TÜRKİYE Müslüman bir ülkedir. Bazılarının iddia ettiği gibi halkın yüzde 99’u Müslüman değildir ama nereden baksanız yüzde 90’ı şu veya bu şekilde Müslümandır. Küçük çocukları saymazsanız 60-70 milyon kişinin, İslam dininin, imandan sonra ikinci şartı ve temeli olan namazı kılması gerekir.

Şu anda kaç milyon kişi namaz kılıyor? Yapılan araştırmalara bakarsanız yüzde onu, bilemediniz on milyon kişi.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) “Namaz dinin direğidir. Bu direği ayakta tutan dinini ayakta tutmuş olur, bu direği yıkan dinini yıkmış olur” buyuruyor.

Türkiyede 60-70 milyon direğin, sütunun en az elli milyonu namaz konusunda yıkılmış durumdadır.

Şimdi soruyorum: Böyle bir İslam ülkesi ayakta durabilir mi?

Kur’an, Sünnet, Şeriat, fıkıh ölçü ve kriterleriyle ayakta duramaz.

Namazı büyük ölçüde terk eden Müslüman bir toplum yıkılmaya, çökmeye, izmihlale mahkumdur.

Birileri be adam yine Mızraklı İlmihal gibi konuşmaya başladın diyebilir, desinler, bendeniz doğruyu söylüyorum.

Peki bu durumda ne yapmak lazımdır?.. İlmi, imkânı, fırsatı olan bütün sorumlu bilen âlim âqil Müslümanların, imandan sonra namazın ikamesi (dosdoğru kılınması) için planlı programlı çalışması gerekir.

Kenan Evren’in 12 Eylül 1980 darbesinden sonra okullara koyduğu mecburî din derslerinin iman ve namaz konusunda bir faydası yoktur. Olsaydı görünürdü.

Ülkemizde bin kadar islamî cemaat, tarikat, dernek, vakıf, fırka, grup, parça var. Bunlar bir araya gelecek ve Müslüman halkı sahih itikada ve namaza davet edecek. İşte bu, topluca yapılmıyor.

Cemaatler tarikatler kendi bağlılarını namaz kıldırıyor ama bir de cemaatsiz tarikatsız büyük bir Müslüman kütlesi var, onlara kim nasihat ve emr edecek?

Tashih-i itikad ve namaz konusunda uyarılar, aydınlatmalar, bilgilendirmeler, nasihatler, emirler Ümmet çapında yapılmalıdır. Ümmet teşkilatı olmayınca yapılamıyor.

Namaz kılın demekle de iş bitmez. İslamın temel prensiplerinden biri insanlara akılları ve kültürleri derecesinde hitap etmektir. Kırsal kesim halkıyla Robert Kolej öğrencisine aynı nağmeyle hitap edilmez.

21’inci asırda iman, İslam, Kur’an hizmetleri düşük ve orta kültürle görülemez. Çağ seviyesinde yüksek kültür gerekir. Türkiye Müslümanlarının böyle ehliyetli, liyakatli hizmet kadroları var mıdır?

Neyse konuyu dağıtmayayım, bütün Müslüman kardeşlerim bilsinler ki, sahih-makbul iman ve dosdoğru kılınan namaz olmaksızın ayakta duramayız.

Her şey fevkaladedir, istikbalimiz=geleceğimiz pek parlaktır edebiyatlarıyla kendimizi aldatmayalım.

Zaten sadece namaz kılmakla da işimiz vazifemiz bitmez. Hür ve mukim erkekler, şer’î bir özürleri yoksa farz namazları cemaatle kılmak zorundadır. Eskiden târik-i cemaatin kadılıklarda şahitliği bile kabul edilmezmiş.

Bozuk ve sapık düzen, imamlığı namaz kıldırma memurluğu haline getirdi. Bu konu üzerinde duruyor muyuz?

Türkiye Müslümanları, vaktiyle Şeyh-İmam Şâmil hazretlerinin Kafkasya’da yaptığı gibi çok sıkı, çok disiplinli bir teşkilat kurmalıdır. O tarihte o bölge Müslümanlarının namaz kılma oranı yüzde yüz idi.

Sultan Abdülhamid hazretleri Batıya açılmış pencere Galatasaray Sultanisinde (Lisesinde) bile Müslüman öğrencilere farz namazları cemaatle kıldırıyordu. Bugün kaç İmam-Hatip lisemizde böyle bir namaz disiplini vardır?

Siyaset entrika ve dedikodularını, magazin zevzekliklerini, sâim=oruçlu iken öpüşmekle oruç bozulur mu sorularını bırakalım da dinin direği olan namaz üzerinde duralım.

Her devirde, her mekanda, her coğrafyada değişmez evrensel bir İslam gündemi vardır, Kıyamet’e kadar devam edecektir. Bunun birinci maddesi sahih iman, ikinci maddesi beş vakit namazın dosdoğru kılınmasıdır. Bu gündemi değiştirmek, hafife almak veya ihmal etmek, onun yerine boş işlerle, dedikodularla meşgul olmak bizi yıkar atar.

(İkinci yazı)

Osmanlıca Öğrenen Liseli·
BENDENİZE gelip giden ve kendisinde adam olma istidadı bulunan gençlerden birine, merhum üstad Ali Fuad Başgil’in GENÇLERLE BAŞBAŞA isimli kitabının Osmanlıca baskısını okumasını söylemiştim. Okumuş bitirmiş, şimdi matbu (matbaada basılmış) Osmanlıca kitapları, eski gazete ve dergileri okuyabiliyormuş. Bundan sonra sıra el yazılı metinleri okumaya geldi. İnşaallah bunu da başarır. Bahs ettiğim gence, ödül olarak bir kitap hediye edeceğim.

Başka bir liseli genci naht kursuna gönderdim yazıldı. Kursu bitirince nahhat olacak. Naht nahhat ne demek bilmiyor musunuz? Lütfen internetten arayıp öğrenmenizi tavsiye ederim.

İleride öğretmen veya memur olacak liseli gençlere: Elde fırsat varken geleneksel sanatlarımızdan birini mutlaka öğrenmenizi tavsiye ediyorum. Hem sanatkar olursunuz, kişiliğinize bir boyut ilave edersiniz, hem de ürün vererek bütçenizi takviye edersiniz.

Öğreneceğiniz sanat kalıcı olmalı. Hat, ebru, tezhib, resim, tesbihçilik ve takıcılık, naht, sedefkarlık, kumaş üzerine yazma sanatı, kırkpâre, ahşap üzerine dağlama, arakiyecilik takkecilik, ka’tı, seramik ve çömlekçilik, Tophane lüleciliği gibi. Daha yüzlerce millî-islamî sanat ve zenaatimiz var. Bilhassa İmam-Hatip liselerinde bu sanatların birkaçı öğretilmeli, sanatkar yetiştirilmelidir.

Ailesi zengin olmayan dindar gençler için sanat öğrenip ürün vermek, bunları satıp biraz para kazanmak geçim rahatlığı bakımından bir cankurtaran simidi gibidir.

İleride sanatkar olacak gençlerimiz, parayı ücreti zenginleşmeyi birinci planda görmemelidir.

Sanatkar açgözlü olmayacak, aksine, kerim ve mürüvvetli olacaktır.

Ben sanatımla köşeyi döneceğim… Ben ucuza eser satmam… Para para para… Bunlar Müslümana yakışmaz.

Hattat olacak genç, icabında (sanatının bir tür zekatı olarak) arada bir bir fakire veya bir camiye bedava yazı yazıp hediye edecektir.

Eskiden İslam doktorlarının mürüvvetlileri zenginlerden ücret alır, fakirlerden almazmış. Hattâ merhum Ahmed Yüksel Özemre “Hasretini çektiğim Üsküdar” adlı kitabında yazıyor, Sultantepesinde oturan Kazanlı Doktor Sibgatullah bey, fakir hastaları muayeneye gittiğinde, yazdığı reçete kağıdını dürer büker hastanın yastığı altına koyar, hiç ücret almazmış, o gittikten sonra kağıdı açarlar, bakarlar ki, içinde ilaç parası var…

Müslüman sanatkarların bir kısmı evinde çalışır, atölye açar, sanat onun tek işi olur. Bir kısmı ise, sanatı ikinci ilave iş olarak yapar.

Ayda 2500 lira maaş alan küçük bir memur, sanattan da 1500 lira kazanırsa islamî ölçü ve kriterlere göre zengin olur. İslamın emr ve tavsiye ettiği kanaat ile yaşamazsa bu parayla sürünür. Tercih ona aittir.

Evet, sadede gelelim: İlle de sanat ille de sanat…