Hz. Allah (cc), Hz. Peygamber (asm), Hz. Adem ve hatta şeytanın aynı noktaya işaret ettikleri tek bir husus vardır. O da şudur: "Ey insan! Ne varsa içindedir."

Hz. Allah (cc), Hz. Peygamber (asm), Hz. Adem ve hatta şeytanın aynı noktaya işaret ettikleri tek bir husus vardır. O da şudur: "Ey insan! Ne varsa içindedir."

Evet, burada ilginç olan şey, şeytanın dahi insana, 'ne varsa sen yaptın, her şeyden sen sorumlusun' diyerek bir gerçeğe işaret etmesidir. İnsanın başına ne geliyorsa kendindendir. Bunu insan kendi başına düşündüğünde de farkeder.

Bunu Cenab-ı Allah'ın (cc) sözlerinde yani Kur'an'da ve Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) sözlerinde yani Hadislerde müşahede ettiğimiz gibi, bir önceki paragrafta belirttiğim gibi kendimiz de tefekkür ettiğimizde anlarız.

Evet, bu gerçeği ifade eden bir ayet-i kerimeye hemen dikkat çekiyorum: 'Düşmanınıza iki mislini verdirdiğiniz kayıp kendi başınıza gelince 'Bu nereden başımıza geldi?' mi diyorsunuz? De ki: 'O, kendinizdendir.' Doğrusu Allah her şeye kadirdir.' (Al-i İmran, 165)

Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: 'İyi bir akıbete uğrayan bunun için Allah'a şükretsin. Kötü bir akıbete uğrayan ise suçu başkalarında değil kendisinde arasın.'

Yazımızın ilk girişinde, 'Hz. Adem dahi ne varsa sendedir', yani insandadır, görüşünü kabul etmektedir şeklinde bir tespitte bulunmuştuk. Hatta, 'şeytan da bu görüştedir' demiştik. Elbette, bu sözleri kendi kafamızdan söylemiyoruz. Kaynağımız ve istinat noktamız Kur'an-ı Kerim'dir.

Hz. Adem'i kendi hatasını kabul ederek, her şeyin kendisinde olduğunu kabul ettiğini ifade eden ayet-i kerime şöyledir: 'Böylece ikisini de ayartmış oldu. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara, 'Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?' diye seslendi. Dediler ki: 'Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!' (A'raf, 22-23)

Evet, Hz. Adem (as) Babamız ve Hz. Havva Annemiz her ikisi de birlikte "biz kendimize zulmettik" dediler. Durum bu kadar açıktır.

Bu gerçeği yani 'herşeyin insanda olduğunu ve asıl sorumluluğun insana ait olduğu gerçeğini şeytan nasıl ifade ediyor?' Onu da İbrahim Suresinin 22. ayetinden anlıyoruz: 'İş bitince şeytan onlara şöyle diyecek: "Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vaad etti, ben de size vaad ettim, ama yalancı çıktım! Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi (küfür ve isyana) çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Ben, önceden beni Allah'a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim." Doğrusu zalimler için acı bir azab vardır!

Şeytan, kendisinin yalancı olduğunu ve insanların bir kısmının yalancı olduğu halde kendisine uyduklarını bizzat ifade ediyor. Ve bunu belirttikten sonra "beni yermeyin, kendinizi yerin" diyor. Yani şeytan şöyle diyor: 'Ne varsa sendedir. Benim sizin üzerinizde hiçbir gücüm ve hiçbir etkim yok' diyor. Bazen duymuşsunuzdur ya da gazetelerde okumuşsunuzdur. Suçlu kişi 'şeytana uydum' diyor ya. Külliyen yalan. Şeytana uymadı, ancak kendisi bizzat işledi. Şeytanın onun üzerinde hiçbir tesiri yoktu. Düşünseydi anlayacaktı.

Bu durumda şu hakikat çok açık bir biçimde meydana çıkmaktadır. Biz insanlar olarak istersek ve tefekkür edersek hem doğru yolu buluruz, hem şeytana ve hem de nefsimize uymayız. Bunun için yapmamız gereken tek şey aklımıza uyacağız ve düşüneceğiz.

Ne düşünüyor ve ne de aklının gösterdiği yolda gidiyor. Ardından da 'şeytana uydum' diyor. Bu söz külliyen yalandır.

Bu noktada şu husus bize bir yol ve kendimizi ıslah etmede bir yöntem olsun. İçimize bakalım ve kendi kendimizin ıslahı ve kendi kendimizin yetiştirilmesine uğraş vermeliyiz. Buna ben 'içsel gelişim' diyorum. Kişisel gelişim değil, içsel gelişimdir. Kişisel gelişim sırf başarıya odaklanmış ve maddi hedefler için insanları koşturan bazı sözlerden mürekkep bir basit iştir. Biz basit değil zora talibiz. Zor olan içsel gelişimdir ki, kendimizi bilmek ve nefsimizi ıslah etmektir.

Kişisel gelişim diye ortaya çıkanları boş verin, içsel gelişimi esasa alalım. 'Zaten Hz. Allah ve Hz. Peygamber ile tüm Peygamberler insanın kendi içsel gelişimi için emir ve tavsiyelerde bulunmuşlardır. Gerçek Alimler de aynen bu minvalde hareket etmişlerdir.'

İçsel gelişim sonucunda insan şu anlayışa ulaşır. Her şeyden kendisinin sorumlu olduğu sonucuna ulaşır. Kendisini sorumsuz gören ve adeta hayvanca yaşayan kişi tehlikelidir.

Şu noktaya hassaten dikkat çekiyorum: 'Burada mühim husus şu ki, şeytan dahi insanın sorumluluğuna işaret ederken kendini sorumsuz addeden insan, şeytandan daha tehlikelidir.'

Evet, bu tehlikeye de dikkat ektikten sonra sizleri 'Fihimafih' isimli şiirimle tefekküre bir kez daha çağırıyorum. (Hz. Mevlana'nın Fihimafih isimli bir kitabı var ki ondan da daha sonra bahsedeceğim. İnşallah.)

FİHİMAFİH

Süt beyaz, kar beyaz, defterin de ilk teslimde bembeyaz.

"Al bu defteri doldur, ömrünün en sonuna kadar yaz."

Bak, her şey senin elinde ve her şey senin içindedir.

Varacağın en son menzil, elbet senin tercihindedir.

Başkası kurtaramaz seni, ancak yol gösterir sana.

Peygamberler de zaten çağırır insanları imana.

Bu Dünya'da yalnız iki tercih ve yalnız iki yol var.

Baksana işte, bir tarafta sağ, diğer tarafta sol var.

Seçtiğin yol Peygamber yolu ise, tehlikesiz, emindir.

İşte bu yol, her daim en güvenli, en sağlam zemindir.

Öbür yolun zararı belli, her şey açık ve zahirdir.

Şeytan ve nefsin yolu, dışı süs, içindeki zehirdir.

Her şey işte bu kadar açık, çok da fazla kafa yorma,

"Fihimafih nedir" diye hiç sağa-sola soru sorma.

Soracaksan kendine sor, "nasıl Doğru Yolda yürürüm?"

"Hem Dünya'da, hem Ahirette ben nasıl huzur görürüm?"

Her şey işte bu kadar açık, çok da fazla kafa yorma,

"Fihimafih nedir" diye hiç sağa-sola soru sorma.

Soracaksan kendine sor, "nasıl kalır defterim bembeyaz?"

İşte cevabım, "her daim doğruluk ve iyilikle yaz."

Her daim ibadet üzere yaşa, tefekkür eyle, kış, yaz."