Sosyal medyada bazı kişi ve hesaplar türedi. Sanki Tanrı tarafından vahiy indirilmiş, geçmiş ve geleceğin sırlarıyla donatılmış da hepsini açığa vurması yasaklanmış gibi kasıtlı olarak kafa karıştıran, bu sayede kitleleri kendine bağlayan bir güruh…

Anlaşılması zor fikirlerini, gelecekten haber almışçasına emin biçimde anlattığı öngörülerini, temelsiz inançlarını ve uygulamalarını, dinde yeri olmayan ritüelleri ve hurafelerini her gün topluma yansıtarak tabir-i caizse sosyal medyada mürit toplarlar.

Bu durumu, Türkçesi ‘bilmesinlercilik’ olan obskürantizm kavramı ile açıklayabiliriz. Hakikatin, toplum tarafından bilinmesinin kasıtlı olarak engellenmesi olarak açıklanan obskürantizm, bilginin yayılmasına, eğitime, akla ve ilerlemeye karşı bir tutumdur. Bilimsel olarak kanıtlanmış şeylerin gerçek olarak kabul edilmesinin reddedilmesidir. Yanlış olduğunu bilseniz bile bu teorilerin hızla yayıldığını görürsünüz.

Çok eskiden bu yöntem politikacılar ve kanaat önderleri tarafından kullanılırdı. En önemli örneği ise Orta çağ Avrupa’sında dini ve entelektüel alanda ölü bir dil olan Latince’nin kullanılmasının sebebi budur. Bilgiyi tekelinde tutanlar, bu gücü ellerinden kaçırmamak için dil değiştirerek toplumun bilgiye erişmesini veya anlamasını zorlaştırmışlardır.

Şimdi ise çok farklı bir boyuta taşındı. Ben size obskürantizme bir nevi evrim geçirterek yeni bir uygulama türeten insanlardan ve sebep oldukları karmaşadan bahsedeceğim.

Obskürantizm, bilgiyi gizlemek, çarpıtmak, eleştirel düşünceyi engellemek veya belirli bir kitle üzerinde kontrol sağlamak için yapılır. Obskürantizm, bir konu çerçevesinde gizem veya otorite hissi yaratmak için karmaşık bir dil, kafa karıştırıcı argümanlar ve yanıltıcı bilgiler kullanılarak uygulanır.

Toplumu etkilemek amacıyla çok basit fikri, olduğundan daha karmaşık ve asılsız hale getirip servis eden bu insanların amacı genelde şunlardır; üstün bilgiye sahip olduğu imajı vererek insanları etkilemek ve insanları endişelendiren konuların geleceğiyle ilgili üstü örtülü bilgiler verip aldatarak kaygı sayesinde kendilerine kitle bağlamaktır.

Özellikle siyasi hesapların bir kısmı, spiritüel koçluk yapanlar, falcılar, astroloji ve numeroloji uzmanı olduğunu iddia eden bazı hesaplar, hiçbir bilimsel temele dayanmadan ve konu üzerine hiçbir eğitim almadan kitaplar yazarak toplumun değerlerini çökertmeye çalışan yazarlar, sosyal medyadaki takipçi sayısı dışında başka bir yetkinliği bulunmayan influencerlar, dikkatle incelenerek, amaçları, bilgi düzeyleri, eğitimleri sorgulanarak takip edilmelidir.

Bu, medya kuruluşlarının da sıklıkla kullandığı bir yöntemdir. Yazılı ve görsel medyadaki yayın yasakları, sosyal medyadaki erişim engelleri tam olarak bu kavramla ilişkilidir. Medya okur yazarlığının önemi bu sebeple günden güne artıyor. Kimleri, hangi medya kuruluşlarını, ne için takip ettiğinize, size ne kattıklarına, sizden neleri çekip aldıklarına, sizi ne yönde değiştirdiklerine dair farkındalık kazanmazsanız o müritlerden biri olacaksınız. Takip ettiğiniz kişi, hesap ve kanalların şeffaf yayın yaptığından emin olun.

Ben bu tür hesapların, dijital medyanın geleneksel medyayı tahtından ettiği bu çağda sistematik olarak bilinçli şekilde arttırıldığına inanıyorum. Bilgiyi, kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak toplumu kendi istedikleri yönde yönlendirmek isteyenler tarafından desteklendiklerini düşünüyorum. Zira gücü elinde tutanlar, doğru bilgiye ulaşmayı olabildiğince kısıtlamaya çalışırlar. Malum, gerçek bilgiler yayılırsa insanlar sorgulamaya ve düşünmeye başlarlar, sonuç olarak aydınlanmış toplum tarafından güçleri sarsılabilir.

Bu konu üzerinde çok fazla durmuş bir yazar olan Cemil Meriç’in şöyle bir sözü var: “Obskürantizm heyulası yok edilmedikçe, herhangi bir diriliş hayaline kapılmak çılgınlıktır.”

Bu kişileri takip eden insanlar, bir süre sonra kendilerine sunulan fikirleri sorgulayamaz ve bunlara meydan okuyamaz hale gelirler. Hatta bilinçsizce hiç tanımadıkları bu insanların, gönüllü avukatlığını ve korumalığını yaparlar. En kötüsü de bu kişiler, çok şey öğrendiklerini zannederken doğrularını da unuturlar ve bir süre sonra çok şey bilip hiçbir şey bilmeyen bir insan olup çıkarlar.

Özellikle siyaset, sosyoloji, din, antropoloji, ekonomi, psikoloji ve sağlık alanlarında bilgi arayışının ve temiz bilgiye ulaşmanın önünü tıkamaya başlarlar. Durum öyle bir hal alır ki akademisyenler, araştırmacılar, din adamları veya konunun uzmanları çıkıp açık ve şeffaf bir biçimde doğruyu anlatmaya başlasalar bu kişileri ilk linç edecek kesim, obskürantizm mağdurları olacaktır. Dolayısıyla bu kişiler ve müritleri, halkın önemli konulardan uzaklaşmasını sağlayarak anlamsız tartışmalarla vakit kaybetmelerine sebep olacaklardır. Ayrıca toplumun eleştirel düşünme, rasyonel araştırma ve ispata dayalı analiz ilkelerini zayıflatacaktır.

Peki, insanları peşinden sürüklemeyi başaran bu insanların sırrı ne? Tabi ki belirsizliğe ve şüpheye olan tahammülsüzlüğümüz! İnsan belirsizlik durumunda, net cevaplara ulaşana kadar o kişiden, konudan kopamaz. Bunu çok iyi bildiklerinden sizi asla tam manasıyla aydınlatmazlar. Zaten birçoğunun da sizi tatmin edecek düzeyde bilgisi yoktur. Kafanıza şüphe ve korku tohumları ekip öylece bırakırlar. Siz de ‘Acaba başka bir açıklaması daha olur da ben kaçırır mıyım’ korkusuyla takipten çıkamazsınız. Öyle bir noktaya gelirler ki insanlar, doğru bildikleri tahrip olur ve bilinçaltlarına yeni ekilmiş tohumları büyüterek dünyaya artık o gözden bakmaya başlarlar. Özellikle Müslümanların, sahih kaynaklara en kolay ulaşabildikleri internet çağında dinleri hususunda bu denli kandırılmaya müsait olmaları beni çok şaşırtıyor.

Bunu da şu söz çok güzel açıklıyor: “Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.”

Dikkat ederseniz bu tür kişilerin takipçileri, bilimsel kanıtlarla toplumu aydınlatmaya çalışan gerçek ilim insanlarından çok daha fazladır. Çünkü insanları yönetmenin en kolay yolu, kaos yaratmaktır. Şüphe, korku ve belirsizlik de insan zihninde en büyük kaosu yaratır.

İşin diğer bir boyutu, bu kişiler toplumu kendi istedikleri yönde yönlendirmek amacıyla uydurdukları bilgilere, yalan olduğunu en başından beri bilmelerine rağmen zamanla kendileri de inanmaya başlarlar.

Eskilerin söyledikleri harika bir söz var, buna çok uygun: “Yukarı mahallede bir yalan söyledim, aşağı mahalleye indim, söylediğim yalana ben bile inandım.”

Takip ettiğiniz tüm insanlara, hesaplara ve medya kuruluşlarına bir kez daha farkındalık sahibi olarak bakın ve analiz edin. Sosyal medyadan önceki halinizi düşünün ve geldiğiniz noktada kimlerin payı olduğunu hatırlamaya çalışın. Bulunduğunuz kişiden memnunsanız sorun yok. Bir tuhaflık olduğunu seziyorsanız peşinden sürüklendiğiniz kişileri, fikirleri yeniden değerlendirin.