HAYAT yaralanmaktır. Her birimiz farklı yerlerimizden alırız bu yarayı. Ta ezelden tanıdığımız yaralarımız da vardır yeni bellediklerimizde… Yaralanma sebeplerimizden birisi de “İşitme kıtlığı”dır...

HAYAT yaralanmaktır.

Her birimiz farklı yerlerimizden alırız bu yarayı.

Ta ezelden tanıdığımız yaralarımız da vardır yeni bellediklerimizde…

Yaralanma sebeplerimizden birisi de 'İşitme kıtlığı'dır.

İtaat edebilmemiz için işitebilmemiz gerekir.

İşitemediğimiz hususlara nasıl itaat edebiliriz ki!

TÜRLÜ yoksulluklarımız olur. Mahrumiyetler yaşarız.

Az olabilir bazı şeylerimiz.

Böleriz ekmeğimizi bölüşüp yeriz.

Elimiz dar olur kimi vakitler. 'Olduğu kadar' der olanla yetiniriz.

Hayatın çıkışları, yükselişleri olduğu gibi inişleri de mevcuttur.

Bunları bilir ve kabul ederiz. Tahammül etmeyi de ar değil fazilet sayarız.

KİMİ kıtlıklar vardır ki, çok daha can yakıcıdır.

Bunaltır, kıstırır bizi.

Köşeye sıkıştırır.

Öyle ki, içinde bulunduğumuz hali hakkıyla anlayıp yorumlamaya mecalimiz kalmaz.

Dinginliğimiz tarumar olduğundan, 'Biraz sükûnet' bile diyemeyebiliriz.

Demem o ki, farkındalığını yitirdiğimiz hususlardan biri 'İşitme kıtlığına' uğramamızdır.

NE vakittir bir kuş sesini damla damla yüreğimize akıtamadık.

Nice zamandır esen tatlı rüzgarın uğultusuna uzak kaldık.

Tabiatın bir ikram-ı ilahi olarak bizlere sunduğu nice başka sesler yine kulağımıza çalınmaz oldu.

TEKNOLOJİNİN çıkardığı seslere aşina olduğumuzdan beri doğal sesler kendilerini çekti kulağımızdan.

Trafiğin boğucu sesiyle hemhal olalı beri yeşilin sesi de kesildi dünyamızdan…

İŞTE birkaç soru. Nereden başlamak istersiniz cevaplamaya?

Tabiatın renklerini bir ses olarak algılamaz mıydık?

Salınışlarını hayranlıkla seyredip bir yaprağın, anlamlarını yüreğimize düşürerek dilimizden coşup taşan ahenkli bir ses olarak yakınlarımızla paylaşmaz mıydık?

Bir derenin akışı ile beraber yüreğimizi akıtıp dost ilinde çadırlar kuramaz mıydık?

Bülbülün nağmesini kalbimize bir aşk bestesi şeklinde nakşedemez miydik?

Serçenin sekişi ile gönlümüz pır pır havalanamaz mıydı?

Bir türkünün dizesi ile kanat vurup turnalara katılamaz mıydık?

Katar katar Efendimize giden develerin birsinin heybesinde saklanıp sert esen çöl rüzgarlarına inat 'Sakın terk-i edepten kûy-i mahbûb-ı Hüda'dır bu' şiirinin bir hecesi de ruhumuzun titreşimleri ile biz olamaz mıydık?

YAPABİLİRDİK bunları.

Eğer 'İşitme kıtlığı'ndan marazlanmamış olsaydık.

Duyabilseydik hakikatin sesini.

İçimizin yiv ve setlerinden döne döne geçip gerçeğin sesi kalbimize ve aklımıza ulaşabilseydi.

Yapabilirdik.

ÜMİTSİZLİK girdaptır.

İnançsızlığın girdabı…

Buradan çıkmanın bir yolunu bulacağız.

Bir şiirin dizesi, bir türkünün nakaratı olacağız.

Feri geçmiş gözlerin aydınlığı olacağız.

Sızlayan dizlere derman olacağız.

Susamış ruhlara ab-ı hayat…

Dost sesleri yankılanacak tekrar gönlümüzde…

Yar şakıması avdet edecek kulaklarımıza…

Can bulacağız cana ermek için.

Yeter ki, 'İşitme kıtlığı' hastalığından kurtulmanın yolunu bulalım.

Bu nasıl gerçekleşecek peki?

Vahyin gölgesine girerek.

Ve hidayet niyazlarıyla…