İnsanoğlu başına gelen birçok musibetin sebebini merak eder. Kimisi hak etmediğini iddia ederek isyan eder, kimisi isyan etmese dahi başa gelen musibetin asıl sorumlusu olarak bizzat kendisinin olduğuna inanmak istemez. Kimisi bu musibeti yapmış olduğu zulümlerle hak eder, kimisi ise Allah katında değerlidir, huzura kabul edilirken günahsız çıkılması için Allah tarafından bir takım imtihanlara tabii tutulmak suretiyle musibete duçar olur. Bu imtihan ise yine razı olmak ve isyan etmek çerçevesinde değerlendirilerek buna göre kul muamele görür.

Rüzgar eken fırtına biçer diye bir söz vardır. Kimisi bu rüzgarı bile bile eker kimisi ise farklı nedenlerden rüzgar ektiğini bilemez. Bunda da en büyük yanılgı iyi niyetten kaynaklanmaktadır. Günümüz Müslümanları için en büyük tehlikelerden biri iyi niyettir. İyi niyetli olmak nasıl tehlikeli olabilir diye sorabilirsiniz. Unutulmamalıdır ki cehennem yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. Sürekli iyi niyet, iyi niyet Allah muhafaza birde bakmışsınız ki cehenneme yuvarlanmışsınız.

Türkiye her ne kadar laik bir rejim ile yönetilse de Ehl-i Sünnet Mezheplerinin içtihatlarına göre, yani belirledikleri Dâr’ul Harb ve Dâr’ul İslâm içtihatlarına göre değerlendirdiğimiz de Türkiye Dâr’ul İslâm’dır. Müslümanlar, İslâm’ı rahat ve özgür bir şekilde yaşayabilmesi için, Allah’ın ve Resulünün razı olduğu özüne döndürme yolunda çalışmakla mükelleftir. Yapılan bu çalışma cihattır. Bazı harici gruplar öze döndürme yolunda yapılan bu çalışmayı anlamayarak bunu Dâr’ul Harb olarak adlandırmaktadır ki bu büyük bir hatadır, yanılgıdır. Direk Dâr’ul Harp’tir demek ise içtihat olur ki içtihatta ise ûsül, içtihat eden kişinin bu içtihadı ile amel etmesidir. Bu içtihadı diğer Müslümanlara dayatma gibi bir yola başvurulması zulüm olur. İçtihadını yapar, Müslümanlar bunu kabul eder veya etmez bu onlara bırakılmıştır. Müslümanların kahir ekserisi Kur’an-ı Kerim Ayetlerini ve Hadis-i Şerifleri yorumlayabilecek ve onlardan hüküm çıkarabilecek bir konumda değildir. Bu sebeple içtihat seviyesinde müçtehitlerin içtihatları ile amel etmektedirler ki bu bakımdan Mezhepler ümmet için büyük bir rahmettir.

İslâm âlemini siyasi açıdan değerlendirdiğimizde özellikle üç anlayışla karşılaşmaktayız. Bunlar temkin modelini benimseyen Sünniler, intizar modelini benimseyen Şiîler ve kıyam modelini benimseyen Hariciler… Şiîlerde intizar modeli, Mehdiyi beklemeye ve Mehdi gelinceye kadar üst düzey bir müdahaleden kaçınmaya dayalı bir anlayıştır. Bu sebeple en önemli kurtuluş yolları takiyyedir. Bu anlayış İmam Humeyni ile beraber sona ermiştir. İmam Humeyni İran’daki inkılaptan sonra Şiî alimlerince Mehdi adına hüküm verebilecek İmam mertebesine yükselmiştir. Bu sebeple intizar modelinden yavaş yavaş vaz geçilmektedir. Harici kıyam modeli ise şartlar uygun olsun olmasın her şart ve ortamda mücadele etmektir. Zaferi verecek olan Allah’tır deyip Müslümanların bu durumdan zarar görüp görmeyeceği dikkate alınmayan bir anlayıştır. Sünni temkin modeli ise dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya karşı tüm güçle mücadele etmeye; içeride ise bakılır, hükümet zalim ise ve eğer yapılacak mücadele istenen sonuca ulaşacak ayrıca bundan Müslümanlar zarar görmeyecek ya da minimum seviyede bir zarar olunacağı tespit edilecek olursa zalim iktidarı devirmek için Allah rızası için sünnete uygun olarak mücadeleye girişmeye dayalı bir anlayıştır. Eğer bu durumda Müslümanlar için fitne olacak ve Müslümanlar bu işten zararlı çıkacak ise metot değişikliğine gidilerek mücadele siyasi, ekonomi, medya ve fikri alana çevrilir. Ve bu şekilde bir cihat yapılır. Buna Sünni Temkin Modeli diyoruz. Örneğin Suriye’de yapılan mücadele özellikle harici kıyam modeline göre yapıldığından 100 binin üzerinde Müslüman katledilmiş ve bu işten Türkiye’de dâhil birçok ülke zarar görmüştür. Bu bakımdan bu model tasvip edilmeyen bir modeldir. Mısır’da ise şöyle bir hata yapıldı; İhvan, Müslüman halkı sokaklara dökerek çoğunun katledilmesine neden oldu. Zaten Mısır Sisi ordusu, böyle bir şey bekliyordu ve bundan dolayı çoğunluğu İhvan üyeleri olan 3 Milyon kişiyi öldürmeyi açık açık dile getirmişlerdi. Aynı süreç Türkiye’de 28 Şubatta yaşandı. Dönemin darbeci bazı komutanları 1 milyon kişiyi gözden çıkarmışlardı. Merhum Erbakan Hoca bunu fark etti ve sokaklara dökülmek isteyenleri kesinlikle böyle bir hataya düşmemeleri konusunda uyardı. Bağırmak isteyen varsa ormana gitsinler diyerek büyük bir basiret örneği göstermiş ve bu olaydan tek bir Müslümanın burnu dahi kanamamıştır.

Evet, Türkiye’de Müslümanların en önemli çalışma ve cihat alanı siyaset meydanındadır. Her Müslümanın siyaseti, kimi niçin ve neden seçmesi gerektiğini iyi bilmesi gerekir. Siyaset şer veya şirk olan bir iş değildir. Bu duruma göre değişen bir alandır. Şer veya şirk olması tutumlara bağlıdır. Siyaset, İslâm’ın % 90’nına tekabül etmektedir. Siyasetsiz İslâm ve Müslüman düşünülemez. Eğer bir Müslüman siyasetten anlamıyor, hata yapıyor ve yaptığı bu hatalardan ötürü siyaseti şer veya şirk olarak görüyorsa, ya siyaseti bilen Müslümanlardan öğrenecek ya da hatasının faturasını Müslümanların bu alandan uzaklaşmasına sebebiyet verecek şekilde bir mücadeleye girişmeyecektir. Olabilir, her Müslüman siyasetten anlayacak diye bir şey yok. Çok iyi bir muhaddis olur, fakih olur, müfessir olur ama kendisine bir muhtarlık verseniz o muhtarlığı dahi yapacak bir siyasi kabiliyeti olmayabilir. Bu kötü değil, kötü olan anlamadığı siyaseti yanlış tanıtarak Müslümanların koyun sürüsü gibi istenilen yöne başkalarınca yönlendirilen bir kalıba girmelerine ön ayak olmaktır. Düşünün ki bir otobüs… Tekerleğine kadar her parçasını Müslümanlar alacak. Hatta mazotunu da dolduracak ama şoförlüğe geçmeyecek. Onu gayri Müslimlere veya Müslümanları sıkıntıya sokacak şoförlere teslim edecek. Bu kabul edilemez bir durumdur. Kur’an’a ve Sünnete aykırıdır.

Bugün itibariyle Türkiye’de en büyük sevaplar ve en büyük günahlar siyaset meydanında kazanılmaktadır. Siyasetten uzak duran Müslümanlar siyaseti bilmediğinden kime oy vereceği konusunda bariz hatalar ve yanlışlıklar yapmaktadır. Hiç şüphesiz bir Müslümanın İslâm’a karşı ya da Müslümanlara zarar verecek bir partiye oy vermesi düşünülemez. Ama yukarıda da değindiğimiz gibi siyaseti bilmemek, Müslümanların yanlış yönlendirilmesine neden olmaktadır. Müslümanlar bu konuda en büyük yanlışı ise iyi niyet sebebiyle yapmaktadır. Bu konuda hizmet grubunun mevcut hükümetle girmiş olduğu dershaneler polemiği üzerinde bir değerlendirme yapma ihtiyacı duyduk.

Hiç şüphesiz mevcut hükümeti kurulduğu ilk günden beri en üst seviyede destekleyen, savunan ve medya grubuyla amiral gemiliğini yapan hizmet grubudur. Kendileri de kabul edeceklerdir ki bu konuda en büyük tartışmalara Milli Görüş camiasıyla girdiğini biliyoruz. Milli Görüş camiası yaklaşık 45 yıllık siyasi tecrübesiyle mevcut hükümetin Müslümanlar için çok da faydalı olamayacağını en üst platformda dile getiriyordu. Hükümetin gerçekten de ilk 10 yılı değerlendirildiğinde Müslümanlarca tasvip edilmeyecek icraatlara imzaların atıldığı görülecektir. Son yıllarda takdire şayan çalışmalar da yapılmadı değil. Ama hasene seyyie yönünde değerlendirildiğinde ne yazık ki seyyieleri daha ağır basmaktadır. Mevcut hükümet özellikle Irak savaşında ABD’ye maddi manevi her türlü desteği vermesi sebebiyle milyonlarca Müslümanın katledilmesine, yüz binlerce Müslüman kızın namusunun kirletilmesine, on binlerce çocuğun yetim ve öksüz kalmasına, yine yüzbinlerce Müslümanın evsiz, barksız kalmasına neden olmuştur. Ve bu zulme maalesef ortak olmuşlardır. Zinayı suç olmaktan çıkarmış, Sait Nursi Hazretlerinin bugünün en büyük farzı İttihad-ı İslâm’dır anlayışına karşı Avrupa Birliğine girme adına büyük bir çaba ve mücadeleye girişmiştir ki bunlar kabul edilemez durumlardır. Anlamadığımız ise ABD, AB ve İsrail ile olan bu yöndeki üst düzey ilişkilere ve İslâm’i açıdan değerlendirdiğimizde kabul edilemeyecek yanlışlara imza atarken hükümete toz kondurmayan hizmet grubunun ne oldu da bir anda mevcut hükümet, nazarlarında en zalim hükümet oluverdi? Sait Nursi Hazretleri siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım derken her halde kastettiği böyle bir şey olsa gerek. Yani Müslümanların katledilmesine, dinen kabul edilmeyecek icaraatlara imza atılmasına ses çıkarmayan hizmet, menfaatlerine dokunulunca mı hükümet kötü ve zalim oldu. Yani bir şeyin yanlış ve zalim olduğunu kavramak için illa sizin tarlanıza mı girmeleri gerek. O zaman mı uyanacaksınız.

Peki, Hizmet grubunun fark edemediği ne idi? Eğer hizmet camiasının iddia ettiği gibi bu hükümet zalim ise o zaman adamın biri de kalkar; “Bir zalime yardım edeni Allah, o zalimi ona musallat eder” diye yüzünüze vurur. Bu durumda size isabet eden bu musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. Sonuçta mevcut hükümeti iktidara taşıyan en güçlü camia hizmet camiası olarak sizlerdiniz. Siyaseti anlamazsanız veya kim güçlüyse onların yanında yer alırsanız, bu dinin gerçek hizmetkârlarına düşmanlık besleyip iktidar konusunda destek vermezseniz, haksızlıklara karşı iyi niyet (!) ve hüsn-ü zan (!) göstererek ses çıkarmazsanız gün gelir verilen mühlet dolar, bu en acı şekilde sizden çıkarılır. Yani bu kadar büyük bir potansiyele sahip bir camianın bu hale düşmesi acınılacak bir durumdur. Bugün dershaneler konusunda gösterilen tavır, mücadele, azim eğer Irak konusunda, Filistin konusunda, zina konusunda, tesettür konusunda veya karikatür krizinde gösterilseydi acaba Müslümanlar bu halde mi olurdu? Olaya farklı bir açıdan yaklaştık. Bu birilerini eminiz ki kızdıracaktır. Ama unutulmamalıdır ki dost acı söyler. İnşallah bu acı tecrübelerden dersler çıkarılır ve bir daha yaşanmaması adına bundan sonraki süreçte daha dikkatli davranılır. Çünkü zarar gören ne yazık ki yine Müslümanlar olmaktadır.