AK Parti, 3 Kasım 2002'de iş başına gelmişti. Ancak 28 Şubat darbe süreci alttan alta devam ediyordu.

28 Şubat'ın bitmesi, 27 Nisan 2007'de yayınlanan E Muhtıra'ya karşı Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 28 Nisan sabahı çıkıp sert bir konuşma yapmasıyla mümkün olmuştur. Devrin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt'ın "ben yazdım!" dediği elektronik muhtırada Kutlu Doğum Haftası Kutlamalarına bile dil uzatılmaktaydı.


Sonraki senelerde Türkiye'de darbeler devrinin 28 Nisan 2007'de kapandığı görüşü umumi kabul gördü. Bir çok vesayet gibi askerin vesayeti de kalkmıştı.
Hemen herkes bu görüşte yanıldı.


17 ve 25 Aralık 2013'te peş peşe gelen darbe teşebbüsleri, darbelerin bitmediğini, vesayetlerin devam ettiğini gösterdi. Dünkü cuntacı asker ve medyanın yerini bugünkü cuntacı polis, yargıç ve medya almıştı...


Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara geldiğinde ne yapacaktı? O bir siyasi partiydi. Dünya görüşü ve millete verilmiş sözleri vardı. O dünya görüşünde ilerlemek, o sözleri tutabilmek, ancak yetişmiş insan unsurlarıyla mümkündü. 28 Şubat rejimi bilhassa ilk 5 yıl içinde kasıp kavurmuş, devlet kadrolarını, bakanlıkları, bürokrasiyi kendine yakın isimlerle doldurmuştu. 28 Şubat güdümlü iktidarlar, Mesut Yılmazlar, Bülent Ecevitler, A. Necdet Sezerler, nihayetinde ülkeyi ekonomik ve sosyal krize sokmuş, milletin imânı, örfü ve kılık kıyafetiyle oynanmış, Türkiye, IMF komiserlerinin caka sattıkları 5. Sınıf bir devlet durumuna düşürülmüştü.
AK Parti'nin önünde uzun bir yol, sırtında ağır yükler vardı. İşleri elbette TBMM'deki parti grubuyla değil, güvendiği kadrolarla yapacaktı. Hükümet, hassas yerlere, stratejik noktalara fikir beraberliği içinde olduğuna inandığı personeli tayin edecekti.
Bunlar kimler olabilirdi?


Tasalanmaya gerek yoktu. Muhafazakâr kesimde insanlar yetişmişti. En büyük "teminat" ise Gülen Cemaati'ydi. O günlerde o kadrolar bir cemaat ve bir "teminat" olarak görüldüler. Neredeyse herkes onlara büyük bir sevgiyle bakıyordu. "Hizmet hareketi", gençler yetiştiriyor, dünyada okullar açıyor, yabancılara Türkçe öğretiyordu. Bu yüzden AK Parti yönetimi iktidara gelir gelmez onları İK/ İnsan Kaynakları olarak gördü. Adliye, İçişleri Polis, Millî Eğitim, TRT vs vs göz kırpmadan bu teşkilata teslim edildi.


17 ve 25 Aralık 2013 Tarihinde Emniyet ve Adliye ittifakıyla darbelere girişilmesi üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan, o acı itirafı telaffuz etti: "Aldatıldık, sırtımızdan vurulduk!" Başbakan Erdoğan'ın dik ve tavizsiz duruşu ve emniyet ve adliyedeki vatansever kadroların fedakârlıklarıyla ihanet çökertildi. Fakat bitmedi. Şimdi anlaşılıyor ki takıyyede emsalsiz malûm yapı tâ Turgut Özal zamanında örgütlenmeye başlamıştı. O zaman açılan polis okulları da onlara teslim edilmişlerdi. Orada bir paralel ordu hazırlandığı bugün görülebiliyor. Kemeraltı Camii, Yamanlar Koleji yıllarından gelen bir örgütlenme söz konusu. Yine bugün görülüyor ki işin içinde çok ünlü istihbarat teşkilatları var. Böyle olmasa dünyanın neredeyse üçte ikisine okullar açılabilir miydi? Öylesine katı bir tutum içinde bulunuyorlardı ki kendilerinden başka kimseye hayat hakkı yoktu. Nitekim iktidarla ilk kavgaları en azından bazı kadrolardan tasfiye edileceklerini sezmeleri üzerine 7 Şubat 2012'de Başbakan ameliyata girerken Hakan Fidan'ı tuzağa düşürmeye kalkışmalarıyla başladı.

MİT Başkanı, o gün ifadeye gitseydi tutuklanacaktı. İplerin kopmasıysa 3 Mart 2014 tarihli Dershanelerin Kapatılmasına dair kararla oldu. Dershaneler, düne kadar cemaat zannedilen örgütün hem para ve hem de insan kaynağıydı. Kapatma kararına saldıran haber ve yazılarına rağmen Başbakan Erdoğan, yoluna devam edince 17-25 Aralık darbe ihanetleri yaşandı. Adı yolsuzluk operasyonuydu. Esas hedef bir kaç bakan ve Başbakandı. Kendi sayelerinde, himmetleriyle, dualarıyla Başbakan olduğuna inanıyorlardı. Hükümeti devirecek Başbakan Tayyip Erdoğan ve bazı bakanları hapse atıp paralel yargıçlarla mahkûm edeceklerdi. İfade itiraflarında görülüyor ki tesbit ettikleri hedeflere varmak, devleti eğitim, adliye, ordu ve neyi varsa her unsuruyla ele geçirmek için içkiden zinaya kadar her yolu mubah sayıyorlarmış. Şu var ki sadece devleti bozmuyorlardı. Milletin imanını da bozuyorlardı. Eğer 17-25 Aralık muvaffak olsaydı, Türkiye, kendisi olmaktan çıkardı. Bugün gelinen nokta nedir?

Çok yol alındı. Fakat daha alınacak çok da yol var. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi temizlik bütünüyle yapılabilmiş değildir.
Türkiye, dışarda Rusya, Suriye, İran ve DAEŞ'le mücadele etmekte.
İçerdeyse PKK, FETÖ, DHKP-C ile savaşmakta.
Buna rağmen kalkınıyoruz.
Buna rağmen büyüyoruz.