ÇOK okuduğu her halinden belliydi.

Kâmil idi. Olgunluğunu tüm hâl ve hareketlerinde gösterirdi. Nezaketi zirvedeydi. Büyük küçük ayrımı yapmazdı. Beden yaşına göre değil ruhun ötelerden gelişi itibariyle belirlerdi ilişkisini.

Kendine göre çok küçük olanlara bile ayağa kalkardı. Karşılama ve uğurlamalarda bu âdetini her zaman herkese karşı sürdürdü. Onun bu tavrını yoğun gözlemlediğim zamanlarda şöyle bir duyguya kapılmıştım. Sanki başkalarına değil de kendine ya da kendinde olana hürmet ediyordu.

Saygı gösterdiği kişileri başkalarının değerlendirmelerine göre seçmiyordu.

Kendine göre prensipleri vardı belli ki, bir çocuğa bile hürmetkâr davrandığına göre.

ZAMANIN aramızdan akıp gittiği ve mazimizi çoğalttığı bir muhabbet sofrasındaydık yine.

Kafama takılan bu meselenin biraz peçesini aralayacak olmuştum ki, hemen anladı. Daha fazla sözü heder etmeme müsaade etmeden “Örselenmiş insanları bir de biz mi örseleyelim nazarım” deyiverdi. “Bu yakışık alır mı, reva mıdır Hakkın kullarına?”

Haydi bakalım adamsan gel ve bu soruya esaslı bir cevap üret…

Halil Efe Çökertme’den onca kurşun arasından sıyrılıp çıkabilmişti ama ben buradan çıkamadım.

Çöküp kaldım.

GÜNÜMÜZ insanının çok yönlü yumruklar yediğini anlattı.

Haklı haksız demeden nicelerine girişildiğini ve ruhların örselendiğini, kalplerin incitildiğini dile getirdi.

Haksız mıydı? Asla. Çok yerinde bir tespitti ayrıca.

Evet, çokça hırpalanıyoruz. Onurumuz paspasa dönebiliyor.

Dünya devletleri birbirini örseliyor. Savaşıyor. İthamlarda bulunuyorlar birbirilerine. İstihbarat örgütleri marifetiyle başka ülkelerin halklarına haksız acılar yaşatıyorlar kafalarında kurdukları ütopyalar sebebiyle.

Ya ülkenin yerel ve genel idaresini elinde bulunduran yöneticileri. Onlarda bilerek ve bilmeyerek tarih boyunca örseleyici davranmadılar mı? Sorumlulukları altında bulunan halka zulmettiler mi? Kendi inançlarını, anlayışlarını dayatmadılar mı? Yayılmacı düşüncelere kapılarak savaşlar ilan edip masum halkı cephelere sürmediler mi? Ardından yoklukla bezdirmediler mi? Zihinleri köleleştirmek için çabalamadılar mı? Tek tip insan modelleri üretip robotik hayatlar kurgulamadılar mı?

Kısacası dün ve bugün aslında bu açıdan çok birbirinden farklı değil.

Yöntemler ve söylemler değişmiş olabilir ama anlayış aynı.

Dünya tarihinden örnekler verdi. Ödenen bedelleri gözümüzün önüne serdi.

Anladık ki, insan, başka insanlar tarafından hep hırpalanmış, örselenmiş dahası öldürülmüş.

KARAMSAR değildi aslında.

Hep ufka bakan bir insandı. Daima ümitvâr idi. Geleceğe dair güzel tasarılardan söz ederdi.

İnsanlığın ciddi bir muhasebe yapacağını ve içinde olduğu adaletsizlik çemberini kırıp çıkacağını dile getirirdi. Şefin zulmünü de büyücünün göz ve gönül boyamasının da son bulacağını inançla anlatırdı.

Ama bugün böyle olmuştu işte.

Doğruyu göstermek için kimi vakit sarsıcı cümleler kurup kanıta dayalı etkili örnekle vermek hatipliğin şanından sayılmaz mıydı? O zaman neden buna bu kadar takıldım ki!

ERTESİ gün tevafuk ettik.

Dünün sarsıntısını henüz atlatabilmiş değildim.

Uykusuz geçen gecenin gözlerimde kırmızı bir etkisi olmuştu. Yüz çizgilerim ise buna bağlı olarak sanki biraz daha derinleşmişti. Anladı tabi ve “Sen dünde mi takılı kaldın imanım?” dedi. Evet manasında başımı sallamakla yetindim.

Yüzüme normalde olandan daha bir ciddiyetle baktı ve söyleyeceği yeni söze beni hazır hâle getirdikten sonra şöyle dedi: “Mesele dün anlattıklarımdan ibaret değil. Hepimiz mecazla örselenen hakikatlerin ardında yorgun düşmüş olarak cesetlerini sürükleyen yarı ölüleriz.”

Off bu da ne şimdi böyle. Neresinden nasıl tutacağım bu cümlenin.

Mecaz nedir, hakikat ne? Mecazın hakikate tasallutu ne zaman nasıl oldu? Hâlen olmakta mıdır?

Biz hangi taraftayız? Aldığımız yaralar nedir ve bunlar sarılabilir durumda mı?

Gerçek anlamından uzaklaşılarak elde edilen başka anlamlar canımıza nasıl okudu? Örnekleri var mı?

Kelimeler birbirinin yerini haksızca alarak orayı tahkim edip doldurmasından sonra mı başladı savaşlar? Ya da savaşın kendisi bu muydu?

Temel ve mevcut olan yan anlamların haricinde gerçekleştirilen anlatımlar en çok hangi sahalarda kendini gösterdi? Din, iman bunlara dahil mi mesela? Bilimsel ve mistik yalanlar örneğin…

Hakikatin mecaz ile var olan doğal bağı tersinden nasıl düğümlenerek bizlere sunuldu?

Sorular, sorular… Belli oldu bu gece yine bize uyku yok.

Ya Selâm!