İki Rus jetinin Suriye üzerinden hava sahamızı yani
hükümranlık hakkımızı ihlal etmesi bize iki Alman harp gemisinin,
el çabukluğuyla Alman bayrağını indirip bizim bayrağımızı göndere
çektikten sonra Karadeniz'e süzülerek çarlık Rusyası sahillerini
topa tutmasını hatırlattı. Devleti âli Osman'ın I. Dünya Harbine
girmesine sebeb olan tezgâhın işlemesi için düğmeye basıldığı ândı.
Düğmeye basıldı, İttihatçı iktidar oyuna gelerek Sultan'a bile
haber vermeden devleti, sonunu getirecek bir felâkete
sürükledi.
Şüphelerimiz var! Sanki benzer bir tezgâh, bir başka yanımızda yine
işlemeye başladı. O zaman Rusya, o iki uğursuz gemiden top ateşine
tutulmuştu. Bu defa kendisi iki jetle tahrik etmekte. Aradaki fark
ilki, denizden karaya harp gemileriyle olmuştu. Bu defaysa savaş
uçaklarıyla havadan havaya olmakta.
Bu iki vak'a arasında bir irtibat mümkün müdür? İki vak'a arasında
böyle bir köprü farzedilemese bile arka arkaya bazı tuhaflıkların
yaşandığı gerçektir. Tuhaflıkların ilki, "Arap Baharı"yla bir ayda
devrilmesi mevzubahis edilen Beşar Esed'in 4 yıl geçtikten,
yapmadığı zulüm kalmadıktan sonra kademeli bir şekilde çekilmesinin
planlanmasıdır. Koalisyon güçlerinin bölgeye gelmesiyle IŞİD adlı
selefi-vehhabi örgütün bu coğrafyada boy göstermesi ve örgüte hemen
bütün batılı ülkelerden iştirakler olması eş zamanlı olmuştur.
İki yıl kadar evvel bazı batılı ülkeler, bize âdeta zorla iyilik
yaparak NATO şemsiyesi altında Malatya Erhaç'ta IŞİD'e karşı
savunma füzeleri mevzilendirdiler. O füzeler, bir ay evvel
birdenbire gelmesindeki gibi esrarengiz bir şekilde sökülüp
götürüldü. Bir gariplik de buydu.
Füzelerin alınıp götürülmesinden sonra kamuoyuna yansımayan bir
başka tuhaflık daha yaşandı. Bir ajans NATO genel sekreterinin BBC
ve Norveç radyosuna konuşarak Türkiye'nin NATO'da olmasına gerek
kalmadığını, Türkiye'nin kendini müdafaa edecek kuvvette olduğunu
vs vs söylediğini haber olarak geçti. Fakat bu yerli ajans, bir
süre sonra özür dileyerek haberi geri çekti.
Günümüze gelince; Rus kuvvetleri, iki hafta önce o Alman gemileri
gibi Suriye'ye girdi. Amerikan politikası, Suriye'yi âdeta eliyle
Rusya'ya teslim etti. Veya Rusların gelişleri BM'de Putin-Obama
görüşmesinin hemen ertesinde olduğuna göre bir paylaşma
yaşandı.
Tuhaflıklar, gariplikler devam etmekteydi. Rusya, Suriye'ye
girdikten sonra IŞİD diyerek Sünni muhalif kuvvetleri vurdu.
Ardından da iki kere hava hükümranlığımızı ihlal etti. Bir mig
uçağı, radarla jetlerimize kilitlendi. Bu saldırılara Türkiye
hariciyesi, Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız en sert şekilde cevap
verdi. İstiklalimize karşı böyle bir tecavüz vaki olurken NATO'yla
müttefikimiz batılı devletlerin kayıtsız kalmaları çok
yadırganırdı. Kayıtsız kaldılar mı? Hayır, aksi oldu. NATO,
hakkında öyle bir haber çıkıp kaybolan genel sekreteriyle ve bazı
müttefikler de dışişleri ve savunma bakanlarıyla Türkiye'yi çok
mübalağalı bir şekilde sahiplendiler. Devam etmekte olan bu aşırı
sahiplenme bize garip gelmekte. Bu da başka bir yadırganma
sebebidir. Sanki I. Cihan Harbinde yanımızda yer alıp başımızı
derde sokan "Alamanya"nın rolünü bugün birileri üstlenmiş durumda.
Ve yine sanki Rusya sataşmakta, batı yangına körükle gitmekte.
Ankara, tarihten mutlaka ders almalı. Türkiye, aman ha! "Yürü daha
ne duruyorsun!" telkinlerine kapılmamalı.
Eğer; ihlal, Moskova'nın iddia ettiği gibi hava muhalefeti yüzünden
ve sehven ve bir kaç saniye sürmüşse, o zaman Rus hükümeti özür
diler ve mesele kapanır. Bizden evvel NATO, ihlalin kasden ve uzun
sürdüğünü iddia etmekte. Bu iddia doğru çıkarsa özür daha bir
mecbur olmakta. Hem özür dilemeli ve hem de Suriye'den çıkıp
gitmelidir. Hangi hakla orada? Daha işgalin haftasında Ankara'yla
Moskova karşı karşıya geldi. Halbuki 7 asır içinde ilk defa 30
senedir Türk-Rus muharebesi yaşanmıyor. Bu sulh ikliminin değeri
bilinmeli.