“Çalışanlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüzü yerine getirmenin memnuniyeti içerisindeyiz” diyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, asgari ücret tutarının, mevcut sosyo-ekonomik koşullar gözetilerek belirlendiğini ve yeni miktarın, asgari ücrete tabii olan çalışanları ve tüm vatandaşları memnun edeceğini söyledi.

Asgari ücret açıklandı: 17.002 TL

'Çalışanlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüzü yerine getirmenin memnuniyeti içerisindeyiz' diyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, asgari ücret tutarının, mevcut sosyo-ekonomik koşullar gözetilerek belirlendiğini ve yeni miktarın, asgari ücrete tabii olan çalışanları ve tüm vatandaşları memnun edeceğini söyledi.

Ama, hedeflenen enflasyon üzerinden belirlenen yeni asgari ücret ne işçiyi ne de işvereni mutlu etti. İşçiye göre az, işverene göre çok olan bu rakam, ülkenin açlık sınırını belirleyen rakamın sadece 3 bin TL üzerinde!

Ücretin, mevcut enflasyon üzerinden değerlendirilmediği ortada zira bu tutar ile bekar bir insanın bile rahat yaşaması mümkün değil! Bir haneye sadece 1 asgari ücret giriyor ise o hane açlık sınırında ve yoksul bir aile demektir.

Kiraların büyük şehirlerde 15 bin, diğer şehirlerde en az 10 bin liradan başladığı bir ülkede asgari ücretle çalışan insanların ailesini geçindirebilmesi, çocuklarını okutabilmesi mümkün müdür? Mevcut asgari ücret ile özellikle büyükşehirlerde bırakın yaşamayı sadece kira ve fatura ödemek dışında beslenmek bile neredeyse imkansız.

Açlık sınırının 14 bin lira, yoksulluk sınırının ise 45 bin lira olduğu bir ülkede eğer hanede 3 kişi çalışmıyor ise o hanenin yoksul olduğunu söyleyebiliriz.

Açıklanan asgari ücret tutarı yüksek enflasyon yüzünden yaşam standardı mahvolmuş ve alım gücü günden güne düşmüş kimseleri memnun etmemiştir, gitgide artan ve önlenemeyen zamlarla edemez de… Mevcut ekonomide asgari ücretin en az 30 bin TL olması gerekir ki sürekli kredi kartına borçlanmadan rahat bir hayat yaşamaktan bahsedilebilsin.

Zaten sabaha en az %40'lardan başlayan yeni zamlarla uyanacağız, alım gücü yine aynı kalacak hatta belki daha da düşecek. Asgari ücretliler, maaşını aldığı gün maaşları bitecek, diğer maaşı alana kadar en az 1 maaş kadar da borçlanacak.

İşverenler, maaş ödemelerinde zorlanacağından yeni işten çıkarmalar yaşanacak. Devlet memurları maaşlarına yapılan zamların tadını çıkarırken özel sektörde çalışanlar zam alabilmek için kırk takla atmak zorunda kalacak. İşçisini mağdur etmek istemeyen işveren ise tek taraflı bedel ödeyecek, bu bedeli karşılayamayanlar ise gayri meşru çözümlere yönelecek.

Çözüm asgari ücret tutarında sürekli revizyona gitmek ve tutarı yükseltmek midir? Hayır!

Makroekonomik göstergeler düzelmediği sürece asgari ücret ne kadar yükselirse yükselsin, zamlar onu yine eritecek ve bir anlamı olmayacak.

Satın alma gücü kaybının en çok emeklileri etkilediği unutulmamalıdır zira sabit miktarlarla geçinmek zorunda kalan emeklilerin çoğu ek geliri olmadığı zaman geçim sıkıntısı yaşamaktadır. Alım gücü arttırılmadıkça, zamlar kontrol altına alınmadıkça, asgari ücreti veya emekli maaşlarını arttırmanın da anlamı olmayacak.

Çözüm asgari ücreti sürekli yükseltmek zorunda kalmayacağımız bir ekonomi modeli oluşturmak. Üretimin zayıf olduğu bir toplumda bu krizi aşmak mümkün olmayacak.

Üretim desteklerinin arttırılması ve üretim odaklı projelerin öne alınması gerekmekte. Üretimde yüksek teknoloji kullanımının teşvik edilmesi birim maliyetlerini aşağı çekeceğinden enflasyonun düşmesine yardımcı olabilir.

Özellikle, insanlar tarafından girişim alanı olarak eskisi kadar tercih edilmeyen tarım ve hayvancılık sektörünün canlandırılmasına devletin önayak olması ve kurulacak üretim tesislerinde devlete bağlı insanların çalıştırılması, ekonomi ve istihdam üzerinde büyük fark yaratacaktır.

1920'li yıllarda Almanya, muazzam miktarlardaki tazminatları Alman markı ile ödeyemeyince döviz satın almak için para basmaya başladı ve yüksek enflasyona yol açtı. Sonucunda ise Alman Markını değersizleştirdi.

Dünyanın hiçbir yerinde para arzını arttırarak enflasyona çözüm bulunduğu görülmemiştir zira ihtiyacın ötesinde basılan para, enflasyonun daha fazla yükselmesine yol açmakta.

Kur kaynaklı çıkarlar yüzünden enflasyonun düşürülmesinin geciktirilmesine dur denmeli. Kur ve faiz sorununa çözüm üretilmeli, ciddi para politikaları uygulanmalı. Kısa vadeli ve istikrarsız uygulamalar yerine enflasyonu dizginlemek, kontrol altına almak ve satın alma gücünü korumak adına orta ve uzun vadeli politikalar geliştirmek ilk iş olmalı.

Düşük faizli kredileri üretim yapan firmalara vermek, bireysel kredilere sınırlama getirmek gerekmekte. Bu dar boğazdan çıkana kadar bir evi olana ikinci ev için kredi verilmemeli.

Sürekli kredi ile ayakta kalmaya çalışan verimsiz firmaların kapatılarak aynı alanda faaliyet gösteren ve iyi durumda olan firmalarla birlikte hareket etmesini sağlayacak projeler üretilmeli.

Ayrıca toplumun büyük kısmının gelir eşitsizliği yüzünden ciddi sıkıntıda olduğu unutulmamalı, para politikalarında gelir dağılımı göz önünde bulundurulmalıdır.

Her geçen gün toplumun yüzde 20'sinin giderek zenginleştiğini, yüzde 80'in ise giderek daha fazla geçim sıkıntısı çektiğini görmek çok üzücü… Daha acı olan ise o yüzde 20'nin doyumsuzluğu yüzünden ülkenin yüzde 80'inin bu durumda olmasıdır..

Alım gücünün yükseldiği, asgari ücretle çalışanların insanca yaşayabildiği, sadece güçlünün değil haklının da hakkını alabildiği günleri bir an evvel görebilmek dileğiyle…

Sahi, o sondaki 2 lira neyin nesi?! 1 bardak soğuk su ücreti mi?