Askerlik ya da Mesleklerin Sultanı..

Sözün aslı “silk-i celîl-i askerî gerçi sultan-ül mesâlik ise de..” şeklindedir ve Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun daha Hava Harp Okulu’nda iken okuduğum ve adeta başucu kitabı yaptığım eserinde geçer.

Eserin adı: «Ordu ve Politika»dır.

Adeta “yedi ceddi asker” bir âiledenim. Merhum babam şerefli bir hava astsubayı idi.. Bir dedem mülazım-ı sanî (kıdemli üsteğmene tekabül eder) rütbesinden emekliymiş.

Bendeniz ise Hava Kuvvetleri’nden Kd. Yüzbaşı rütbesi ile malülen emekli bir pilot subayım. Mesleğimi seviyordum ama, Atatürk ilke ve inkılâblarını benimseyemediğimiz; karımızın başörtüsü, içki içmemekliğimiz, namaz kılmamız gibi nedenlerle bize kurmaylık ve binaen’aleyh generallik (paşalık) yolunu kapattılar, biz de hakkımızı kullanıp emekliliğimizi istedik..

Subay (zabitan) olmak... Kıymet-i harbiyesini müdrik olanlar için ne büyük, ne şerefli bir meslektir.. Azeriler ordu yani Silahlı Kuvvetler için «Herbçi Kuvve», askerlerine ise “herbçi” derler. Disiplinli, devletine sadık ve devlet emrindeki silahlı güçtür ordu.

Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu gibi bendeniz de yıllardır “silk-i celîl-i askerî gerçi sultan-ül mesâlik ise de..” (Güzel askerlik yolu, işi; her ne kadar üstün, bütün işlerin, maişet yollarının en iyisi, en güzeli, sultanı bir meslek ise de..) diyip duruyor ve hattâ zaman zaman gözyaşı döküyorum o günlerimi hatırlayıp.

Mesleğimde ilerlememe müsade etseler Hava Kuvvetleri Komutanı veya en azından emekli general titrim (ünvanım) olurdu bugün.. Ne büyük şereftir bu...

Nizamettin Nazif’i birçok açıdan kendime benzetiyorum. Genetik kodları asker, esasta ise gazeteci ve araştırmacı bir yazar. Tek farkımız onun daha Harbiye’den mesleği bırakmış olması. Ben hiç değilse Yüzbaşı rütbesini yaşadım ve keşke hain ve Atatürkten sonra inşa edilmiş bozuk Moiz Kohen Gulyabani Düzeni müsaade etseydi de daha fazlasını da yaşasaydım...

Tarihçi yazar Mustafa Turan, «Nizamettin Nazif’in Atatürk’le bir muhaveresini (anektodu) anlatıyor.

Cennetmekân Sultan II. Abdülhamid’i pek sevmeyen, devrin «müstebit» (diktatör) modasına kapılmış Nizamettin Nazif’e M. Kemal paşa şöyle demiş: “Bak çocuk, şahsî kanaatimi söyleyeyim. Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun ahvali meşkûk [kuşkulu] ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette Abdülhamid'in idare tarzı, azami müsamahadır [yüksek hoşgörüdür]. Hele bu idare, 19. yüzyıl sonlarında tatbik edilmiş olursa...”

«Ordu ve Politika» asker-sivil herkesin, ama hasseten ricâl-i devletin (devlet yöneticilerinin) mutlaka okuması gereken bir eser. Hava Harp Okulu’nda alıp tâbiri caizse bir solukta okuduğum ve halen kütüphanemde bulunan bu esere, daha ilk sayfalarından itibaren büyülenmiştim. Ondokuz yaşında bir subay namzeti olarak doğrusu biraz da gururlanıp şımarmıştım...

* * *

Nizamettin Nazif’i dinleyelim şimdi:

“Birkaç yıl önce, İzmir’de babamın hatıraları ile dolu ana ocağında bir dosyayı karıştırırken, babamın evrak-ı metrûkesinden (terk edilmiş, bir kenarda kalmış evrakları arasında) bir mektup elime geçmişti...

(Yazı serisi olarak devam edecek inşá’allah.. Bu yazıyı mühimsiyorum, sonlarına doğru neden mühimsediğimi göreceksiniz.) 09.09.2018