Yazıma bir ayeti-i kerimenin meali ile başlıyorum. “İş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran Suresi, 159)

Yazıma bir ayeti-i kerimenin meali ile başlıyorum.

'İş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.' (Al-i İmran Suresi, 159)

Şimdi de bir atasözümüze dikkat çekiyorum. 'Danışan dağlar aşar, danışmayan yoldan şaşar.'

Ey Genç Kardeşim! Hangi iş olursa olsun, mutlaka ve mutlaka bilenlerden ve aklı, fikri olgunluğa erişmiş olanlardan yardım almayı öncelikli bir vazife bil.

Bir işe başlamadan önce, istişare etmek ve danışmak sizlere çok büyük fayda sağlayacaktır.

Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) danışmaya, istişareye ve görüş almaya çok önem verirdi. Sahabeden Hz. Ebu Hüreyre 'Resulullah'tan daha fazla arkadaşlarıyla istişare eden ve çevresindekilerle görüş alışverişinde bulunan bir kimseyi görmedim' diyerek, Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) danışmaya ve istişareye verdiği önemi belirtmiştir.

Şura Suresi 38. ayette, Mü'minler anlatılırken 'onların işleri şura (danışma) iledir' diye belirtilmektedir. Ayetin tamamı şöyledir: 'Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.'

Şûra bir yönetim tarzıdır da. Bediüzzaman Said Nursi şu kısa ve veciz sözü ile şûrayı zirveye çıkarmaktadır. 'Yaşasın sıdk(doğruluk)! Ölsün yeis (ümitsizlik)! Muhabbet (sevgi) devam etsin! Şûra (ortak akıl) kuvvet bulsun!'

Şûra, esasında bir merci, bir kurul ya da bir meclis'tir. Hepsinin ortak noktası bu bir akıl'dır. Ortak akıldır şûra.

Son yılların çok güncel ve çok önemli bir kavramı: Ortak Akıl. Misyon ve vizyon gibi ortak akıl kavramı da çok kullanılmakta ve yönetim ve akademik çevrelerde devamlı surette gündemde kalmaktadır.

Ortak akıl denilen şey, esasında danışmaktır, görüşmektir ve fikirlerden yeni fikirler elde etmektedir.

Müsademe-i efkardan Barika-ı hakikat doğar. Namık Kemal Karşılıklı olarak görüş ve düşüncelerin tartışılmasından gerçeğin kendisi ortaya çıkar.

'Fikirlerin müzakeresinden hakikat kıvılcımları meydana gelir.'

Şimdilerde çalıştay (workshop), beyin fırtınası (brainstorm) dedikleri husus işte yukarıda belirtilen husustur. Bir mesele etrafında insanların toplanıp görüşlerini açıklamaları ve fikir teatisinde (görüş alışverişinde) bulunulması durumunda yeni bir görüş ve en doğru yöntem ortaya çıkar. Biz buna 'ortak akıl' diyoruz.

Akıl akıldan, fikir fikirden üstündür. Herkesin her şeyi bilmesi mümkün değildir. İnsanların bazıları bazılarından bazı özellikleri, farklı kabiliyetleri ile ayrılırlar.

Farklı açıdan bakabilen, tecrübesi olan kabiliyetli insanlara danışmak ve akıl almak, beraberinde tedbir ve başarı getirir.

Danışmak ve akıl aldıktan sonra , tedbirler geliştirdikten sonra kararlılık gerekmektedir. Bu aşamalardan sonra çalışmak, çalışmak ve çalışmak gereklidir.

Ağacın köklerinden başlar her şey. Köklerdeki hazırlık en mühimidir. Köklerden gövdeye doğru olan kısım tedbirler kısmıdır.

Ağacın gövdesi kararlılığı temsil eder. Ve en sonunda dallarda harıl harıl bir hareketlilik vardır.

Evet, tedbir ortak akıldan doğar.

Tebdir gereklidir. Ve tedbir bir sünnet-i seniye'dir. Yani bir Peygamber metodudur tedbir.

Sevgili Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (asm) yanına bir Bedevi geliyor.

Resûlullah kendisine soruyor: -Deveni nereye bıraktın?

Bedevi: -Allah'a emanet ettim.

Resûlûllah kendisine şu cevabı veriyor: -Evvela deveni sağlam kazığa bağla, daha sonra Allahû Teala'ya emanet et.

Evet, bu hadis-i şerif'te de işaret edildiği üzere, tedbir bizim için tamamen sağlam ve doğru hareket etmek, gereken önlemleri aldıktan sonra en sonunda tevekkül içerisinde olmaktır.

'Tevekkül et, ancak teekkül etme' Teekkül hazır yiyicilik ve tembelliktir.

Bu noktada Asr-ı Saadet'ten şu meseli anlatmanın tam sırasıdır: Hz. Ömer (ra) Yemen'den gelmiş bir grup insanla karşılaşmıştı.

Onlara: 'Siz ne ile geçiniyorsunuz?' diye sordu.

Onlar da: 'Biz tevekkül edenleriz' dediler.

Hz. Ömer (ra) onlara kızdı. 'Yalan söylüyorsunuz. Siz tevekkül edenler değil, teekkül edenlersiniz, yani çalışmaktan kaçıp hazır yiyenlersiniz' buyurdu.

Tedbir almadan tevekkül edilmez. Önce tedbir, zaten ondan sonra yapacak tek bir şey kalıyor. Yalnızca Allah'a tevekkül kalıyor. Tedbir alan ve tevekkül içerisinde olan artık yola çıkabilir.

Zaten Bizden istenen de şûra, danışma ve tedbirden sonra 'yol almaktır ve çabalamaktır.'

Selahaddin Eyyubî için söylenir: Kudüs'ün fethi için yola çıktığında, bir kişi kendisine gelerek, 'Sen Kudüs'ü fethedecek ve zafer elde edeceksin.' Bu söz üzerine Selahaddin Eyyubî o kişiye, 'hayır benim işim zafer değil, benim işim sefer. Ben sefer için yükümlüyüm, zafer için yükümlü değilim' şeklinde seslenmiştir.

Biz de zaferden değil seferden sorumluyuz.

Sefer derken de danışma, hazırlık, tedbir ve şûra'yı, danışmayı kastediyorum

Her mü'min bu anlayışla bulunduğu yerde kendine düşen görevi yani sefer ve zafer için hazırlık işine yerine getirmelidir. Ondan sonrasına karışmamalıdır. Onda sonrası Allah'ın nasibidir.

Evet, genç kardeşim! Bu yazıda ortak akıl, istişare, şura ve tedbir gibi önemli konulara dikkat çektim.

Görüşmeler, istişareler, fikir almalar, akıl danışmalar ve bunlarla birlikte gerçekleştirilen tasarım ve planlamadan sonra, artık uygulamaya başlama vaktidir. Artık harekete geçme vaktidir. Artık nasip vaktidir. Nasibine razı olma vaktidir.

Müslüman gerçekten o kadar güzel bir yoldadır ki, danışır, tedbir alır ve çalışır. Sonuç iyi ve başarılı olursa da kendisi mutludur, başarısız olursa da mutludur. Çünkü onun nasip diye bir anlayışı ve izanı vardır. Ve Müslüman şuna da inanır. Allah insanların çalışmalarının karşılığını asla zayi etmez. Ya bu Dünya'da, ya da Ahirette verir. Durum bu kadar açıktır. Vesselam.