VAKTİYLE iş dünyasında önemli başarılar elde etmişti. Çalışmış, didinmiş, kazanmış ve harcamıştı. Konforlu bir hayat sürdüğü ve yapmak istediği her şeyi yapabildiği her halinden anlaşılıyordu. Geniş bir genel kültüre, mühim bir dost çevresine ve görgüye sahipti.

Çalışmış, didinmiş, kazanmış ve harcamıştı.

Konforlu bir hayat sürdüğü ve yapmak istediği her şeyi yapabildiği her halinden anlaşılıyordu.

Geniş bir genel kültüre, mühim bir dost çevresine ve görgüye sahipti.

Dünyanın neredeyse her önemli noktasına gitmişti.

Gezmeyi seviyordu.

Ama bu geziler hızlıca cümbür cemaat koşturarak yapılan seyahatlerden değildi. Gittiği yerlerin yerel dokusunu anlayabilmek, örflerine vakıf olabilmek, insan ilişkilerine tanıklık edebilmek için buralarda makul sürelerde kalıyordu.

Dillerini kabaca da olsa çözene kadar kalışını uzatabiliyordu.

Özellikle cenazelerine katılıyor, yas süreçlerinin nasıl olduğunu dikkatle izliyor, kız isteme ve evlilik merasimlerinin ne şekilde gerçekleştiğini görmeye önem veriyordu.

Tüm bunlarla beraber evlerini nasıl bir zemine yaptıkları, bu sırada nasıl yardımlaştıkları, hangi malzemeleri kullanmayı tercih ettikleri onun için önemliydi.

Aile yaşamları, büyüklerine karşı ne şekilde davrandıkları, hürmet duygusunun nasıl işlediği, küçüklere gösterilen sevginin biçimi ve boyutları ile evde nasıl bir öğrenme metodu uyguladıklarını özel bir dikkatle izliyordu.

Diğer önemsediği bir husus ise aile içinde ve toplumda özgürlük kavramının nasıl algılandığı ve kendisini nasıl gösterdiği idi.

İbadethaneleri var mıydı, varsa ilişkilerinin hangi seviyede olduğu yine vazgeçilmez gözlemlerinden biriydi. Yanı sıra yöneticileriyle ve din adamlarıyla kurdukları ilişkinin zorunlu bir saygıya mı dayandığı yoksa içten bir dışa vurum olup olmadığı asla ihmal etmediği bir mevzuydu.

Giyim şekilleri, tercih ettikleri renkler ve bunların sosyal statü açısından neye tekabül ettiği önemsediği bir diğer ölçüsü idi.

Gittiği ve kaldığı yerleri bu kriterlere göre değerlendiriyor ve defterine notlar alıyordu.

Bu sebeple gerçekten söyleyeceği çok şeyi vardı.

Hangi milletin hangi boyunun nerede ve hangi şartlarda yaşadığını ve geçirdiği evreleri bir bilim adamı kadar hatta belki de daha fazla biliyordu.

Dolayısıyla sözü sohbeti boş değildi. Ezberden oluşmuyordu.

UNUNU elemiş artık eleğini duvara asmıştı.

Yani işini gücünü bırakmış seyahatini kendi içine yapmaya başlamıştı.

Dıştan içe yürüyen bir hakikat arayıcısıydı artık.

ÇANTADA KEKLİK sözünü yerli yersiz her cümlenin arasına sokuyordu.

Diline pelesenk olmuştu.

Bu nedenle kendisini dinleyen kişiler bile artık üzerinde durmaz, önemsemez olmuştu.

Dolasıyla bir anlam yüklemiyorlardı.

Ben ise buraya takılmıştım.

Altında bir sebebin yattığını düşünmüş ve bir bilinçaltı meselesi olabileceğine ilişkin kuvvetli bir kanaat oluşturmuştum. Bu sebeple bulduğum ilk fırsatta konuyu irdeleyip deşmek ve burada yer alan mesajı kavramak için yanıp tutuşmaya başlamıştım.

'Çantada olan keklik nedir efendim?' diye sordum bir tenha zamanda.

'Çantada bir keklik yok aslında biz var zannediyoruz' diyerek cevapladı.

Bu kadarıyla yetinemezdim elbette. Bu bana kafi gelmezdi asla. Meraklı gözlerle gerisini dinlemek için can attığımı görünce bir vasiyet emanet edercesine teker teker anlattı.

'İman mesela' dedi, 'Çantada keklik değildir ama maalesef biz öyle zannediyoruz. O kekliğin çoktan çantadan uçup gittiğini fark etmiyoruz bile.'

Kurşun yemiş yaralı bir ceylan gibi acılara gark oldum.

İtiraza mecal bulamadım zira sonuna kadar doğruydu. En küçük bir abartı bile barındırmıyordu.

'Kur'an-ı Kerim'i çantada keklik sanıyoruz. Anlayarak okumadığımız sürece orada Rabbimizin bize söylediklerinden haberdar olmuyoruz ama öyleymiş gibi davranıyoruz.'

Gülle ağırlığındaki ikinci cümlesi bu olmuştu. Ne yazık ki karşı çıkmak yine mümkün değildi.

'Muhabbeti, dostluğu, yarenliği çantada keklik sanıyoruz ve bunlara yeteri kadar duygusal yatırım yapmadığımızdan muhafaza edemiyoruz sadece kavramları ifade etmekle iktifa ediyoruz.'

Siz buna hayır diyebilir misiniz peki, ben diyemedim.

'Sağlaması yapılmamış bilgi amele dönüşemediğinden çantandan uçuyor dolayısıyla ilim ve sürekli hatırlanan zikir haline gelemiyor. Sabır ve infakla desteklenmeyen bir namaz yine seccadeye öylesine bırakılan kuru ve ruhsuz birtakım hareketlere dönüştüğünden çantadan keklik kaçırılmıştır.'

Daha neler anlattı neler ama yerimiz ancak bu kadarına yetti.

GERÇEKTEN gün görmüş, hayatın anlamını kavramış bu gibi kişilerden daha fazla istifade etmek gerek.

Bunun için ise dinleyip geçmemek, duymak lazım.

Ve…

Azıcık irdelemek.

Ya Selam!