TEDBİRSİZ çıkmıştım.  Yol uzundu. Artık menzile varacağım mesafeyi yarıladım diye düşünüp bir ağacın altını mekân tutmuştum ki, havanın bozduğunu gördüm. Bulutlar kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamışlardı. Ağlamalarına ramak kalmıştı.

TEDBİRSİZ çıkmıştım. Yol uzundu.

Artık menzile varacağım mesafeyi yarıladım diye düşünüp bir ağacın altını mekan tutmuştum ki, havanın bozduğunu gördüm.

Bulutlar kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamışlardı. Ağlamalarına ramak kalmıştı.

'Olsun' dedim ben yağmurda ıslanmayı severim nasılsa.

Aslında hiç ıslanmamıştım.

Ama ıslanmayı bildiğimi var sayıyordum. Çünkü pencereden yağan yağmuru seyretmeyi, kaçışan insanların telaşlı hallerini takip etmeyi, onların korunmak için kendilerine bir dulda bulup sığınmalarını büyük bir keyifle izlerdim.

Bu bana inanılmaz lezzetli gelirdi. Pencerenin önünden ayrılamazdım.

Zamanla buğulanan camı ellerimle siler aynı keyfi devam ettirirdim.

Islanan onlardı, kendini ıslanmış sayan ise bendim.

İlk zamanlar bunu bir empati olarak algılardım.

Kendimi onların yerine koyduğumu düşünür yağmurun devam etmesini dilerdim.

Avuçlarımın içine aldığım bardak ile çayımı yudumlamayı da ihmal etmezdim tabi.

Kimi vakit ise buharlanan camda şekiller çizer bir şeyler yazardım.

En çok da kalpler çizerdim.

Bunu neden yaptığımı esasen bilmiyordum.

Sonradan düşündüğümde en çok kalplerin ıslanmaya ihtiyaç duyduğuna inandığımı fark etmiştim.

Bu doğru muydu, bilmiyorum.

Gerçekten kalpler ıslanmak ister miydi?

Bundan tat alırlar mıydı?

O sırada ve sonrasında ne gibi hisler sökün ederdi, bilmiyorum.

Ama yine de buna inanırdım.

ŞARKILAR boşuna yazılmış olamazdı.

Türküler nedensiz yakılmış değildi.

Besteler sebepsiz nağmeler halinde kulaktan kalbe yolculuğa çıkacak değillerdi ya?

Yağmurla ıslanmış dizelerin bir gerçeği olmalıydı.

Kim bilir, belki de şairler yağmuru seviyorlardı.

Islanmak istiyorlardı.

Ya da ıslanan asıl onlardı ve bu ürünleri buna bağlı olarak üretmişlerdi.

Dedim ya, bilmiyorum.

HANGİMİZ yağmurlara eşlik eden nağmelerle türlü duygular yaşamıyoruz ki?

Kaçımız bu melodilerle halden hale geçmiyoruz ki?

Ne kadarımız kendisini onların kollarına bırakıp romantik duygular eşliğinde bulunduğu zaman ve zeminden ayaklarının kesildiğini hissedip kendini kadife kundaklara sarılmış sevda sözcükleri şeklinde sevdiğinin kalbinde tomurcuklanıp filizlenmedi ki?

Kaçımız?

ISLANMAK su ile yoğun temasa maruz kalmak demek…

İşte bende çöktüğüm ağacın altında tam bu durumu yaşıyordum.

Gök yarılmış sanki içinde bu an için biriktirdiği tüm suyu üzerime boca ediyor gibiydi.

Şikayetim var mıydı derseniz, hayır.

Yoktu.

Mutluydum.

O kadar ki, başımı güneşten korumak için kullandığım şapkayı çıkarmış saçlarımı yağmura ıslanmak üzere teslim etmiştim.

Dahası bununla yetinmemiştim. İşi bir ileri safhaya taşımış bağrımı yağmura açmıştım.

Islanmak istiyordum.

Doyasıya ıslanmak…

Sırılsıklam olmak emelindeydim.

KAFA tutuyor gibiydim yağmura.

Islanmaya.

Bir nevi inatlaşmıştım. Gök ne kadar suyu barındırmışsa bağrında hepsini benim bağrımla buluştursun istiyordum.

Islanmanın ne olduğunu deneyimlemenin arzusundaydım.

Sırılsıklam olmak neymiş romanlarda kalsın istemiyordum.

Şairin dudakları arasında saklanmasın ve beni tümüyle sarsın diyordum.

Öyle de oldu.

SIĞINMA ihtiyacı hissetmiştim ardından.

Bağrımı ıslatan yağmurun bağrındaki sıcaklığı arayıp bulmak derdine düştüm.

Ve ısınmak…

Yağmur bunu benden esirgememişti.

Islatan yağmurun ısıtması neymiş öğreniyordum.

DUYGUSALLAŞTIM.

Heyecan seline kapıldım.

Onun dalgalarına kendini savunmasız bıraktım.

Nereye götürürse kabulüm dedim.

Madem bu bir fırsattı, kaçırmak yakışık almazdı.

O vakit yağmuru konu edinen güftekarlara ihanet edecekmişim gibi düşünüyordum.

ISLANDIM.

Ipıslak oldum.

Sırılsıklam hale geldim.

Gönlümde bir bayram havası ki, sormayın.

Yağmur dindi.

Gökkuşağı renkleriyle sadece gözlerime değil kalbime de sımsıcak merhabalar gönderdi.

Hepsini aldım ve bir çocuğun avuç içlerini öpercesine öptüm, kokladım.

İçime çektim.

ISLAK saçlara bakılmaya neden doyulamadığını işte o zaman anladım.

Yağmurla ıslanmış yüzün nasıl aydınlık olduğunu iliklerime kadar hissedip kavradım.

Şırıl şırıl yağmurun esasen kendisinin bir beste olduğunu idrak ettim.

GERİYE kalan yolu bu hissiyat ile yürüyüp menzile ulaştım.

Beni bekleyen, nicedir penceredeydi.

Gördüğünde gözleri aydınlandı. Işıklar saçtı.

Islanan saçlarıma uzun uzun baktı.

Bir havlu vermeyi bile düşünmedi. Epeyce bir zaman bu şekilde tek kelam etmeden bakışıp oturduk.

Sonrasında gelen cümle şu oldu: 'Nazarım şeytanın asit içeren yakıcı, öldürücü yağmurlardan kaçmalı. Rahman'ın rahmet yağmurlarında doyasıya ıslanmalı. Kaçmamalı bundan. Mesele, hangi yağmurlarda ıslandığını bilmektir. Sen hep bunun bilincinde ol.'

İçimden binlerce amin dedim, sizler de kendiniz için esirgemeyin.

Ya Selam!