Geleceğe Stratejik Bakış

Hz. Mevlana; “senin baktığına herkes bakıyor da, görebildiğini herkes görebiliyor mu?” diyerek; bakmakla görmenin aynı şey olmadığını, her bakanın da aslında görmediğini ifade ediyor. Bakmakla görmek arasındaki fark ise; olaylara yaklaşım, düşünme ve değerlendirme tarzıyla ortaya çıkıyor. Geleceğin şekillendirilmesine yönelik olması bakımından, stratejinin olmazsa olmaz özelliklerinden biridir ufka bakış...

Vizyon sahibi olabilmek; kendimize ve ekibimize liderlik edebilmek için ufka bakışımızı geliştirebiliriz. Ufkumuz, ne kadar geniş ve ileride ise gideceğimiz veya ekibimizi götüreceğimiz yer de o derece ileride ve güçlü olacaktır. Bu da bizi, rakiplerimizin ve faaliyette bulunduğumuz sektörün lideri durumuna getirecektir.

Geleceğe bakış, aynı zamanda geleceğin ne fısıldadığını duymak demektir. Ünlü fütürist Hiemstra bunu; “eğer dikkatli dinlerseniz, geleceğin size ne söylediğini öğrenebilirsiniz” cümlesiyle ortaya koyuyor. Öte yandan sezgilerimizi de en üst seviyede kullanmamız gerekiyor. Çünkü “görmek” demek; resmi bütün detaylarıyla fark edebilmek, olağanüstü bir dikkatle kulak kesilip ne söylediğini duyabilmek ve her duyguyu hissederek, elle tutulur hale getirebilmek demektir.

Bununla birlikte ufka bakışın da bir takım kuralları olmalıdır. Bu durumu anlatabilmenin en iyi yollarından biri, Hz. Mevlana’nın “pergel” metaforunu hatırlamak olacaktır. Belki her birimizin hayat felsefesi haline getirmesi gereken metaforunda Hz. Mevlana; bir ayağın, adeta çakılmış vaziyette yere sapa sağlam basarken, diğer ayağın açılabildiği kadar uzak ufuklara açılması gerektiğini ifade ediyor. Yere sağlam basan ayağı, sahip olduğumuz “temel değerler” olarak niteleyebiliriz. Başka bir deyişle bu kimliğimizi, kişiliğimizi ve aidiyetimizi ifade eder. Diğer ayak ise sizin ne kadar vizyoner olduğunuzu belirleyecek olan ufkunuzdur.

Cumhuriyet döneminin güçlü yazarlarından Necip Fazıl da bu hususu Gençliğe Hitabesinde; “kökü ezelde, dalı ebedde” şeklinde tarif ediyor. Yere çakılı olması gereken ayak yeterince sağlam değilse, rekabet ortamında kaybolmak, savrulup gitmek veya yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya kalınabilir. Bu tür kişi ve organizasyonlar, bütün değerlerini yitirmiş, ideallerini kaybetmiş, kimliklerinden eser kalmamış; “her şeyi mubah gören” canavarlara da dönüşebilir.

Diğer taraftan baktığımız yeri veya bakış açımızı da yeniden yapılandırmamız gerekebilir. Bir binanın zemin katından gördüğümüz ile yirmi birinci katından müşahede ettiklerimiz aynı olmayacaktır. Bir helikopterden ya da uzaydan dünyaya nazar ettiğimizde de bize görünenler farklı olacaktır. Öte yandan sadece uzaktan bakarsanız “detay” ları, çok yakından bakarsanız “bütünü” kaçırabilirsiniz. Kendimizi ve ekibimizi ikisini de aynı anda müşahede edecek konuma getirmemiz gerekir.

Bunun için mevcut durumun iyi analiz edilerek, uzak geleceğe; diğer ifadesiyle “ufka bakış” becerisinin geliştirilmesi, hem bireyler, hem şirketler, hem de devletler için hayati önemdedir diyebiliriz. Geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımıza, öncelikle temel değerlerin öğretilmesi lüzum eder. Hatta bununla da yetinilmeyip “değerler manzumesi” ni içselleştirerek yaşamalarını temin edecek yolları bulmak belki de en mühim vazifemiz... Böylece gençlerin yere sağlam basarak, uzak ufuklara yelken açmasını sağlayabilir ve ülkemizin geleceğinden emin olabiliriz.