Subayın Adáb-ı Muaşeret Kitabı

Kitabın ismini «Filoda Satranç» koymayı düşünüyorum. Yazdığım bu tür yazıları birleştirmek suretiyle ortaya çıkacak ama elbette başka şeyleri de katacağım kitabıma.. Tek endişem iyi bir yayınevinde basılması, kıymetinin takdir edilmesidir... Zira gerçekten emek vereceğim ve sanıyorum karilerine bir şeyler verecek bir eser olabilecektir...

Neyse şimdi kaldığımız yerden, yani Harp Okulu kütüphanesinden devam edelim..

Cemil Sena’nın “Hazreti Muhammedin Felsefesi” isimli ve lâ’netler ederek okuduğum kitabından başka kitaplar da okuyorduk elbette...

Fakat bir kitap vardı ki, kütüphaneden almadık, ücretiz olarak bizlere okul komutanlığı tarafından (Genelkurmay emriyle) dağıtıldı.. Üstelik bu kitap dolaplarımızda bulundurmamız serbest olan tek kitaptı...

Bu ayrıcalıklı ve bedava dağıtılan kitap, “Subayın Adáb-ı Muaşeret Kitabı” idi.. Kitapta; alafranga (Avrupaî) hayatın nezaket ve görgü kuralları, bir bayanın nasıl dansa kaldırılacağı, bir kıza arkaşdalık (çıkma) teklifinde nasıl bulunulacağı gibi subay namzetleri için fevkalâde hayatî, muhim konular anlatılıyordu!..

Oysa (bozuk lâikçi düzenin askeriyesi bunu yapmaz elbette ama), meselâ Sufizâde Seyyid Hulusi’nin «Mecmá’ul Adáb» kitabı yahut Muhammed bin Abdullah el Hani’nin «Adáb» kitabı dağıtılmış olsaydı, bizim o güzel ve pek samimi âdâb u erkânımızı, İslâmî muaşeret kurallarımızı öğrenirdi subaylar, geleceğin komutan namzetleri...

Görgü kuralları yerine cedlerimiz adáb-ı muaşeret derlerdi... “Muaşeret” birlikte yaşamak, karşılıklı saygı ve sevgi ortamında iyi geçinmek, görgülü davranmak, toplum kurallarını ihlâl etmemek gibi mánâlara sahip...

İslâm öyle büyük bir adáb kültürü getirmiştir ki, hapşırmaktan tutun, tırnak kesmeye, hattâ afedersiniz, def’i hacete kadar insan ve toplumun bütün husisiyetleri için en güzel kurallar manzumesini sunuyor...

Geçmiş asırlardaki, hattâ çok uzağa bile gitmeyin, 18’inci asırdaki Osmanlı toplumu için bir İngiliz sefiri (elçisi) neler demiş alıp okuyunuz.

Avrupalılar bizim hayatımıza inceliklerimize nasıl hayranmış görün... Onlar bizim ecdadımıza hayran kalmışken biz ezikler onların hayatına özeniyor, hattâ subaylarımızın birer Avrupalı gibi yaşamasını istiyoruz!..

Edeb’in çoğulu adáb... Edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak, usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye, ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adába uymayanlara edepsiz, görgüsüz, terbiyesiz denilir.

Filoda Satranç kitabımız ilgi görür mü bilmem. Ama ben yaşadıklarımı böyle bir bir anlatacağım..

Genelkurmayın verdiği Adáb-ı Muaşeret kitabı ile pek bi görgülü olmuş idik. Bize bir çay partisi de yaptırdılardı nazarî bilgilerimizin tatbikatı olarak.

Âilem İstanbul’da mukim oldukları için bendeniz evci idim ve bu durum pek iyi olmuş o iğrenç çay partisine katılmaktan kurtulmuştum. Gerçi sanıyorum diğer arkadaşlar için de mecburiyet yoktu ama büyük bir katılım sağlandığını söylemişlerdi..

Çay partisine herkes kız arkadaşını dâvet edecek, onu dansa falan kaldıracak, sonra birşeyler atıştırırken sohbet edilecekti... Âilelerinden sağlam bir altyapısı olmayan birçok gariban arkadaşım, “Hazreti Muhammedin Felsefesi”, “Subayın Adáb-ı Muaşeret Kitabı” dairesinde eğitildikleri için istekle, seve seve katılmışlar çay partisine...

Hele Askerî Lise’lerden gelenler pek bir hızlı idiler Avrupaîlik hususunda. Onların bir kısmıyla subaylıktan sonra da birlikte olduk “airline”da.. Aynı tas aynı hamam devam ediyorlardı... Biraz dinden imandan konuşursan ya terbiyesizliğe başlıyor, ya da çekip gidiyorlardı yanınızdan..

Bugünlük de bu kadar olsun... Yeri geldikçe devam ederiz...