Tuttuğumuz her şey elimizde kalıyor.

Kızılca kıyamet görüntüsü var memlekette.

Haber bültenleri dehşet veriyor.

Düşünmek lazım yani tefekkür etmek gerek.

Sormak gerek “Nerede hata yapıldı?”

Müesseselerin “kurumlaşmış” olması olabilir mi?

“Kurum” bildiğiniz gibi duman artığına denir.

Duman artığı...

Duman, şu bildiğiniz ateşin izi.

TDK’ye baktım “kurum” kelimesinin karşılığı nedir diye.

TDK “kurum” kelimesini “Bacalarda biriken kalın is” şeklinde tarif etmiş.

Acaba diyorum; ülkemizde cemiyetlerimiz, müesseselerimiz “kurum” haline gelince mi şirazeyi kaybettik?

Gerçi TDK’nin kendi ismi de öyledir.

TDK’nin açılımı “Türk Dil Kurumu’dur. 

Peki neydi 1932’e kurulan bu kuruluşun orijinal adı?

Türk Dilini Tetkik Cemiyeti.

Sormak gerekmez mi 1932’de kurulan bu cemiyetin adı 3-5 sene sonra niye “kurum” olarak değişti?

Söyleyin niye?

Bu soruyu her daim kendimize sormalıyız.

Bu mesele bahs-i diğerdir ama unutmayalım ki, Tanzimat’tan beri tepe taklak edilmiş sosyo-kültürel bünyemizin arızasının özünde lisanımızın bozulması meselesi vardır.

Bu mevzuyu şimdilik askıya alalım.

Yazımın girişinde demiştim ki, endişeliyiz.

Toplum olarak geldiğimiz seviye hepimizi endişeye sevk ediyor.

Haber bültenlerinde gün geçmiyor ki, bir serseri sürücü bir vatandaşımızın ölümüne sebebiyet vermemiş olsun.

Bu tür sürücülerin kahir ekserisi alkollü.

İki gün önceki haber bültenlerinde verilen habere göre; Balıkesir’de harçlığını çıkarmak için kuryelik yapan bir üniversite öğrencisi “birisi” tarafından 25 yerinden bıçaklanarak öldürülüyor.  Katilin yaşının küçük olduğu iddiası mahkemede gündeme getirilmiş katilin avukatları tarafından.

Katilin yaşının küçültülmeye çalışılması ne anlama gelir?

“Daha az ceza alsın” isteniyor.

Bu ne demektir?

Cezanın caydırıcılık fonksiyonu aşındırılıyor.

Hukukta ceza esprisinin özünde işkence maksadı yoktur.  Cezada esas olan caydırıcılıktır. 

Bizim kadim medeniyetimiz meseleye böyle bakardı.

Ahilik diye bir sistemimiz vardı bizim.

Bir mahallede fail-i meçhul suç işlenemezdi; 500 sene önce bizim toplumumuzda.

Ruhî sıkıntısı olan veya suç makinesi haline gelmiş biri varsa karakter yönünden sağlam fertlerin bulunduğu bölgelere sürgüne gönderilirdi.

Gönderilir ki, oradaki sıhhatli iklimden etkilensin “insanlığını hatırlasın”.

Hani diyorlar ya, “mahalle baskısı” diye.

İnsanlar “mahalle baskısıyla” kendine çeki-düzen verirdi.

Şimdi ne yapılıyor?

Devasa cezaevlerimiz var. 

Avrupalı “dostlarımızın” kalite kontrolü yaptıkları bu “lüks” cezaevlerinde “suçlularımız” bizim paralarımızla yediriliyor ve içiriliyor:

Kış ayları gelince özellikle suç işleyerek cezaevine girmeyi alışkanlık haline getirmiş “vatandaşlar” var.

Vatandaşlarımızın çocukları var, cezaevinin müdavimleri.

Cezalarda caydırıcılık olmayınca cezaevleri “kışlık istirahathane” haline gelmiş gibi. 

Adlî sürecin/vetirenin sıhhatli işlemediği yönünde bir intiba var toplumun zihninde. 

Bu çocuklar bizim.

Hatırlamak lazımdır ki, bir toplumun inşası “kötülerin” imhasıyla değil neslin ıslahıyla mümkündür.

Dostlar!

Adalet çok mühimdir, çok.

Bir atasözümüz vardır, Osmanlı’da mülki amirlerin makam odalarını süsler ve şöyledir:

 “El-adlü esas ül mülk”.

Manasını bilenler bilir ama biz yine hatırlatalım: “Adalet mülkün temelidir”.

Bu muhteşem söz hadis-i şerif midir bilmiyorum ama İslam’ın rengini taşıdığı muhakkak.

Geciken adalet, adalet olmaktan çıkar.

Sosyal yapıda münakaşa mevzu olan mahkeme kararları devlet-millet bütünleşmesine zarar verir/vermektedir.

Herkes dikkatli olmalıdır.

Şiraze bozulmamalıdır. Yani millet olarak şirazemiz ile oynanmamalıdır.

Milletimizin şirazesi doğru lisan-doğru inanç ve doğru tarihtir.

Yazımın girişinde ifade etmiştim tekrar hatırlatayım: lisanımıza müdahale edilmiş ve şirazeyi “kaymış” görünmektedir. 

“Cemiyet” örneğini verdim ve sordum “niye değiştirildi bu kelime?”.

Cemiyet, “kurum” haline niye getirildi?

Ayağınızın altındaki halının kayması gibi bir şeydir bu.

Sonuca gelelim:

Bütün dertlerimizin dermanı vardır ve ümitsiz değiliz.

Dertlerimizin dermanı şudur bizce: Kendimiz olmaktır.

İşte bütün mesele budur: Kendimiz olmak.

Öyleyse biz kimiz?

Bacalarda biriken kalın is haline gelmiş/getirilmiş yani “kurumlaşmış” müesseselerde bu sorunun cevabını aramaktayız.

Bence, önce “kurumluktan” “müesseseye” irtifa etmeliyiz.

Daha sonrası, bilahare halledilir.

Sırayla gidelim.