“Ne Diyorlar, Doğrusu Ne?”

Önceki iki yazımızın devamı olarak bu yazıda, birtakım odakların “Hıristiyanlarla ortak mabed” telakkisini makul ve meşru göstermek için (güya) delil getirdikleri bazı hadiselerdeki çarpıtmalara dikkat çekeceğiz.

1- NECRAN HIRİSTİYANLARI İLE MESCİD-İ NEBEVİ’DE YAŞANANLAR

Camilerimizi dinlerarası diyalog mekânlarına çevirenlerin, bu tevhid – şirk yahut hak – batıl karışımını meşrulaştırmak için, mahiyetini saptırarak suiistimal ettikleri hadiselerden biri, Necran Hıristiyanlarının Hz. Peygamber’i (s.a.v.) Medine’de ziyarete gelmeleri ve bu ziyaret esnasında yaşananlardır.

Onların iddiasına göre (aşağıda geleceği gibi, gerçekliği bile şüpheli olan) bu hâdise, dinlerarası diyalog camilerinin(!) meşruiyetine, güya Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatından(!) bir delil teşkil ediyor! Bunun nasıl bir saptırma olduğu ilerleyen satırlarda ayan beyan ortaya çıkacaktır.

Bu hususta her şeyden evvel sorulması gereken soru şudur:

Necran Hıristiyanlarının Medine’ye geliş sebebi neydi?

Sadece bu sorunun cevabı bile, bu hadisenin nasıl saptırıldığını ispata kâfidir.

Necran Hıristiyanları Medine’ye şu sebeple gelmişlerdi:

Peygamberimiz (s.a.v.) bir mektupla onları İslam’a, Müslüman olmaya davet etmiş; şayet kabul etmezlerse cizye vereceklerini, buna da yanaşmazlarsa kendilerine harp açacağını bildirmişti.

Yani bu mektubun muhtevasında, Necran Hıristiyanlarına, İslam’a göre onlara tatbik edilecek hukuk haber veriliyordu. 

Dolayısıyla Necran Hıristiyanlarının Medine’ye gelişi, merak saikiyle yapılmış “turistik bir seyahat(!)” değildi!

Bundan sonrasını, yani ziyaretin mahiyetini ve bu ziyarette yaşananları Asım Köksal Hocanın İslam Tarihi’nden aktaralım:

“(Peygamberimiz) Onlara ‘Müslüman olunuz!’ buyurdu.

Onlar ‘Biz eskiden beri Müslümanız!’ dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam ‘Siz yalan söylüyorsunuz! İsterseniz Müslüman olmanıza engel olan şeyleri size haber vereyim!’ buyurdu.

Onlar ‘Haydi getir, bildir bakalım onları!’ dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam ‘Sizin Allah'a oğul isnad etmeniz, haça tapmanız, domuz eti yemeniz, içki içmeniz sizi İslamiyet'ten men etmiş ve ediyor!' buyurdu.  

Necranlı Hıristiyan bilginleri sözü uzatıyorlar, çoğaltıyorlar ve İsa Aleyhisselam hakkındaki inançlarını savunmaya çalışıyorlardı.

‘O, Allah'tır!’ diyorlar ve şöyle söylüyorlardı:

‘Çünkü o (İsa), ölüyü diriltirdi, hastaları iyileştirirdi, gaybdan haber verirdi, çamurdan yaptığı kuş heykelini üfleyip canlandırırdı. O, Allah'ın oğludur. Çünkü onun bilinen bir babası olmamıştır. O beşikte konuşmuştur! Bunu kendisinden önce hiç kimse yapamamıştır. O, üçün üçüncüsüdür…” diyorlardı.

(Heyettekilerden) Ebu Harise, ‘Ya Muhammed! İsa hakkında sen ne dersin?’ diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam ‘O, Allah'ın kulu ve rasûlüdür!’ buyurdu.

(…) Temsilcilerin en üstünü olan kişi ‘Sen ona ne için ‘kuldur’ diyerek hakaret ediyorsun?’ dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam ‘Evet! O, Allah'ın kuludur! Meryem'e ilka ettiği kelimesidir!’ buyurdu.

Necran temsilcileri kızdılar, ‘Biz senin dediğini kabul etmeyiz! O, Allah'tır! Öyle değilse, haydi söyle, onun babası kimdir?!’ dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara ‘Siz, sıfatları babasının sıfatlarına benzemeyen bir oğul olamayacağını biliyorsunuz değil mi?’ diye sordu.

‘Evet!’ dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam ‘Sizler, Rabbimizin hiç ölmeyen, diri, İsa'nın ise fani olduğunu biliyorsunuz değil mi?’ diye sordu.

Hıristiyan temsilcileri ‘Evet!’ dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara ‘Sizler, Rabbimizin kendi zatıyla kaim olduğunu ve her şeyi koruduğunu, rızıklandırdığını biliyorsunuz değil mi?’ diye sordu.

Hıristiyan temsilcileri ‘Evet!’ dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara ‘İsa bunlardan herhangi bir şeye mâlik bulunuyor mudur?’ diye sordu.

Hıristiyan temsilcileri ‘Hayır!’ dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara ‘Hiç şüphe yok ki, İsa'ya ana rahminde dilediği gibi suret veren Rabbimiz Allah'tır. Yemeyen, içmeyen Rabbimiz Allah'tır! Sizler İsa'ya annesi (Meryem)'in herhangi bir kadının hamile kaldığı gibi hamile kaldığını, sonra onu herhangi bir kadının çocuğunu doğurduğu gibi doğurduğunu, sonra onun bir çocuğun emzirilmesi gibi emzirilip beslendiğini, sonra yiyip içtiğini biliyorsunuz değil mi?’ diye sordu.

Hıristiyan temsilciler ‘Evet!’ dediler.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara ‘Hal böyle olduğuna göre, iddia ettiğiniz gibi İsa nasıl Allah veya Allah'ın oğlu olabilir?!” buyurunca Necran Hıristiyan temsilcileri susakaldılar.

Yüce Allah, onların sözleri ve üzerinde ihtilafa düştükleri her şeyleri hakkında indirdiği ayetlerde şöyle buyurdu…”

Asım Köksal Hocanın eserinde, bu satırların devamında, bu hadise sebebiyle nâzil olan Âl-i İmran Suresinin ilk 64 ayetinin meali verilmektedir.

DEĞERLENDİRME:

Anlaşılacağı üzere bu görüşmelerde Hıristiyan heyeti susmaya mecbur kalmıştır. Buna ilzam olmak denir ki çaresiz kalarak mağlubiyeti kabul etmek demektir.

Evet, Necran Hıristiyanlarıyla yapılan görüşmede, tevhidi temsil eden İslam'ın, şirki temsil eden Hıristiyanlığa galebesi söz konusudur.

Dahası hadisenin devamında, bu galebeyi kabul etmek istemeyen Necran Hıristiyanları, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından lanetleşmeye davet edilmişler ve kabul ederlerse helak olacaklarını gayet iyi bildikleri için buna yanaşmayıp cizye vermeyi kabule mecbur kalmışlardır.

Verilecek cizyenin miktarı hemen orada belirlenmiş ve Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah da (r.a.) “ümmetin emini” sıfatıyla bu tahsilatı yapmak üzere kendileriyle gönderilmiştir.

Cizye vermek şartıyla geri dönen bu heyetin içinden üç kişinin, ilerleyen günlerde tekrar Medine'ye gelip Müslüman olduklarını da ekleyelim…

Şimdi soralım:

Acaba bu hadiseyi istismar edip hedefinden saptıran dinlerarası diyalogcular “Hz. Peygamber (s.a.v.) Necran Hıristiyanlarının mescidde ayin yapmalarına müsaade etti derken, görüşmelerin bu safhasını, yani lanetleşme davetini ve devamındaki cizye vermeye mahkûm edilişlerini neden hiç gündem etmezler? Manidar değil mi?

Kaldı ki, Necran Hıristiyanlarına Mescid-i Nebevi'de ayin yapmaları için izin verildiği şeklindeki bu rivayetin gerçekliği de şüphelidir.

Ebubekir Sifil Hoca, konuyla ilgili “Camide Ayin” adlı makalesinde şöyle der:

“Esasen Necran Hristiyanlarının Medine ziyaretiyle ilgili olarak İbn İshak tarafından nakledilen bu ünlü rivayet, zayıf ve münkatıdır (senedinde kesinti vardır). Bu sebeple böyle hassas bir konuda delil olarak kullanılması uygun değildir.”

Ebubekir Sifil Hoca, hadisenin doğru kabul edilmesi durumunda nasıl değerlendirilmesi gerektiğine dair ihtimalleri de şöyle sıralar:

“Bu olay, iyi niyet izharı olarak anlaşılabilecek şekilde Medine'ye kadar gelmiş Necranlı heyetin gönlünün hoş tutulması amacına mebni olabilir. Yani Efendimiz (s.a.v.) onların kalplerini İslam'a ısındırmak için böyle davranmış olabilir. Nitekim Buharî şerhinde İbn Receb bu ihtimal üzerinde durur ve şunları söyler: 'Hz. Peygamber (s.a.v) o vakit onlara müsaade etmekle kalplerini İslam'a ısındırmak ve İslam'dan uzaklaşmalarına meydan vermemek istemiş olabilir.'

…Devamında İbn Receb şöyle der: 'Onların (gayrimüslimlerin) kalplerinin ısındırılmasına ihtiyaç kalmayınca artık bu uygulamayı devam ettirmek caiz olmaz.'

Efendimiz (s.a.v)'in herhangi bir uygulaması, başta Sahabe-i Kiram olmak üzere Ümmet fukahası tarafından devam ettirilmemişse bunun iki sebebi olabilir:

Ya o uygulama nesh olmuştur, ya da Efendimiz (s.a.v)'e mahsustur; O'ndan başkasının o uygulamayı devam ettirmesi caiz değildir.” [1]

2- İSA – MERYEM’Lİ TESLİS FİGÜRLERİNE MASUMLUK VE MEŞRULUK KAZANDIRMA GAYRETLERİ

“Dinlerarası diyalog” ve “Ilımlı İslam” çevreleri, Hıristiyanlığı aklamak(!) adına, Mekke'nin fethinde Kâbe’nin putlardan temizlenmesi esnasında, kucağında İsa olan Meryem suretinin imha edilmediğini, korunduğunu da iddia ediyorlar.

Peşinen belirtelim ki bu, İslam'ın tevhid esaslarına ve tarihî gerçeklere tamamen aykırı, mesnetsiz ve delilsiz bir hezeyandır. Allah ve Rasûlüne iftira anlamı taşıyan açık bir başkaldırıdır. Hile, entrika, fitne ve fesat kokan koca bir yalandır.

Muteber kaynaklar Kâbe’nin bütün put ve suretlerden temizlendiğine dair hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kadar açık ve net deliller ortaya koyarlar.

Şöyle ki;

Kâbe’de fetihten evvel üç yüz atmış kadar put vardı. Bunların en büyüğü Hubel adı verilen put idi. Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke fethedilince bunların hepsini imha ettirdi. Suret şeklinde olanları da tamamen sildirdi.

Kaynaklarda geçtiğine göre, en büyük put dediğimiz Hubel’in yıkılması için Hz. Ali (r.a.) görevlendirildi. Fakat yüksekte olduğu için Hz. Ali ona yetişemedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) “Ey Ali! Omuzlarıma çık!” dedi. Hz. Ali (r.a.) şöyle diyor:

“Hz. Peygamberin omuzlarına çıktım. Sonra beni yukarıya doğru kaldırdı. O anda istesem göğe ulaşabilirim diye düşündüm. Bakırdan yapılmış olan bu en büyük put idi. Bana ‘Onu yerinden sök!’ dedi. Ben putu yerinden sökmek için uğraşırken Resulüllah (s.a.v.) ‘İyi, iyi!’ diyerek beni teşvik ediyordu. Nihayet putu yerinden söktüm. Bana ‘Onu parçala!’ dedi. Ben de putu kırıp parçaladım, sonra aşağıya indim.” [2]

En muteber kaynaklardan en sahih bilgileri bir araya toplayan, bu yönüyle herkesin takdirini kazanmış Asım Köksal Hocanın İslam Tarihi adlı eserinde konuyla ilgili bölüm şöyledir:

“Kapıya doğru olan direkte Hz. Meryem'le kucağında İsa Aleyhisselamın sureti, öteki direklerde de, peygamberlerin, meleklerin ve oklarla fal çeken ihtiyar bir adam şeklinde İbrahim Aleyhisselamın sureti, bir koç veya bir koç başı ile ağaçlar çizilmiş bulunuyordu.

…Peygamberimiz Aleyhisselam, Kâbe anahtarcısı Osman b. Talha'dan anahtarı eline alıp Kâbe’yi açtı.

… İbrahim Aleyhisselamın İsmail Aleyhisselamın eliyle fal çeker bir şekilde tasvir edilmiş olduğunu görünce ‘Allah bunları yapanları kahretsin! Büyüğümüzü fal oku çeker bir halde tasvir etmişler! İbrahim'in hal ve şanında fal oklan çekmek yoktur! Vallahi, o puta tapanlar da bilirlerdi ki, bu iki peygamber hiçbir zaman fal okları çekmemişlerdir!’ buyurdu ve “İbrahim, ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandı. Fakat o, Allah'ı bir tanıyan, dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden de değildi!” (Âl-i İmran: 67) mealli ayeti okudu.

Kâbe’nin içindeki putları çıkarmasını ve suretleri gidermesini Hz. Ömer'e emretti.

Hz. Ömer, Kâbe’ye girip, silmedik suret, kırmadık heykel bırakmadı.

Ancak, İbrahim Aleyhisselamın suretine dokunmadı.

…Peygamberimiz (s.a.v.) Usame b. Zeyd, Bilal b. Rebah ve Osman b. Talha ile birlikte Kâbe’nin içine girdi.

Peygamberimiz içeri girince Hz. İbrahim'in çizilmiş suretinin silinmediğini gördü.

'Ey Ömer! Ben sana hiçbir suret bırakmayacaksın, hepsini silip yok edeceksin diye emir vermedim mi?' buyurdu.

Hz. Ömer 'O İbrahim'in sureti idi' dedi.

Peygamberimiz 'Sil onu da!' buyurdu.

Hz. Ömer Kâbe’de bezle silip yok etmedik suret bırakmadı.

Peygamberimizin (s.a.v.) Usame'ye bir kova su getirtip kalan suretleri kendisinin sildiği de rivayet edilir.” [3]

Bu ifadelerden, Kâbe’nin içinde, gerek cisim / put şeklinde, gerekse çizim/ resim şeklinde, tevhide aykırı ne kadar şirk sembolü var ise, hepsinin de imha edildiği anlaşılmaktadır.

Bundan sonra Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’de ve bütün Arap Yarımadasında ne kadar put ve put imalathanesi var ise, hepsini imha ettirmiş, netice olarak da şu ayetin muradı, Kâbe merkezli olarak tecelli etmiştir:

“De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ: 81.)

SONUÇ

Görüldüğü gibi, gerek Medine’de Necran Hıristiyanlarının ziyareti esnasında, gerekse Mekke’nin fethinde Kâbe’de yaşanan hadiseler, İslam’ın, şirkin ve batıl inançların hiçbir çeşidine en küçük bir müsamaha göstermediğinin apaçık delilidir.  

Bu aynı zamanda, dinlerarası diyalogu camilerimize /mescidlerimize hâkim kılmak isteyen güruhun, tarihî hadise ve vesikaları saptırmada ne kadar sınır tanımaz olduklarının da ibretlik bir örneğidir.  

Her Müslüman şunu adı gibi bilmelidir:

Allah’ın birliği esasına dayanan tevhid akidesi, bütün putlara, bütün şirk unsurlarına, bütün batıl inançlara, her yönüyle tamamen kapalıdır. Zira İslam’ın tek hak din olması bunu gerektirir.

O halde tevhidle şirk, imanla küfür, hiçbir yerde bir arada olamayacağı gibi, tevhid ve imanın sembol yapıları olan cami ve mescidlerde de asla bir arada olamaz. İman da, amel de, hüküm de buna göredir ve bu hakikat kıyamete kadar böyle devam edecektir.


[1] https://ebubekirsifil.com/gazete-yazilari/camide-ayin/

[2] Hakim en - Nisaburi, Müstedrek, Ale's Sahihayn, II, 367; İbn Cevzî Tezkiretü'l Havass, 34.

[3] Asım Köksal, İslam Tarihi c. 8, s. 283 - 285.