Prof. Dr. Ahmet Yaman da mevduat sahiplerine ödenecek faiz-kur farkı konusunda şunları söylemiş:

'Kur korumalı TL vadeli mevduat hesabı ile ilgili olarak şu hususlar mütalaa olunmuştur:

1. Konvansiyonel bankalarda vadeli ya da vadesiz hesap açmak, bunların faiz esaslı
kurumlar olması sebebiyle caiz değildir.

2. Caiz olmamakla birlikte konvansiyonel bankalarda açılan vadeli mevduat hesaplarına,
ilgili vade sonunda 'Merkez Bankasınca belirlenen bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı' baz alınarak verilen faiz ile USD döviz kuru arasında döviz lehine bir fark meydana gelirse bu farkın devlet tarafından ödenmesi, İslam hukukunun klasik faiz teorisine göre 'faiz' olarak nitelendirilemez. Zira bu fazlalık mevduat hesabının tarafları dışında üçüncü bir kişi tarafından belli bir amaçla verilmektedir. Bu amaç da ülke ekonomisinin menfaatleri doğrultusunda, 'birikimlerini Türk lirası (TL) mevduat olarak değerlendiren vatandaşların kurlardaki oynaklık karşısında mağdur olmamasını' sağlamaktır. Devlet, gördüğü kamu menfaati ekseninde belli alanlara teşvik verebileceği gibi belli niteliği taşıyan kişilere hazineden fon transferi de yapabilir. Fakat tekrar vurgulanmalıdır ki, vadeli hesaba -oranı ne olursa olsun- bankanın verdiği fazlalık, faizdir ve gayrı meşrudur. Bununla devletin verdiği kur farkı telafisi aynı şey değildir.

3. Bu yolun faizli mevduat hesabı açmayı teşvik edeceği öngörülebilir. Fakat zaten faiz esaslı bir ekonomik düzende bu hesaplar hem TL hem de döviz ya da kıymetli maden cinsleri ile açılabilmekte, buna engel bir durum bulunmamaktadır. Çıkarılan bu yeni ürün ile ehven-i şerrayn ihtiyar olunarak milli para TL'nin korunması umulmaktadır ki, bir devlet kendi halkını, ekonomisini ve parası dahil millî varlıklarını meşru olan etkili ve verimli yollarla koruyabilmek için zor şartlarda kötü/gayrı meşru çözümler arasından en az zararlı olanı tercih edebilir.

4. Katılım bankalarındaki mudarebe esaslı TL hesaplarına benzer bir uygulamanın yapılması da mümkün ve caizdir. Zira devlet, reel ekonomiyi canlandırıp yatırımların artırılması için mudarebe yani emek-sermaye ortaklığını teşvik edebilir ve bu çerçevede söz konusu ortaklığın zarar ile sonuçlanması halinde bu zararı telafi edeceği vaadinde bulunabilir. Hatta sektörel bazda kar tahmininde bulunup bu tahminlerin altında kalan karları tamamlayacağını da beyan edebilir. Mudarebenin tarafları dışında üçüncü kişinin verdiği bir garanti olduğu için bu, ortaklığın baştan kar garantisi taşıması anlamına gelmez.
Ahmet YAMAN, Konya 21 Aralık 2021.'

————

ELEŞTİRİMİZ:

1) Herşeyden önce, Ahmet Yaman bey'in fetvası çok 'Yaman' çelişkiler içermektedir. Şöyle ki:

Fetvanın birinci maddesinde, faizli bankada vadeli hesap açmak caiz değildir, diyor.

İkinci maddede ise iki şey söylüyor:

a- Faizli bankada vadeli hesap açmak caiz olmasa da mevduat sahibine devletin faiz-kur farkı ödemesi faiz değildir ve bu fark helaldir, diyor.

b- 'Vadeli hesaba -oranı ne olursa olsun- bankanın verdiği fazlalık, faizdir ve gayrı meşrudur. Bununla devletin verdiği kur farkı telafisi aynı şey değildir' diyor.

Şimdi, birinci maddede caiz değildir, haramdır dediğiniz bir işleme binaen yapılcak ikinci işleme caizdir, buna bağlı ödenecek kur farkı da helaldir, diyorsanız, caiz olmayan bir işlem üzerine tesis edilecek ikinci işlem, nasıl caiz olur acaba?

Elbette ikinci işlem de birinciye tebean caiz olmaz. Zira, 'caiz değildir' dediğiniz birinci işlem, uygulamanın temel işlemidir. İkinci işlem ise bu işleme tabi olan fer' işlemdir. Bu durumda fer' asla tabidir. Asıl caiz değilse, fer'in caiz olması da düşünülemez. Yani haram dediğiniz bir işlemin üzerine (size göre) 'caiz' dediğiniz bir işlemi yükleyemezsiniz. Burası 'Yaman' bir çelişkidir.

2) Türkiye cumhuriyeti devleti idaresindeki kamu bankaları ile kamu sermayeli bankalar doğrudan hazineye bağlı devlet kuruluşudur.

Dolayısıyla bu bankalarda mevduat sahiplerine ödenecek faiz-döviz kur farkında üçüncü şahıslar söz konusu değildir.

Özel bankalarda ise, mevduatlar devlet garantisi altındadır. Yani devlet bu bankaların da kefili ve garantörü durumundadır. Bu durumda, özel bankalarla devlet hazinesi arasında da müteselsil sorumluluk ifade eden organik bir bağ söz konusu olmaktadır. Bu ilinti göz önüne alınırsa, özel bankalardaki faiz-kur farkı ödemesinde de üçüncü şahıslar söz konusu olmamaktadır. Çünkü, söz konusu faiz-kur farkı aynı sorumluluğu taşıyan tüzel kişilikler tarafından ödenecektir.

Nitekim mevzuatta; özel, kamu, katılım ve finans bankaları da 'kamu kuruluşu niteliğinde meslek kuruluşları' grubunda yer almaktadır. Bankalar Birliği ile, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bünyesinde de tüm bankaların organik bağı mevcuttur.

Bundan dolayıdır ki, özel bankalar işletme ve sermaye yönünden çıkmaza girdiği zaman, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilmektedir. Bu Fon da bir devlet kuruluşudur. Dolayısıyla bu Gon'a devredilen özel bankalar da bir bakıma devletin olmaktadır.

Bu hususla ilgili olarak Hazine'nin, özel bankalara düşük faizli kredi sağladığı da göz önüne alınmalıdır.

Öyleyse, özel bankalar dahil bütün bankalarda mevduat sahiplerine faiz-kur farkı ödemesinde üçüncü kişiden söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla yapılacsk işlemde iki taraf aradında akdedilen faizli bir işlem söz konusudur. Hem de ucu açık şekilde belirsiz, taraflardan birinin zararını içeren, akit içerisinde ayrı bir akit söz konusudur. Bu yönüyle işin içinde 'safkateyn' denilen akdi fesada götüren 'çitf akit' de mevcuttur.

Şunu unutmayalım ki bu uygulamanın şartlarını belirleyip ilan eden ve işi deruhte edecek olanın Devlet olduğu gerçeği de kur faiz farkı ödemesinin üçüncü kişi tarafından yapılmadığının kanıtıdır.

3) Mevduat sahiplerine faiz-kur farkı ödemesinde ortaya çıkan asıl sorun ise, parası olan ve bundan faiz geliri elde eden varlıklı mevduat sahibine Millete ait hazinden kur farkının da artı olarak ödenmesidir. Bu ödenen, adına hediye bile deseniz, milletin cebinden çıkan paradır.

Devlet bu uygulamasıyla, hiç parası olmayana bir kuruş vermezken, varlıklı kişiye milletin ortak malı olan hazineden hem faiz hem de kur farkı ödeyerek zengin lehine ciddi bir ayrıcalık sağlamış olmaktadır. Hazineden verilen parada bütün tebanın ve özellikle fakirim hakkı olduğu göz önüne alınırsa, bu durumda, vatandaş arasındaki ayrıcalıklı ugulamanın boyutu ortaya çıkmış olur.

Öyleyse bu uygulamada sosyal adalet ciddi anlamda zedelenmektedir. İşin asıl nazarı itibara alınması gereken yönü de burasıdır. Çünkü mevduat sahibine ödenecek kur farkı neticesinde hazinenin boşalması, yapılacak hizmetlerden tutun da ödenecek maaşlara kadar halka olumsuz yansıyacaktır.

İlahiyatçı veya fıkıhçılarımızın, söz konusu uygulamanın özellikle sosyal adalet ve iktisadi zarar yönünü görmezden gelmeleri, ciddi bir handikaptır. Ya bir de bunu, Hamdi Döndüren gibi, 'içtimai maslahat' ve 'zaruret' olarak niteleyenlere ne demeli?

İçtimai maslahat, parayı faize değil, parayı yatırım ve üretime yatırmakta değil midir?

4) Bu uygulamadaki faiz-kur farkı ödemesi şöyle dursun, uygulamanın, başlı başına faize teşvik olduğunda da kuşku yoktur. Bu şekilde faize para yatırmaya teşvik etmenin, yatırım ve üretimi engelleyeceği de izahtan varestedir.

Ahmet Yaman'ın fetvasının üçüncü maddesinde, 'Bu yolun faizli mevduat hesabı açmayı teşvik edeceği öngörülebilir' demesi de yatırıma değil, 'Yaman' bir şekilde faizli mevduata teşviktir.

5)Yaman'ın fetvasının dördüncü maddesindeki; 'devlet, reel ekonomiyi canlandırıp yatırımların artırılması için mudarebe yani emek-sermaye ortaklığını teşvik edebilir ve bu çerçevede söz konusu ortaklığın zarar ile sonuçlanması halinde bu zararı telafi edeceği vaadinde bulunabilir. Hatta sektörel bazda kar tahmininde bulunup bu tahminlerin altında kalan karları tamamlayacağını da beyan edebilir. Mudarebenin tarafları dışında üçüncü kişinin verdiği bir garanti olduğu için bu, ortaklığın baştan kar garantisi taşıması anlamına gelmez'

ifade ve önerileri de hayatın gerçeklerini ve ekonominin kurallarını yerle bir edecek cinstendir

Öyle ki herkes rastgele ticaret yapsın, ortaklık yapsın da devlet; 'zarar edenin zararını karşılasın!'; 'beklenen karı elde edemeyene de önceden tahmin ettiği fazladan karı ödesin!'…

Oh ne güzel, hayaller içinde malihülyalar!… Herkes yapar böyle ticareti. O zaman mudarabeye de gerek yok ki! Mudarabenin aslı, tarafların kar zarar ortaklığı ile ticaret yapmadı ise, zarar riskini ortadan kaldıran ve karı garantileyen bu teklif, nasıl bşr mudarabe olacaktır acaba? Hem, garantili ticarette adam niye başkasınsa yedirsin karının büyük kısmını, kendisi yapar ticaretini!

Bu şekildeki yüksek kar garantili ticaret ancak faiz olur. Yoksa tarihte böyle bir ticaret şekli banka faizlerinde bile görülmez. Devlet bu kadar parayı ödeyebilecek güçte olsa, niye kulağını arkadan göstersin de kendini yorsun ki?!

Yaman, bu teklifin cevazını da yine, üçüncü kişi tarafınfan ödenmesi savına bağlamış. Halbuki ortda üçüncü kişi olmadığını yukarıda delilleriyle ortaya koyduk. Zira, oyunun kurucusu devlet, her halükarda tarafeynfen biridir.

6)Yaman, fetvasının üçüncü maddesinde de şöyle diyor:

'Çıkarılan bu yeni ürün ile ehven-i şerrayn ihtiyar olunarak milli para TL'nin korunması umulmaktadır ki, bir devlet kendi halkını, ekonomisini ve parası dahil millî varlıklarını meşru olan etkili ve verimli yollarla koruyabilmek için zor şartlarda kötü/gayrı meşru çözümler arasından en az zararlı olanı tercih edebilir.

İfade bir acayip! Şöyle ki:

a-Uygulama ile, 'Milli paranın korunması umuluyormuş!'…
Bu kadar zayıf ihtimalle bu kadar harcama ve riske giriyorsanız, bunda kazanç ne gezer?

b-'Devlet, meşru olan etkili ve verimli yollarla milli parayı koruyabilmek için zor şartlarda kötü/gayrı meşru çözümler arasından en az zararlı olanı tercih edebilir'

Bu ne demek? Adeta Tarzanca bir ifade! Şöyle ki;
Hem 'meşru olan etkili ve verimli yollarla' çözüm; hem de 'kötü/gayrı meşru çözümler arasından en az zararlı olanı tercih' şeklinde çözüm!…

Aynı işlemde, aynı cümle ve hükümde birbirine zıt iki çözüm önerisi!

Hangisi acaba?

Meşru yollarla mı milli paranın değeri korunacak?

Yoksa, gayri meşru yollardan şerri daha az olanı tercih etmek suretiyle mi milli paranın değeri korunacak?

SONUÇ

Evet, dini bir konuda sağlam temele dayanarak ve Allah rızası için hakkı ortaya çıkarmak saikiyle konuşmazsanız, rasgele ya da konjonktürel konuşursanız, işte bu hallere düşersiniz. Metnin bütününde çelişki, parağraf içinde çelişki, her maddenin içinde ayrı çelişki ve bir tek cümlenin içinde de çelişki!… Şişi de kabanı da korumsyı hedefleyen, 'Yaman' çelişkiler yumağı bir fetva!

Bırakın Devlet dilediğini yapsın, yeter ki paranın değerini korusun, ekonomiyi düzeltsin! Siz, neden laik ve demokratik hukuk devletinin iş ve işlemlerini illa da din kılıfına sokmak istersiniz ki?!..