Açıklama yapıldı: Danıştay’ın kararıyla İstanbul Ayasofya Camiinin açılmasının önünde bir engel kalmadı. Milletimizi dinî ve millî bir heyecan sarmış durumda...

Açıklama yapıldı: Danıştay'ın kararıyla İstanbul Ayasofya Camiinin açılmasının önünde bir engel kalmadı. Milletimizi dinî ve millî bir heyecan sarmış durumda. Gerçekten de bu tarihî olay karşısında heyecanlanmamak, duygulanmamak, sevinmemek mümkün değil. Bu sonuca gelinmesinde -gerek siyasî, gerek sivil- emeği olanların dinî, millî ve tarihî hizmeti hiçbir zaman unutulmayacaktır. Ayasofya'nın fetih ruhu ile mutabık olarak aslî haline çevrilmesi, bu milletin -yediden yetmişe- imanından kaynaklanan heyecanı ile beklediği bir netice idi.

Bu son cümledeki 'fetih ruhu ile mutabık olarak aslî haline çevrilmesi' ifadesini özellikle seçerek kullandık. Çünkü bu asla taviz verilmeyecek bir keyfiyettir ve gelişmeleri bir de bu açıdan değerlendirmek zaruret arz etmektedir.

Müslüman, olayların gelişini, önünü, arkasını, sebep ve sonuçlarını iyi tahlil ederek sağlıklı neticelere varmasını bilen insandır.

Yapılan açıklamalardan ve basına yansıyan haberlerden anlaşıldığına göre Ayasofya'da ilk Cuma namazı 24 Temmuz'da kılınacak ve gerçek açılış o zaman gerçekleşecektir.

Bundan 567 sene önce İstanbul'un fethi ve bunun sembolü 'fetih hakkı' olarak Ayasofya'nın camiye çevrilmesi, ehl-i salibin belini kırmıştı. Şimdi tekrar aslına dönüp camii olarak açılması bu ruhun tazelenmesi anlamına geldiği için bu kararın ABD, Avrupa ülkeleri ve Yunanistan'da tepkiyle karşılanması şaşılacak bir şey değildir.

Ayasofya'nın ibadete açılması kararının 15 Temmuz hain darbe girişiminin başarısız kılındığı zaferin yıldönümü günlerine denk gelmesi de meseleye ayrı bir heyecan boyutu katmaktadır.

Çünkü FETÖ zihniyeti, bahsettiğimiz bu ehl-i salibin bir uzantısıdır.

Bu nedenle 15 Temmuz ruhu ile Ayasofya'nın aslî hüviyetine çevrilmesi hadisesi mana boyutunda bire bir örtüşmektedir.

Şimdi meselenin mahiyeti ile ilgili tahlillerimize başlayalım:

FETÖ lideri F. Gülenin dış güçlerle beraber olarak vatana, millete, mukaddesata nasıl da hain bir darbe girişiminde bulunduğu milletimizin malumudur. Bugün F. Gülen kendisini kullanan efendilerinin himayesinde bulunmakta, Türkiye'deki taraftarları da yaptıklarının hesabını vermektedir.

Ama bir şeyi gözümüzden kaçırmayalım, o da şudur:

  1. Gülen önderliğindeki bu yapılanma, dinlerarası diyalog zihniyetinden beslenerek bu hale gelmiştir.

'DİNLERARASI DİYALOG FAALİYETLERİ DEVAM EDİYOR'

Evet, FETÖ'yü 15 Temmuz darbe girişimi için hazırlayan zihniyet, ehl-i salib seviciliği ve dinlerarası diyalog zihniyetidir.

Buna göre Ayasofya'nın fetih camii olarak yeniden ibadete açılması, her şeyden önce bu dinlerarası diyalog zihniyetine indirilmiş bir darbe olmalıdır. Bu sebeple Ayasofya'yı aslına çevirmek, millî ve manevî değerlere ciddi anlamda bir hizmettir; dinî ve millî kimliğimizin gereğidir.

Ne var ki bu konuda, yani Ayasofya'nın fetih ruhu ile mutabık olarak aslî hüviyetine döndürülmesi konusunda sevinç ve heyecanımızı gölgeleyen endişelerimiz de var.

Taşların yerli yerine oturabilmesi için konuyu şuradan alalım:

Dinlerarası diyalogu Türkiye'de temsil ve organize etmekle görevlendirilmiş F. Gülen yapılanması, doksanlı yıllardan başlayarak 2016'ya kadar ülkemizde ve yurt dışında bu yönde sayısız faaliyette bulundu. 'Terör Örgütü' adını almasından ve mensuplarının hesap verir hale gelmesinden sonra dinlerarası diyalog eski hızını nispeten kaybetti ve bu yöndeki faaliyetler bu defa bir nevi yeraltına çekilerek devam ettirildi.

Bu yapılanmaya 'Terör Örgütü' adı verildi diye menfur faaliyetlerinin, ülkemiz ve dinimiz üzerindeki hesaplarının tamamen sona erdiğini düşünmek çok büyük saflık ve korkunç bir yanlış olur.

Aynı şekilde bu örgütle güvenlik boyutlu ve hukuk temelli bir mücadeleyle yetinip, itikadî, fikrî ve kültürel sahalarda attığı fitne tohumlarıyla -en genel manada dinlerarası diyalogla- mücadeleyi ihmal etmek de yine çok büyük bir çelişki ve tarihî bir yanlış anlamına gelir.

Gerçek şu ki dinlerarası diyalog faaliyetleri, çehresinde yapılan birtakım şeklî değişikliklerle hala devam ettirilmektedir.

Önceki yazılarımızda biz buna 'Mutasyona Uğramış Dinlerarası Diyalog' demiştik.

Ayasofya'nın ibadete açılmasını konu edindiğimiz bu yazıda FETÖ ve dinlerarası diyalogdan da bahsetmemizin sebebi, bu zihniyetin Ayasofya'nın açılışına da sirayet edip etmediğini düşünmemize yol açan gelişmelerdir.

Konunun daha iyi anlaşılması için dinlerarası diyalogun nasıl devam ettiğine dair kısa bir açıklama yapmak gerekir.

Dinlerarası diyalogun bakiyesi olarak ülkemizde halen revaçta bulunan üç büyük tehlike vardır:

Bir: Mensuplarına 'ehl-i kitap' denen Yahudilik ve Hıristiyanlığın da kişiyi kurtarabileceği, bu muharref dinlerin de 'kutsal' olduğu yönündeki görüş ülkemizde hala yaşatılmaktadır. Bu görüşü seslendirenler tahrif edildiği gerçeğini hiç gündem etmeden 'Onların da kitabı var!' hezeyanının arkasına saklanıyorlar.

İki: Din ve inanç hürriyetini kendine kalkan edinen diğer bir ifsatçı grubu, 'dinî çoğulculuk' yani her dini meşru görmek fikrini seslendiriyor. Bu da aynı şekilde dinlerarası diyalogun bir tezahürüdür.

Üç: Dinlerarası diyalog ve barış adına ortak ibadet veya ayin etkinlikleri düzenleniyor ki bu menfur eylem camilerimizi de hedef seçmiş durumdadır.

İşte endişemiz burada, bu diyalog zihniyetinin fetih ruhunu ve Ayasofya'nın aslî hüviyetini bulandırıp bulandırmayacağı noktasındadır.

'DİNLERARASI DİYALOG CAMİLERİ'

Bu üç maddelik tespitimiz afakî değildir. Türkiye'de (haşa) cami, kilise ve havra kardeşliği etkinliklerinin örneklerini geçmişte görmüştük.

Cami içinde Hıristiyanlığı temsil eden simge ve objelere dair Trabzon'dan iki misal vermek isterim:

Birincisi Trabzon Ayasofya'sıdır ki 1461'de Trabzon'un fethiyle birlikte fetih hakkı olarak camiye çevrilen bu yapı, 1961'e kadar ibadete açık iken sonrasında müzeye çevrilmişti. 52 yıl aradan sonra 2013'te Müslüman kardeşlerimizin verdiği hukukî mücadele sonunda Ayasofya'nın tekrar aslına (camiye) çevrilmesi kararı bizi çok sevindirmişti. Ama çok geçmeden gördük ki yapının sadece bir kısmı cami olarak ibadete açılmış, kubbedeki Hıristiyanlık sembolleri (freskler) sadece namaz kılanların üstünde görülmeyecek şekilde bir perdeyle kapatılmış; doğu kısmı ise ayakkabıyla gezilebilecek şekilde müze olarak hizmet vermeye (!) devam ediyor ve oradan bakanlar bu perdeli kısımdaki bütün süslemeleri görebiliyorlar. Kubbedeki ana tasvir ise İsa'nın tanrısallığını (!) sembolize ediyor.

Yabancı turistlerin müze görüntüsü altında ayaküstü de olsa burayı bir mabed olarak kullanacaklarını, burada kendi muharref inançları doğrultusunda dua edeceklerini anlamak zor değildir. Yani namaz kılmaya tahsis edilen yer dışındaki kısma 'müze' denmesi bir aldatmacadan ibarettir; burası fiilen kilise fonksiyonu icra etmektedir.

Bu ise tek çatı altında, 'İslam' çatısı altında, İslam'dan başka bir dine daha ibadet imkanı vermek demektir.

İkinci bir örnek ise yine kiliseden çevrilme Ortahisar Merkez Camii'dir.

Bir buçuk yıl önce bir vesileyle eski Trabzon müftüsü, rahmetli Nuri Güneş Hoca ile birlikte bu camide ikindi namazı kılmıştık. Cami restorasyondan yeni çıkmıştı. Sol bölümdeki Hıristiyanlık resim ve sembollerini görünce şaşırdım. Çünkü üniversite yıllarında bu camide defalarca namaz kılmıştık ve o zamanlar böyle sembol ve resimler yoktu. Anlaşılan onları kapatan sıvalar kazınarak bu semboller ortaya çıkarılmıştı. Bu yetmiyormuş gibi bir şey daha öğrendik.

Caminin zeminine kalın camdan bir döşeme yapılmıştı. Bu cam döşemenin altı boş bırakılmış ve bir ışıklandırma tertibatı kurulmuştu. Bize namaz kıldıran imama bunun sebebini sorduk. Orada Hıristiyanlıkla ilgili resim ve simgeler olduğunu, turistler ve Patrik Bartholomeos gibi Hıristiyan din adamları şehre geldiğinde bu camiye de uğradıklarını ve kendilerinden halıyı kaldırıp ışıkları yakarak onlara gerekli hizmeti yapmalarının istendiğini söyledi. Dondum kaldım. 'Kardeşim, bu bir dinlerarası diyalog faaliyeti değil mi?' dedim. Rahmetli Nuri Güneş Hocamız da şöyle dedi: 'Demek ki biz Trabzon'u henüz tam olarak fethedememişiz!'

Başka da söyleyecek bir söz, şaşkınlığımızı anlatacak bir kelime bulamadık. Dışarıya çıktık, hemen karşıdaki başka bir tarihî mescidin duvarında da cam muhafaza içine alınmış bir haç gördük.

Bir üçüncü misalimiz de birçoğumuzun hatırlayacağı İzmir Alaçatı'dan olsun:

2013 tarihli bir haberde Alaçatı'daki Pazaryeri Camii hakkında şu bilgiler veriliyor:

'… İzmir'de turizmin parlayan yıldızlarından Alaçatı, dinler arası hoşgörünün de en güzel örneklerinden birini sunuyor. Kilise olarak inşa edildikten sonra camiye dönüştürülen ibadethane hem Müslümanlara hem de Hıristiyanlara ev sahipliği yapıyor.

Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç, yapımına 1830'lu yıllarda başlanan ve 1874'te kilise olarak hizmete açılan ibadethanenin, Cumhuriyetin ilanının ardından camiye dönüştürüldüğünü söyledi.

Dalgıç, cami olarak kullanılan yapıyı korumak amacıyla birkaç yıl önce restorasyon çalışması başlattıklarını ve duvarlarda kilise olarak kullanıldığı dönemden kalma dinî resim ve motiflere ulaştıklarını ifade ederek, 'Çalışmalarımız sırasında ikonalar çıktı karşımıza. Burası kültürel bir zenginlik, bir kültür mirası. Bölgemiz ciddi miktarda yabancı turisti ağırlıyor. Resimlerin Müslümanlar için ibadetlere engel olup olmayacağını araştırdık. Olmadığını öğrendik. Kültürel mirasa sahip çıkmak amacıyla resimlerin korunmasını kararlaştırdık' dedi.

Camiye otomatik perde sistemi kurduklarını anlatan Muhittin Dalgıç, şöyle devam etti:

'Namaz zamanı perdeyi kapatıyoruz ve resimler görülmüyor. Daha sonra perde açılıyor. Müslümanların ibadet saati dışında ziyaretlere açık. Burayı gezen turistler dua ediyor…'

Haberden anlaşıldığı gibi fiilen Müslümanlara ait olan bir cami Hıristiyanlarla ortaklaşa kullanılıyor ve bunun adına da diyalog ve hoşgörü deniyor.

Bu kadar da değil.

Bu camide 2011 yılında bir ikindi namazının ardından Fener Rum Patriği Bartholomeos'un yönettiği bir ayin de yapılmış ve bu ayine Yunan adalarından gelen yaklaşık 150 kişi katılmıştı.

Müslümanlara ait bir caminin aynı zamanda Hıristiyanlara da kilise görevi yapması korkunç bir akaid ihlalidir.

İşin bu akaid yönünü bilmeyen Belediye Başkanı, binadaki Hıristiyanlığın teslis (üçlü şirk) telakkisini simgeleyen resim ve şekillere 'kültürel miras' adını verebilmektedir.

Yazımızın başlığındaki 'Dinlerarası Diyalog Camileri' ifadesi ilk bakışta belki bazı okuyucularımıza mübalağa gibi gelmiş olabilir; bu başlığı seçmemizin sebebi işte bu misallerdir.

'AYASOFYA NASIL AÇILACAK?'

Yukarıdaki örnekleri şunun için verdim:

Ayasofya açılacak, ama nasıl açılacak? Acaba içindeki teslisi ifade eden sembol ve resimler kaldırılarak mı, yoksa muhafaza edilerek mi açılacak?

Yapılan açıklamalar ve basına yansıyan bilgilere bakılırsa bu soru cevap bulmuş görünüyor.

İstanbul'daki Ayasofya'nın ibadete açılmasının konuşulmaya başladığı günlerde basına yansıyan bir haber vardı.

'Ayasofya camiye çevrilirse bina içindeki Hıristiyanlık sembol ve resimleri ne olacak?' Haber buna dairdi. Bu soru eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'e soruldu. Görmez kıble istikametinde olmadığı sürece bu resim ve simgelerin bir mahzuru olmadığını söyledi.

Hemen ardından yeni Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş konuştu. Net bir şekilde bunların orada ibadet edilmesine mani olduğunu, bununla ilgili tedbirlerin alınması gerektiğini söylemesi beklenirken, topu taca atarak, 'Bu resimler konusunda kararı Diyanet İşleri Yüksek Kurulu verir' dedi.

Ayasofya'nın ibadete açılması meselesinde, tedirginliğimize haklılık kazandıran gelişmelerden biri de Türkiye Ermenileri 85. Patriği Sahak Maşalyan'ın, 'Ayasofya ibadete açılsın. Mabed yeterince büyük. Hıristiyanlara da bir alan tahsis edilsin… İtikatlarımız ayrı olsa da aynı tek Allah'a inanmıyor muyuz?' şeklindeki açıklaması oldu.

Ve geçtiğimiz Cuma gününden bu yana yapılan açıklamalar ve basına yansıyan bilgilere bakılırsa Ayasofya içindeki Hıristiyanlığa ait teslis sembollerinin korunacağı netlik kazanmış gibi görünüyor.

Namaz vakitlerinde ışık teknolojisi kullanılarak bu resim ve semboller görünmez hale getirilecek, diğer zamanlarda ise açık bırakılacakmış. Ziyarete gelen Hıristiyan turistler yine görebilsinler diye.

Keza bu turistler camiye girdiklerinde ayakkabılarını çıkarmayacakları için rahatça gezebilsinler diye kendilerine özel yürüyüş koridorları tahsis edilecekmiş.

Bunun anlamı Ayasofya'nın Hıristiyan ziyaretçiler için 'kilise hüviyetinde' muhafaza edilmesidir. Ferdî ve belki de toplu halde dua veya ayin yapmalarının önünde de bir engel yoktur.

Böylece Ayasofya Müslüman ve Hıristiyanların ortak kullandığı bir mekan haline getirilmiş olacaktır. Tıpkı Alaçatı'daki Pazaryeri Camii gibi.

Bunlar, az evvel de ifade ettiğimiz gibi basına yansıyan haberlere bağlı olarak yaptığımız çıkarımlardır. Eğer süreç gerçekten bu şekilde işlerse o zaman Ermeni Patriğinin teklifi de bir manada kabul görmüş olacaktır.

İşin başka bir ibretlik yanı da sözüm ona Müslüman bir ilahiyatçı olan Hayri Kırbaşoğlu'nun da Ermeni Patriğiyle aynı görüşü seslendiriyor olmasıdır. Kırbaşoğlu şöyle diyor:

'Ayasofya'nın kilise olarak muhafazası Müslümanlara daha da yakışır. Ama illa ara çözüm aranıyorsa Alaçatı'da kiliseden çevrilme cami var. Belli günlerde Hıristiyan kardeşlerimiz de ayin yapıyor. Ayasofya'da da bu olabilir.'

Şimdi soruyoruz:

Tarihin en büyük olaylarından biri, tarihimizin en şanlı zaferi olarak İstanbul'un fethinin simgesi olan Ayasofya'nın aslına, yani camiye çevrilmesi Müslüman Türk milletinin egemenlik hakkı iken ve bu mesaj bizzat devletin zirvesi tarafından verilmiş iken, hangi güç, hangi el bizim bu mukaddes sevincimizi, heyecanımızı gölgelemeye çalışıyor?

Hani Ayasofya aslına, yani camiye çevrilmişti? Ayasofya'nın aslı bu mudur?

Şayet böyle bir şey olursa, camimizin içine teslis unsurları karıştırılır ve Hıristiyanlarla ortak kullanım alanı gibi açılırsa bunun adı bal gibi dinlerarası diyalogdur. Dinlerarası diyalog demek FETÖ zihniyeti demektir.

O halde bir taraftan 'Fetih hakkımızı kullanıyor ve Ayasofya'yı aslına çeviriyoruz' diye dünya aleme meydan okurken, öbür taraftan eğer teslisi ifade eden bu resim ve semboller Ayasofya'da kalacaksa, bu 15 Temmuzu tezgahlayan hainlere bir cevap olmayacak, tam tersine onlara kısmen de olsa geçici bir zafer hediye etmek anlamına gelecektir.

Ayasofya'yı aslî hüviyetine, yani camiye çevirenlerin bu önemli durumu dikkatle değerlendirmelerini istiyor ve bekliyoruz. Eğer buna dikkat edilmezse Ayasofya'nın kapıları açılacak, ama içindeki mana ve ruh değiştirilmiş veya bulandırılmış olacaktır. Bu görüşümüzü afakî olarak söylemiyoruz, meselenin dinî ve itikadî vechesi bunu gerektiriyor.

'MESELENİN İTİKADÎ YÖNÜ'

Yazımızın bu son kısmında meselenin itikadî vechesine de temas edip, ulemanın konuyla ilgili görüşlerinden ve bu görüşlerin dayandığı ayetlerden örnekler verelim.

İmam Rabbanî, küfrü ve şirki çağrıştıran sembol ve alametlerden uzak durulmasının zaruretini şöyle anlatır:

'İman, inanılması zorunlu olan bilgileri kalbin tasdik etmesi, yani inanması demektir. Bu tasdikin alameti, küfürden uzaklaşmak ve kafirlikten sakınmaktır. Kafirlikten sakınmak da, küfre mahsus şeylerden, mesela zünnar bağlamak gibi küfür alametlerini kullanmaktan sakınmak … demektir. Tasdik edip de, zaruret olmadığı halde, küfürden sakınmayan Müslüman mürted olur.' (Mektubat, 1. Cilt, 266. Mektup, 3. Cilt, 16. Mektup)

İmam Rabbani burada küfür alameti olarak zünnarı örnek vermiştir. Haç da, teslisi ifade eden diğer sembol ve şekiller de, tanrılaştırılan İsa ve Meryem figürleri de benzer şekilde Hıristiyanların şiardır. Dolayısıyla aynı fetva bunlar için de geçerlidir.

Büyük Osmanlı alimi, müfessir ve fakih Ebussuud Efendi de fetvalarında '457. Mesele' olarak 'Bir kilise, fethedilip Müslümanların mülkü olduktan sonra, Hıristiyanların onu satın alıp tekrar kilise yapmaları mümkün müdür?' sorusuna 'Hayır, mümkün değildir' cevabını vermektedir.

Hıristiyanların paralarıyla satın aldıkları durumda bile camiye çevrilmiş bir kilisenin tekrar kiliseye döndürülmesi mümkün (caiz) değilken, Müslümanların mülkünde olan (Fatih'in tapulu vakfiyesi olan) bir camide Hıristiyanlara teslis ifade eden ayin veya dua imkanı verilmesi hiç mümkün olmaz.

Bu, İslam'ın sair dinlere verdiği din ve inanç hürriyeti çerçevesinde düşünülebilecek bir konu değildir.

Gerek Hıristiyanlar, gerekse diğer gayrimüslimler kendi ibadethanelerinde serbestçe ayin yapma hürriyetine sahiptirler. Bu konuda İslam'ın 'Dinde zorlama yoktur' prensibi geçerlidir. Müslümanların mülkünde (camisinde) teslis şirkini ifade eden sembol ve resimlerin barındırılması ve Hıristiyanlara şirk anlamına gelen tapınma müsaadesi verilmesi ise asla Kuran'la ve İslam'la bağdaşmaz.

Bundandır ki Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u fethettiğinde Ayasofya'daki teslis ifade eden bu sembol ve resimleri kapattırmış, orayı ancak bu şekilde cami olarak kullanmıştır.

Şimdi bugün Ayasofya gerçekten aslına rücu ediyorsa, bunun Fatih'in vakfiyesinde yazdığı gibi, 'fetih ruhuna mutabık olarak' yapılması gerekir. Aksi halde fetih ruhuna ters düşülmüş, tevhidin asliyetine ve safiyetine zarar verilmiş olur.

Ulemanın yukarıda verdiğimiz fetvaları mahiyet olarak Kuran'daki bazı ayetlere dayanmaktadır.

Hz. İsa'nın Hıristiyanlarca (haşa) Allah'ın oğlu olarak telakki edilmesi ve bunu da içine alan teslis akidesi, Kuran'a ve İslam'ın tevhid akidesine göre şirktir. Şu ayetler bu gerçeği anlatmaktadır:

'Yahudiler 'Üzeyir Allah'ın oğludur' dediler, Hıristiyanlar da 'Mesih (İsa) Allah'ın oğludur' dediler. Bunlar, daha önceki inkarcıların söylediklerine benzer biçimde ağızlarından çıkan sözlerdir. Allah onları kahretsin! (Gerçeklerden) nasıl da yüz çeviriyorlar!' (Tevbe: 30.)

' Allah 'Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara sen mi 'Allah'ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin' dedin?' buyurduğu zaman o şu cevabı verir: 'Haşa! Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim şüphesiz sen onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ama ben senin zatında olanı bilmem. Gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin.'' (Maide: 116.)

Konumuzla ilgili olarak en vurucu ayet-i kerime ise, bir mescid içinde Allah'tan başkasına dua edilemeyeceğini haber veren şu mealdeki ayet-i kerimedir:

'Şüphesiz ki mescidler Allah'ındır; o halde (oralarda) Allah ile beraber hiç kimseye ibadet / dua etmeyin!' (Cin:18.)

Bu ayetin tefsirinde İmam Kurtubi şöyle demiştir:

'Mücahid şöyle der: Yahudi ve Hıristiyanlar kilise ve havralarına girdiklerinde oralarda Allah'a ortak koşarlardı. Yüce Allah, Peygamberine (s.a.v.) ve müminlere bütün mescidlere girdiklerinde sadece Allah'a ibadet etmelerini emretti.' (Kurtubi, 19 / 21; M. Ali es- Sabunî Saffetü't Tefasir c: 7, s: 77.)

Görüldüğü üzere bir cami, bir mescid içinde Allah'tan başkasına ibadet veya dua etmek açık bir şirktir.

O halde cami olarak açılan bir mekanda Hıristiyanlığın üçlü teslis akidesinin, şirk telakkisinin sembollerinin bulunması, orayı ziyaret edenlerin o minval üzere ayin yapmaları ve kendilerince dua etmeleri, tam da ayette buyrulan 'Allah'tan başkasına ibadet veya yalvarma' anlamına gelmektedir.

Sonucu şirk olan bu büyük akaid tehlikesine dikkat edilmesi büyük önem arz etmektedir.

Ayasofya İstanbul'umuzun fethinin sembolüdür, fetih camiidir, kıyamete kadar da böyle kalacaktır.

Ayasofya'nın ibadete açılması yolunda kat edilen bu mesafede, bu yönde çalışan, kamuoyu oluşturan kardeşlerimizin emekleri çok büyüktür ve takdire şayandır; bu emekler asla heder edilmemelidir.

Şayet Ayasofya Hıristiyanlık sembol ve resimleriyle açılacak olursa, bu fetih ruhunu bulandırmak, tevhidle şirki karıştırmak anlamına gelecektir.

İnşallah Ayasofya fethin ruhuyla mutabık olarak gereği gibi açılır da sevincimiz ve heyecanımız kursağımızda kalmaz. Bu konuda yetkili ve sorumlulara büyük görevler düşmektedir.