Veliahdın (aslı; veliy-yi ahd olup, bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse, şah oğlu, şahzâde) padişahlığını ilân için yapılan merasim, yàni Cülus-i Hümayun töreninde Yeniçeriye (asker ağalara) verilen bu Cülus Bahşişi ile gireceğim konuya. Fakat öncesinde küçük bir girizgah yapalım:

Osmanlıda Cülus; oturma (padişahın tahta oturması, çıkması) demek.

Veliahdın (aslı; veliy-yi ahd olup, bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse, şah oğlu, şahzade) padişahlığını ilan için yapılan merasim, yàni Cülus-i Hümayun töreninde Yeniçeriye (asker ağalara) verilen bu Cülus Bahşişi ile gireceğim konuya. Fakat öncesinde küçük bir girizgah yapalım:

Bahşiş, bazı yerlerde adetten olmuş hediye, mükafat. Zorunluluk yok, adam hizmet vermiş, siz de buna mukabil ona (bir mecburiyet yokken) fatura dışında bir miktar daha para veriyorsunuz, teşekkür kabilinden...

Rüşvet ise, karşılığını umarak verilen haram (yasak) para veya gelir... Bir müessesede, istemeye istemeye, işinizin kolayca görülmesi, halledilmesi için verilen gayr-ı ahlakî (kişiye özel) ödemedir...

Padişahlarımızın tahta çıkışları İslamî kurallar ve sınırlar içindeydi. Peygamberimiz (s.a.v)'den sonraki halifelerin (rametullahi aleyhim ecmain) seçiminde olduğu gibi Şura-yı Devlet (Yönetici danışma meclisi) kararı ile yàni önde gelen bilge ve/veya bilirkişiler, faziletli, devlet umuru görmüş insanların kararı ile aday padişah belirleniyordu.

Osman Bey, böyle seçilmiş, oğlu Orhan Gazi de böyle tensip buyurulmuş, saltanat (hanedan olarak) devam etmiş, bahsettiğimiz şuranın onayı, olur vermesi başlangıçta güzel güzel devam etmişti...

Tá ki... Yeniçeri ağaları ile irtibatlı bozuk ricàl-i devlet (sadrazam yahut şehzadeler, valide sultanlar vs..) zuhur edene kadar... Asker artık sağlam tarikat terbiyesinden de uzaklaşmış ve devletin değil, kirli siyasetin, paranın neferleri olmuştu...

İşte bu devirlerde Cülus Bahşişi de resmen rüşvet haline geldi. Hem öyle bir rüşvet ki, kimi valilik, kimi neredeyse hazineye malolan yüklü miktarda altınlarla oluyordu ağaların bahşişi (veya rüşveti)...

Milletimiz asker millettir. Yakın zamana kadar askerlik mesleklerin sultanıydı ve asla bir külfet olarak görülmezdi.

Lakin her işimizde olduğu gibi bunu da abarttığımız içindir ki, asker ağalar tarihteki gibi yine başımıza bela oldular.. Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarındaydı ama birilerinin fiştaklamasıyla kazan kaldırıyor, yine meşru otoriteye isyan ediyor, başbakanı ve bakanlarını ipte sallandırıyorlardı...

Korkuyorduk fakat zamanla kanıksadık... Öz evlatlarımızın namluyu ana babalarına çevirmesi ağrımıza gitmez oldu!.. Dalga geçercesine, 'bir sağdan, bir soldan asıyoruz' diyen şerefsizi bile adam gibi yargılamadık!

* * *

Askerleri şımartan ilk siyasiler; Adnan Menderes merhum ve onun çakma devamı olan mason Süleyman Demirel'dir. Cülus bahşişinin dozunu kaçırmalarının bedelini de idam ile ödemişler şanslı olanlar ise, şapkalarını (defalarca) alarak kaçmak zorunda kalmışlardı...

Askere haddini bildiren ilk siyasetçi merhum Turgut Özal oldu. Bu yüzden ölümü şaibelidir. Kalemini kıranlar sehba yerine hastahaneyi tercih etmişlerdi.. Kimi zaman da trafik, uçak kazası... olur(du) böyle şeyler...

Sonraki cumhuriyet siyasetçileri Özal'ı hiç anlayamadılar. hatta son (derin) darbeciler (FETÖ uşakları), cüluslarını, şimdilerde onları def-i hacet yaptıkları yere kadar kovalayıp bulan ve hadlerini bildiren iktidardan elden almışlardı. Hem de okka okka...

Sonra araları bozuldu, cüluslar bitti, darbeci yetiştirdikleri dershaneleri de kapatıldı... Ve kazan kaldırma... Hazırlıklar tamamlanırken dershane test kitapçıklarında (15 Temmuz darbe) tarihini bile verdiler.. Lakin iktidarla sarhoş ettikleri ricàl-i devlet göremedi. Ah şu cülus bahşişi yok mu...