İkinci Abdülhamid evhamlıymış..

«Askerlik ya da Mesleklerin Sultanı..» başlıklı yazılarımızın ilkinde (09.09.2018) sizlere “tarihçi yazar Mustafa Turan, Nizamettin Nazif’in Atatürk’le bir muhaveresini (anektodu) anlatıyor..” diyerek Atatürk’ün «Ordu ve Politika» kitabının müellifi N. N. Tepedelenlioğlu’na İkinci Abdülhamid Han hakkında neler anlattığını aktarmış idim..

O günlerin aydınlarında (Türkiye düşmanlarının sinsi gayretleri sonucunda) Abdülhamid düşmanlığı adeta moda gibi bir salgın hastalık idi..

Namık Kemal’den Mehmet Akif’e hemen bütün ziyâlılar entellektüel güçlerini onun, o mübarek vatan sevdalısı ve Almanya şansölyesi Bismarck’ın deyişiyle “dünyadaki toplam beşerî aklın yüzde 90’ına sahip dahi devlet adamını” karalıyor, onun evhamlarla yaşayan bir müstebit olduğuna inanıyorlardı... (Bismarck, “kalan yüzde 10 aklın 5’i bende kalanı da dünyaya yayılmıştır” diyordu...) Haksız da sayılmazdı...

Sultan II. Abdülhamid’i çağdaşları gibi pek sevmeyen, devrin «müstebit» (diktatör) modasına kapılmış Nizamettin Nazif’e M. Kemal paşa şöyle demiş: “Bak çocuk, şahsî kanaatimi söyleyeyim. Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun ahvali meşkûk [kuşkulu] ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette Abdülhamid'in idare tarzı, azami müsamahadır [yüksek hoşgörüdür]. Hele bu idare, 19. yüzyıl sonlarında tatbik edilmiş olursa...”

Devrin Mehmet Akif’lerden Said-i Nursî’lerine kadar en dindar insanları sultan II. Abdülhamid Han’ın aleyhinde ama dinî yönü pek olmayan, hattâ bazı tarihçilerin “tamamen ateist” olduğunu iddia ettikleri Mustafa Kemal onun lehinde konuşuyor! Üstelik de yerden göğe haklı...

“...toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun ahvali meşkûk [kuşkulu] ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette..” İşte bizim gûya dindar lâkin zihnen pek uyanık olmayan ziyâlılarımızın içinde bulundukları büyük gafletin sebebi...

Ziyâlılarımız hálâ bu halde oldukları içindir ki, binbir parçaya bölünmüşüz ve tek bir toparlayıcı liderimiz yok... (Cumhurbaşkanı muhterem R. T. Erdoğan’nın siyasetçi kimliği ile oldukça büyük bir kitleyi liderliği altında toparlayabilmesi de bir başarıdır fakat asıl muvaffakiyet bunu halkın yapması; dinî cemaat ve tarikatların birlik dâvası gütmesidir..)

Ziyâlılarımız hálâ bu halde oldukları içindir ki tek bir kuvvetli ceridemiz yok. Bizi temsil eden fikirleri bulamıyoruz köşelerde... Kuvvetli kalemler hep dinsiz cenahta..

Aslında sebep gayet basit. Onların bir dâvası var ve bunu güdüyorlar. Bizimkilerin ise kiminin dâvası meşhur olmak, meşhur kalmak, kiminin dâvası çok para kazanmak, kimisi ise adamlarını çoğaltıp gavs-ı azám olmak istiyor. Sanki yüce Allah (c.c), “adamı, müridi çok olan cenneti kazanır, onu uçururum” buyurmuş háşa...

Biz gençliğin en delidolu yıllarında, akranlarımız kemeraltı işlerle meşgul, kızların peşinde serserilik yaparken dâva dâva diyerek dolaşıyor, birkaç inanmış arkadaşımla “Türkiye’yi kurtarmak için neler yapabiliriz?” diye konuşuyorduk.. Onlar ve bendeniz hálâ aynı dâvanın peşindeyiz...

Gençlik enerjisi ya aşk, sevda peşinde harcanır ya da aşkların en büyüğü vatan ve millet meselelerine vakfedilir. Biz ikincisini yaptık elhamdülillah..

Sonra bir baktım ki, bizlerin evliliği devam ediyor ama onlar beşe kadar eş değiştirmiş, boşanmış, bir daha boşanmış ve bir türlü mutlu olamamışlar. Demek ki neymiş? Kemalatı ile başlayan saadet uzun ömürlü değilmiş...

Sultan Abdülhamid Han’a çamur atmadan önce kendi çamurunu temizle, sonra öt arkadaşım. Bak M. Kemal paşa ne diyor?