Dünyanı tamamının tarım toplumu olarak yaşadığı 18.yüzyılda ve daha öncesinde, devlet yöneticilerinin belirlenmesinde, babadan oğlu geçen bir sistemin olduğu ve yetkilerinin sınırsız olduğu, mutlak monarşi denilen yönetim sistemi vardı.

Dünyanı tamamının tarım toplumu olarak yaşadığı 18.yüzyılda ve daha öncesinde, devlet yöneticilerinin belirlenmesinde, babadan oğlu geçen bir sistemin olduğu ve yetkilerinin sınırsız olduğu, mutlak monarşi denilen yönetim sistemi vardı. Bu yönetim sistemleri ile yönetilen devletlerin içinde, islam coğrafyasında kurulan ülkelerden Osmanlı ve Hindistan babur imparatorlukları, dünyanın süper gücü olduğu için, Müslümanlar içinde genel bir yönetim sistemi sorgulaması yoktu. Çünkü güç bizde idi ve yanlış giden bir şey yoktu, diye düşünülüyordu. Ama bu gün devletler arasındaki yarışta, batı medeniyeti tarafından kurulan ülkeler, süper güç konumundadır. Bunun en büyük kanıtı ise bu gün Birleşmiş milletler güvenlik konseyinde (BMGK), alınan kararları veto etme yetkisine sahip ülkeler (Beş ülke) içinde Müslüman bir ülke yoktur. Müslümanların süper gücü yok. O nedenle, süper güç değilsek ve yenilenlerden oluyorsak sorun nerede diye sorgulama yapılıyor. Sorular sorulmaya başlıyor…

Müslüman ülkeler olarak, bizler süper güç değil isek bunu sorumlusu, yönetilenler midir? Yoksa yöneticiler midir? Süper güç olamıyor isek sorun nerede? Çözüm nasıl olmalıdır? Bizi süper güç yapacak yöneticileri nasıl buluruz? Krallık sistemi ile süper güç olamadık öyle ise nasıl bir yol izlersek süper güç oluruz? Yöneticiler bizi nasıl yönetirse, biz süper güç olabiliriz? Yönetim sistemi nasıl olmalı? Devlet yöneticisi nasıl belirlenmeli ve hangi yetkilere sahip olmalıdır? Müslüman olmayanlar yöneticinin belirlenmesinde rol almalı mıdırlar? Şeriatla yönetilen bir ülkede, çoğunluk şeriatı istemiyor ise şeriatı uygulamak isteyen yöneticiler görevden çekilmeli midirler? Şeriat uygulayan yöneticiler çekilince, şeriatla yönetmeyen bir yönetici gelecekse, yine de çekilmelim midirler? Benim kısaca Dördüncü Dalga Tartışmalar dediğim, Demokrasi Laiklik ve Şeriat tartışmalarındaki bu sorulara cevap verenleri genel olarak üç temel gruba ayırabiliriz.

Tartışmalardaki soruların cevabı verilirken, islama (kuran ve sünnete) uygun olan cevap araştırılıyorsa, o tartışma İslami bir tartışma olur. Yukarıda belirtilen soruların cevabı aranırken, referans olarak kuran değil de, akli-felsefi düşünceler veya Hıristiyanlık veya Budizm gibi alanlar kullanılıyor ise bu İslami tartışmaların dışındadır; Müslümanlar, onların verdiği cevaplar ile asla tatmin olmazlar. Olanlarda, İslami refans sistemlerini bilmiyordur. Onlar bizim kapsamımız dışındadır.

Dördüncü dalga tartışmalarda:

1. grup, çok dar yorum yapanlar, islam da demokrasi yoktur ve savunmak küfürdür diyenler. Bunlara mutlak demokrasi karşıtları da diyebiliriz. Bu gruplar demokrasi karşıtlığını, batı karşıtlığı ile eşdeğer görürler. Demokrasiyi, batının Müslüman ülkelerin halklarını dinsizleştirme aracı olarak görürler. Sömüren batının, sömürme ilizyonu olarak görürler. Demokrasi karşıtları olarak; İŞİD, EL kaide, Boko Haram gibi örgütler örnek verilebilir. Krallıkla yönetilen arap ve diğer islam ülkeleri de kralların çıkarlarına ters olduğu için devlet olarak: “islamda demokrasi yoktur, demokrasi haramdır, demokrasi ile şeriat uygulanamaz görüşlerini savunur.” Örnek: Suudi Arabistan

2. grup, çok geniş yorum yapanlar, islamın özünde demokrasi vardır ve islam ile demokrasi arasında hiçbir zıtlık yoktur, diyenler. Bunlara mutlak demokrasi savunucuları da diyebiliriz. Bu gruplar genel olarak batının ortaya koyduğu demokrasiyi olduğu gibi kabul ederler ve itiraz etmezler. Batı değerleri ile uyumludurlar. Gelişmek istiyor isek batı değerlerine sahip olmamız gerektiğini savunurlar. Bunlar genelde modernist ilahiyatçılardır. Bu mordenist ilahiyatçılar parti kuracak kadar taraftar bulamadıkları için, bireysel olarak fikirlerini yayarlar bazen de, demokratik, laik ve solcu bir parti içinde yer alabilirler. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve İhsan Özkes gibi ilahiyatçılar örnek verilebilir.

3. grup, mutedil yorum yapanlar; islama uygun demokrasi geliştirilebilir diyenler. Bunlara şartlı demokrasi savunucuları da diyebiliriz. Bu grup, islam da demokrasi yoktur demez, demokrasi küfür rejimidir de demez fakat batı değerlerine uyumlu bir demokrasiyi de islama uygun görmez. Bu grup, çok geniş ve çok dar yorum yapanların ortasında kalırlar. Parti kuran İslamcılar, bu grup içinde yer alır. Türkiye de milli görüş ve AK Parti, Tunus da NAHDA hareketi ve Mısırda İhvanı müslimin hareketi, Pakistan da cemati İslami bu grup için örnek oluşturabilir.

Konuyu özetlersek:

1. grup çok dar yorumcular: anti demokratlar

2. grup çok geniş yorumcular: şartsız demokratlar

3. grup mutedil yorumcular: şartlı demokratlar

Bir daha yazılarda her grubu ayrı ayrı ele alıp inceleyeceğiz inşallah…