Sühreverdî, Konya’ya geldiğinde Alaeddin Keykubat Gavale Kalesinde idi. Mevlana’nın babası Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled’i de beraberinde götürmüştü. Sühreverdî’nin Halifenin mesajıyla geldiği haberini alan Sultan, onun da Gavale Kalesine getirilmesini emretti. Sultan ile Sühreverdî resmî görüşmelerini tamamladıktan sonra Sühreverdî ile Bahaeddin Veled derin bir sohbete daldılar.

Sühreverdî, Konya'ya geldiğinde Alaeddin Keykubat Gavale Kalesinde idi. Mevlana'nın babası Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'i de beraberinde götürmüştü. Sühreverdî'nin Halifenin mesajıyla geldiği haberini alan Sultan, onun da Gavale Kalesine getirilmesini emretti. Sultan ile Sühreverdî resmî görüşmelerini tamamladıktan sonra Sühreverdî ile Bahaeddin Veled derin bir sohbete daldılar. Bahaeddin Veled'in Belh'ten gelirken uğradığı Bağdat'ta tanıştığı Sühreverdî'ye saygıda kusur göstermemesinin asıl sebebi belki bu eski hukuklarıydı.

Nitekim Sühreverdî Bağdat'ta ona misafirperverlikte kusur etmemiştir. Ayrıca hem Bahaeddin Veled hem de Sühreverdî Hz. Ebû Bekir neslinden olduğundan kendilerini birbirlerine akraba sayıyorlardı. Sühreverdî, Sultanın ve Bahaeddin Veled'in birkaç gün misafiri oldu. Sultan gördüğü bir rüyanın tabiri münasebetiyle hem Bahaeddin'e hem de Sühreverdî'ye pek kıymetli hediye ve ihsanlarda bulundu. Sühreverdî bu seyahati esnasında henüz ondört-onbeş yaşlarında bir delikanlı olan Mevlana ile de görüşmüş olmalıdır. Şihabüddin'in Konya'da görüştükleri arasında Seyyid Burhaneddin Muhakkık Tirmîzî de vardır. Aralarında hiçbir konuşma geçmeksizin gerçekleşen ziyaretten sonra sebebi sorulunca Şihabüddin, 'hal ehli yanında kal dili değil hal dili lazımdır.' şeklinde cevap vermiştir. Sühreverdî'nin doksan yaşına kadar ömründe her yıl olmasa da sık sık hacca gittiği de kaynakların verdiği bilgiler arasındadır. Kaynakların verdiği bilgiye göre en son 628/1230 yılında hac farizası için Mekke'de bulunduğu sırada meşhur mutasavvıf şair İbnü'l-Farid ile görüşmüş onun iki oğluna tarikat hırkası giydirmiştir.

Hayatı boyunca büyük bir şöhrete kavuşmuş olan Sühreverdî, ömrünün son yıllarını kendisini uzaktan yakından ziyaret ederek duasını almak isteyen, müşküllerini sorarak halletmek isteyen pek çok ziyaretçiyle ilgilenerek geçirmiştir. Sühreverdî, bir asra yaklaşan ömrünün son zamanlarında gözlerinden rahatsızlandı. Ve sonunda gözlerini kaybetti. Ayrıca kötürüm oldu. Buna rağmen evradını terk etmediği gibi, Cuma vaazlarına mürîdlerinin yardımıyla mahmil (sedye) içinde çıkmaya devam ederdi. Vefatına yakın günlerde ise iyice zayıflayıp dışarı çıkacak takati kalmamıştı. Nihayet 632 Muharrem'inin ilk gününde (26 Kasım 1234) vefat etti. Cenazesi ertesi gün Kasr Camiinde büyük bir cemaatle kaldırılarak Bağdat surlarının kapı civarındaki Verdiyye Semtinde bulunan tekkesindeki türbeye defnedildi. Daha sonra Selçuklu emiri Celaleddin Karatay tarafından yeniden inşa edilen türbe halkın ziyaretgahı olmuştur. Zühd hayatı yaşayan Sühreverdî, eline geçen tüm servetini ve kendisine verilen tüm hediye ve atiyyeleri hemen fukara ve dervişlere dağıtırdı. Bu yüzden vefat edince evinde kendisine kefen olacak bir kumaş parçası bile bulunamamıştı. İbn Arabî'nin Bağdat'a giderek Sühreverdî ile görüştüğü bilinmekte ise de tarih ve mekan hakkında bilgi sahibi değiliz. Nefehat'ta, görüşmenin olduğu ancak konuşmaksızın sadece nazarla gerçekleştiği, İbn Arabî'ye sorulduğunda Sühreverdî hakkında 'Baştan ayağa sünnetle dopdolu' dediği; Sühreverdî'ye sorulduğunda ise İbn Arabî hakkında 'hakikat deryası bir zat' diye karşılık verdiği anlatılmaktadır. Ayrıca İbn Arabî'nin tarikat nispeti Abdülkadir Geylanî'ye ulaşır. Sühreverdî de Abdülkadir Geylanî'nin talebesidir. Bu yönüyle de aralarında bir yakınlık söz konusudur. Sühreverdî buyurdu ki: 'Evliyadan, yüksek mertebede bulunan birine, hiçbir keramet ve harika verilmiyebilir. Çünkü kerametler, yakîni, inanmayı arttırmak için verilir. Yakîn ihsan edilen birinin kerametlere, harikalara ihtiyacı olmaz. Bütün bu kerametler, Zat-ı ilahînin zikrinden ve kalbin bu zikirle zînetlenmesinden aşağıda kalır.'