zamanda anti-komünist bu hareketin İtalya ve Türkiye dışında "faşist" olarak nitelenmesinin üçüncü örneği Avusturya'da görülmüştür. Avusturyalı anti-komünist aşırı milliyetçilerin ideolojisi 'Austrofaschismus-Avusturya Faşizmi' olarak isimlendirilmiştir.

Aynı zamanda, Almanya'da komünistler, nasyonal sosyalistleri kendi propagandaları gereğince "faschisten-faşistler" olarak isimlendirmişlerdi.

Bir rejimin faşist olarak nitelendirilebilmesi için, öncelikle mevcut rejimin ideolojisinin ırkçı olması ve milletin varlık ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutması gerekir. Bu yönüyle halkçılığı da içermeli ve sadece zenginlerin veya işçilerin değil, milletin bütün fertlerinin refahını sağlamayı hedeflemelidir.

Bu hedefe ulaşmak için ise ekonomi üzerinde sıkı bir devlet kontrolü uygulamak, işçi ücretlerinin yeterli olmasını sağlamak, keyfi işten çıkarmaları önlemek, hayat pahalılığının önüne geçmek için fiyat kontrolü uygulamak gibi önlemler uygulamak faşizmin öncelikli politikalarındandır.

Faşizm, sınıflar arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmayı da öngörür. Bu yönde devlet eliyle sendikalar kurulur ve işçi ile işveren arasında anlaşma sağlanır. Toplumdaki yoksul ve orta sınıfın ihtiyaçları devlet tarafından karşılanır; örneğin Almanya'da çıkan toprak yasasıyla köylülerin topraklarının ipotek yoluyla ellerinden alınmasının önüne geçilmiş ve fırsatçı sermayenin köylüyü sömürmesi engellenmek istenmiştir.

Bu konuda Türkiye'de benzer uygulamak yapılmak istenmişse de halkın faşizm ilkelerini benimsememesi sonucunda ülke iyice fakirleşmiştir. Öyle ki ülkemiz sanayi devriminin hız kazandığı bir dönemde gelişmek, kalkınmak bir yana dursun; bulunduğu noktadan geriye düşmüştür.

Endüstri ve sanayinin geliştirilmesi yerine ideolojinin öne çıkarılması ve 'istiklal mahkemeleri' gibi sert hukuki önlemler ile binlerce insan idam edilmiştir. Haliyle bu durum yöneticilerin halktan iyice kopmasına yol açmıştır.

Almanya'da uygulanan nasyonal sosyalizmde ırkçılık, Türkiye gibi ön plana çıkmıştır. Milliyetçi veya ırkçı fikirlerin benimsenmesi çeşitli ülkelere göre farklılık arz etmektedir. Örneğin İtalyan faşizminde "İtalyan vatandaşlığı" kavramı ön plandayken, Alman nasyonal sosyalizminde ise "Alman kanı taşıma" düşüncesi ön plandadır.

Türkiye'de Alman benzeri kafatasçılık örnekleri olsa da aşırı bir ırkçılık yanında dinsizleştirme politikaları güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştır. 'Muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil kanda mevcuttur' söylemi ile ırkçı bir söylem hala okullarda okutulmaktadır. 12 Eylül 1980 faşist darbesinin lideri Kenan Evren'in halk huzurunda söylediği 'bu ilkeleri gençlerin kafasına çakmak' gerekli görülmüştür.

Mussolini'nin doktrininde vatandaşlık kavramı vurgulanırken, Türkiye ve Almanya'daki Hitler'in doktrininde ise kan bağı daha çok vurgulanmaktadır. Kısaca 'İtalyan faşizmi milliyetçidir, Türk-Alman nasyonal sosyalizmi ise ırkçıdır' diyerek bu önemli konuya son vermeye çalışalım.

Faşist yönetimlerin başa geçmesi; Türkiye'de padişahlık ve halifeliğin kaldırılması ile, Almanya'da demokrasiyle, İtalya'da hükümdarı tehdit etmekle (Roma Yürüyüşü), İspanya'da ise iç savaşın kazanılmasıyla gerçekleşmiştir.

Tarihe baskıcı rejimler olarak geçen bu yönetimler, ilk yıllarda mevcut oldukları ülke halkının çoğu tarafından desteklenmiştir. 1922'de Mussolini İtalya Kralı tarafından başbakan olarak atanmıştır. Hitler Ocak 1933'te Almanya Cumhurbaşkanı tarafından şansölye (başbakan) olarak görevlendirilmiş Mart 1933'te yapılan seçimlerin sonucunda iktidarda kalmıştır.

Faşist yönetimlerin başta bulunduğu Almanya ve İtalya'da ekonomik, siyasi, askeri, sanatsal, kültürel alanlarda ilerlemeler kaydedilmiş olmakla beraber 2. Dünya Savaşı sonunda bütün bu çalışmalar yok olmuş ve faşist yönetimlerin neredeyse tamamı devrilmiştir.

Türkiye'de ise savaş yıllarında İsmet İnönü, Sovyetler Birliğindeki marksist yönetimi benimsemiş olmakla birlikte, Stalin'in Boğazlar ve Kars-Ardahan gibi toprak talepleri nedeni ile Batı demokrasileri ile ilişkiler kurulmak zorunda kalarak farklı bir yol benimsemiştir. Nitekim 1946 yılında ilk defa çok partili seçim hileli olsa da yapılmış önemli bir hürriyet akımı doğmuştur.

İşte Almanya, İtalya ve İspanya'yı ele geçirerek bütün dünyaya kan, zulüm ve ırkçılık fikrini atan faşistlere ilham kaynağı olan en önemli öncülerinden bir tanesi CHP olmuştur. Ne ilginçtir ki faşizm bütün dünya üzerinde yıkılmış ve olumsuz bir geçmiş ile damgalanırken Türkiye'de devletin resmi ideolojisi olarak hala uygulanmaya devam etmektedir. Bilim adamları ve üniversiteler bu çirkin ve absürt durumu düzeltmek için en küçük bir gayretin içinde dahi bulunmamaktadırlar, vesselam…