İnsanın yaratılışında varlığını devam ettirme ve diğer insanlara kabul ettirme duygusu vardır. Bu duygunun dışa vurumu; ünlü olma, iktidar olma, bilgili sahibi olma, saygı görme, mülkiyet edinme, neslin devamını sürdürme, hatta dünya dışında akıllı varlıklar arama şeklinde ortaya çıkar. Din, bu duyguları inkâr etmez, sadece bu duyguların sınırlarını çizer. Örneğin zengin olmak isteyebilirsin, ancak faiz almayacak ve vermeyeceksin, zekâtını vereceksin, toplumun düşkünlerine yardım edeceksin diyerek sınırlandırır. Çünkü Allah vermiştir insana bu duyguları. Eğer bu duygular olmasa idi, insanın imtihanı da olmazdı. Meleklerin bu tür duyguları yoktur, onlar günah ile imtihan olmazlar. Tasavvuf ise bu duygular ile mücadele etmek için sistemli bir eğitim verir. Tasavvufta bu sistemin adına nefis terbiyesi denir. Erdemi amaç edinen bütün dinlerde nefis terbiyesi yapmak için benzer uygulamalar vardır. Nefsini kontrol altına alıp, nefis terbiyesinde başarıya ulaşmış insanlar için her dinde isimlendirmeler yapılır. Budizm, bunu Nirvana’ya ulaşmak olarak isimlendirir. Müslümanlar ise, insan-ı kamil, ermiş, veli, Allah dostu veya yaygın tabiri ile evliya olarak isimlendirir.

Her toplumda varlığını belli etme duygusunun ortaya konulması ile ilgili mutlaka ilkeler vardır. Çünkü insan olup da bu duygulardan haberdar olunmaması ve dışavurumundaki olumsuz taraflarının bilinmemesi mümkün değildir. Toplumdan topluma değişen bu ilkelerin sonucunda her ülkede, siyasi hukuk, teamül ve örfler oluşur. Ancak duyguların benzer olması nedeni ile ilkelerin benzerliği oluşur. Bu benzer duygular ve bu duyguların yönlendirmesi sonucu konan ilkelerin benzerliği sonucunda benzer siyaset anlayışları oluşur. Dünya toplumlarındaki insanların içgüdüleri aynıdır. Dolayısıyla toplumların bir arada yaşamaktan dolayı karşılaştıkları sorunlara üretmiş olduğu çözümler bir birine yol göstericidir. İnsanların doğası gereği verdiği tepkiler kültürlere göre çok fazla değişiklik göstermez.

Dünyada uygulanan parlamenter sistemlerde, hem başbakan hem de Cumhurbaşkanı halk oyu ile seçilmezler. Dünyadaki mevcut uygulamalarda iki seçilmişi karşı karşıya getirme durumu yoktur. Bu durum maalesef olağan olmayan bir dönemde, anayasa yargısının olağan olamayan bir içtihadının uygulanması sonucunda doğmuştur. Olağan olmayan bir dönemde ortaya çıkan bu sonucu, bu gün olağan bir dönemdeyiz diyerek, tekrar eski şekline döndüremeyiz. Yani tekrar Cumhurbaşkanı’nı halk seçmesin, meclis seçsin diyemeyiz.

Cumhurbaşkanı’nın tekrar meclis tarafından seçilmesi için, halkoylaması yapılması veya meclis tarafından Anayasa’nın değiştirilmesi gerekir. Her iki durum da halka “sen doğru kişiyi seçemezsin, senin yerine ben seçeceğim” denilmiş oluyor. Halk kendisinin elinden alınan yetkilere onay vermez. Bunun için uğraşan siyasi partilere rağbet etmez. Halk kendisine daha çok tercih hakkı sunan partilere yönelir. Dolaylı demokrasi, doğrudan demokrasinin uygulanamaması neticesinde, zorunlu olarak uygulanan bir sistemdir. Siyasi partiler ne kadar doğrudan demokrasiye yönelirlerse o kadar kabul görürler. Çünkü halklar da kendilerinin varlıklarını ortaya koymak isterler. Daha çok önemsenen halk daha çok mutlu olacaktır. Önemsenmeyen halklar iktidarlardan memnun olmazlar. Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesini istememek derin akla ters olur. Derin akıl ile ters düşen her siyasi iktidar zamanla yıpranır, gücünü ve inandırıcılığını kaybeder. Artık Türkiye’de bundan sonra olağanüstü bir zamana girilmedikçe cumhurbaşkanlarımız halkoylaması ile seçilecektir.

Anayasa’da hangi yetkiler verilmiş olursa olsun halk kendisi tarafından doğrudan seçilen ve halkın yarısından fazlasının desteğini almış cumhurbaşkanını diğer bütün makamlardan, halk adına karar vermek konusunda daha fazla hak sahibi ve yetkin görecektir. Seçilmiş cumhurbaşkanı ile ters düşen siyasi partilerin halktaki tabanları eriyecektir. İkisinden birini tercih etme noktasında, halk kendi seçtiği cumhurbaşkanını etkinsizleştirmemek yönünde tercih kullanacaktır. Cumhurbaşkanından daha fazla oy almış siyasi partiler de zaten bir dönem sonra kendileri cumhurbaşkanı seçtireceği için o makamın zayıflamasını istemeyeceklerdir. Özellikle ikinci cumhurbaşkanlığı dönemini yapan bir cumhurbaşkanı olduğunda, iktidar olan siyasi parti, o makamın yetkilerinin artırılmasını isteyecektir.

Bu gün temsil makamı olarak düzenlenen cumhurbaşkanlığı makamı, halk oylaması ile doldurulduğunda, bir icra makamı olarak görülmeye ve algılanmaya başlanacaktır. Halkın bu algısı Anayasanın hükümlerinden daha etkilidir. Anayasa dahi halkın algısına göre zamanla değiştirilecektir. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçimini sonucunda, Türkiye’de devlet başkanlığı sistemine doğru bir geçiş süreci başlayacaktır.