Ülkemizde milli ve muhafazakar kesimde hep bir maarif davamız olageldi.
Yazıldı, çizildi, kafa yoruldu.
Gönüller yoğuruldu.
Bu toprakların evlatlarını düşünüp onlar için sancılananlara hepimizin borcu var.
Bu borç evvela onları anlamaktır.
Daha çok anlamak için ise sürekli kendimizi geliştirmeli ve okumayı bir yaşam tarzı haline getirmeliyiz.
Konu üzerinde öncü çalışmalar yapan bir platform var ve esaslı araştırmalar gerçekleştiriyor, çağrılar yapıyor.
Platformun başkanı Prof. Dr. Osman Çakmak ile Türkiye Yüzyılında Maarif Davamızı sizler için konuştuk.

Oluşturmuş olduğunuz 'Maarif Platformu' var. Toplantılar yapıyorsunuz, çağrılarda bulunuyorsunuz. Nedir bu platform?

- Maarif Platformu ülkenin maarif ve ilim meselelerine akademik anlamda çözüm sunmak isteyen, çoğunluğu eğitim bilimci akademisyenlerin teşkil ettiği bir yapılanma. Düşünce kuruluşu üslubunda çalışma yapıyor. Öncelikleri arasında Türkiye yüzyılı çalışmaları var. 'Türkiye Yüzyılı Projesi'nin en önemli basamağının yerli ve milli bir muhtevaya sahip eğitim sistemi ve müfredatı olduğunu düşünüyoruz. Bu amaçla kuruluşunda eğitimi bilgi meselesi olmaktan çıkarıp MEDENİYET meselesi haline getirilmesini isteyen bir MİLLİ EĞİTİM çağrısı yaptı. Bu çağrıda ayrıca Türkiye yüzyılı vizyonunda boşlukta kalan maarif düşüncesine vurgu yaptı. Dileyenler vereceğim linkten ulaşabilirler.
www.maarifdavamiz.com/maarif-platformu-milli-egitim-cagrisi-yayinladigi-ilk-acilis-toplantisini-yapti/'

Bu bildiri ne istiyor?

-Platform bildirisi 'Türkiye Yüzyılı Projesi'nin en önemli basamağının yerli ve milli bir muhtevaya sahip eğitim sistemi ve müfredatı olduğunu vurguluyor. Hedef olarak belirlenen Türkiye Yüzyılının somut hale getirilmesi yolu hem maddî hem de manevî (bilim, düşünce, kültür, siyaset ve sanat'ta gerçekleştirilecek) atılımlar bakımından çok iyi hazırlanmak zorundayız denilmektedir.
Platform bildirisinde eğitimi, tekniği sathi çözümlere boğulmaktan kurtaracak yerli formüller gündeme getirilmektedir. Savunma sanayii ve Selçuk Bayraktar örneğine dikkat çekilmektedir.

'Milli Eğitime Çağrı' başlığıyla yayınlanan metinde ne amaçlanıyor?

- Eğitimde son yirmi yılda nelerin amaçlandığı ve amaçlananların niçin gerçekleşmediği konusu masaya yatırılmaktadır. Hükümette milli eğitim için yeni bir yol haritası ve çözüm ve problemlere bakışın gözden geçirilmesi ve yeni bir problem çözme anlayışı ile yola çıkılmasının gereği ele alınmaktadır.

Sanki bir yenilenmeden veya dirilişten bahsediyor gibisiniz…

-Evet. Diriliş, aklın ve bilimin ışığında toparlanıp yeniden yapılanmadadır. Taklît, teslîm olma, giderek yok olmak demektir. Millî-toplumsal hafızanın ve dilimizin kurtarılıp diriltilmesi, geleneksel mimarîmizin günün şartlarına uygun tarzda geliştirilmesi; musıkîmiz ile edebiyatımızın ihyası ve nihayet topyekûn eğitim-öğretim, Ortaçağda ecdadımızı bilimde zirve yapan değerlere ve yitik hazinenin keşfi ve eleştirel düşüncenin ve araştırma duygusunun diriltilmesi gibi meseleler var.
Bu çağrıda milli eğitimin paket sorun yani çok sayıda sorunu içine barındıran sorun olduğu gerçeği dile getirildi. Sorunlara proje anlayışı ve ilgili tarafların yer alması ile çözülecek problem olarak kabul edilmesi gereği üzerinde duruldu.

Gerçek problemler gözden kaçırılıp sahteleri mi önümüze konuluyor?

-Doğrudur. Asıl eğitim ve bilim problemler yerine yansıma-gölge problemlerle meşgul edilmemiz insanlarımızın algı ile yönetildiğini ve gerçeklerin üstünün ustaca örtüldüğünün resmini sunmaktadır. O yüzden ülkemizde sorunlara kısır sorularla yaklaşılmaktadır. Bu yaklaşım tarzı çözümü tıkamaktadır.

Algılar olguların önüne mi geçiyor bu şekilde?

-Evet, aynen öyle oluyor. Paket sorun çok sayıda sorunun bir araya gelip paket ya da yumak halini aldıkları sorunlardır. Sorunlar -bitişikse-çok zor çözülmektedir. Bu bileşik sorunları çözmek için doğru soruyu bulmamız gerekiyor. Ve algı ile olguyu ayırma mecburiyetimiz var.

Sorunları çözme hususunda yanlış yaptığımız şey nedir?

-Sorunu çözmeye çalışmadan önce yapılması gereken şudur: Problemi 'anlaşılabilir sorular'a çevirmek. Cevaba giden yolun ipuçlarını içinde bulunduran soruları bulabilmektir. Çünkü soru sormak o denli güçlü bir araçtır ki, en güvenilir görünüşlü doğru, iyi ve güzel görünen sonuçlar bir anda şüpheli ve yanlış duruma düşürebilir.
Çalışmalarımızda sorunların asıl kaynaklarını göstermek gibi misyon üstleniyoruz. Şimdiye kadar uygulamadığımız bir yöntem bu. Sorunların gölgeleri ve yansımaları ile uğraşıyoruz çoğunlukla.
Platform olarak bizim farkımız şu: Sorunların yansımaları ve görüntüleri ile değil asıl ve kaynak kök problemlerini ele alıyoruz.

Bu bir paradigma farklılığı gibi göründü bana….

-Evet. Konulara yenilgi psikolojisi ile ve tepkisel yaklaşmıyoruz artık. Sorunların, yanlış, eksik, üstü örtülü halden, ne olduğu belli olmayan biçimden kurtarılması için önce doğru soruların gündeme alıyoruz. Sonra da o sorulara çeşitli bilimsel araştırmalar yoluyla; ortak akılla ve beyin fırtınası yöntemleriyle cevaplar arıyoruz.

Nasıl bir misyon üstleniyorsunuz tam olarak?

-Çalışmalarımızda amacımız, maarif meselelerimizin çözümsüz olmadığı göstermektir. Okul ve eğitimin, özellikle ders kitapları ve müfredatların kültürel ve manevi değerlere makas atan yapısından, sığ ve dayanaksız temellerden, zihinleri kısırlaştırıcı çerçeveden kurtarılması için çözümler ortaya koymak misyonumuz diyebilirim.

Bu çalışmalarda nasıl bir metot takip ediyorsunuz?

-Hz. Mevlana'nın pergel metaforunda olduğu gibi, pergel'in sabit ayağı kendi medeniyet dinamiklerimize ve kültürel değerlerimize basacak, pergelin hareketli ayağıyla da bütün medeniyetlere, kültürlere, felsefelere açılabilecek bir metot izliyoruz. Bu çalışmalar, topyekûn eğitimi anlamlı hale getirecek; yani onu maarife dönüştürecek yol haritaları sunmak istiyoruz. Bu çalışmalar, aynı zamanda okul ve üniversiteyi hayatın ve mesleğin içine çekecek çözümler için de yol haritalarını ele alıyoruz.

Maarif platformunun destek verdiği ve öncü olduğu çalışmalardan söz edebilir misiniz?

-Ülkemizin geleceği için çabalayan çok sayıda STK ve gönüllü kuruluşlar var. Biz onları çalışmalarımıza çözüm ortağı haline getirmek istiyoruz. Bu yolda sonuç veren olumlu teşebbüslerimiz oldu. Amacımız şu: Sorun çözümünde ortak bir yaklaşım sergilemek. Sorun diye yakınıp sızlandıklarımız aslında gerçek sorunlar değil. Merhum Cemil Meriç'in dediği gibi 'Bizim intelijansiyamız (aydın) Batı'nın yeniçerisidir'. Osmanlı Avrupa'nın çocuğu ile Avrupa'yı vurmuştu. Şimdi işler tersine döndü. Avrupa bizim okumuş kesimle bizi vuruyor. Eğitim bilimcilerimiz okullarda onların kavramına göre yazılmış kitaplarla yetiştiği için Batının fikirlerini kendi fikri zannediyor. Sorunlar çözülmüyorsa sebebi budur. Problemlerin çözümünde tümden gelim yöntemi önemli. Genelde parçalardan çözüme gittiğimizden kök problemi göremiyoruz. Kökü çürümüş ağacın dallarını ihya ile yada temeli bataklık zeminde olan binayı badana ile meşgulüz.

Destek verdiğiniz projelerden söz etmiştiniz. Onlardan bir örnek verebilir misiniz?

- Kendi yerli kaynaklarımızdan neşet eden ve ondan doğan milli ve yerli eğitim modelinin teşkili için projelere destek veriyoruz. Onlardan birisi şu: Farklı üniversitelere ve branşlara mensup 30 bilim adamının birlikte hazırladığı 'Maarif Düşüncemizin Kuramsal Temelleri' kitabının 1. cildi yayımlandı. Seri halinde düşünülen kitabın diğer ciltleri de yoldadır. Bu seri tamamlandığında, yerli ve milli bir eğitim sistemi ihdas etmenin ilk adımı olan nazari yani kuramsal, teorik zemini hazır olacaktır.

Bu seri çalışmanın amacı nedir?

-Bu amaçla tarihimizde, bizi biz yapan maarif ve insan, bilgi, ahlak, toplum, öğretmen ve öğrenci gibi onun bileşenlerine dair fikirlerini, 21.yüzyıla istihraç etmektir.

Bu itibarla adı geçen kitap, Fuat Sezgin'in umut, amaç ve hedefine giden yola döşenmiş taşlar olarak görebilir miyiz?

-Kitap bu amaç ve muhteviyatıyla, Millî Eğitim Bakanlığının çok doğru olarak başlatmış olduğu, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli oluşturma çabalarını destekleyicidir mahiyet taşımaktadır.
Kitabın editörlüğünü sahasında yetkin eğitim bilimci hocalarımız Prof. Dr. Burhan Akpınar, Prof. Dr. Behçet Oral ve Prof. Dr. Bayram Özer yaptı. Tarihimizdeki toplam 22 kurucu ve öncü bilim uzmanının (alim) maarif/eğitim ve onun bileşenlerine dair görüş ve uygulamaları incelendi.
Kitapta ortaya çıkan dikkat çekici bir sonuç, İslam medeniyeti ve Türk kültürüne dayalı maarif dünyası için kullanılan kelime ve kavramların, günümüzde cari pedagojik kelime ve kavramlara benzerlik var: İslam ve Türk düşünürlerinin maarife dair kelime ve kavramlarını, referans vermeden ve lafzi anlamda adını değiştirmişler ve cüretkar biçimde kendilerine mal etmiş olduğu sonucu çıkıyor. Birçok bilim tarihçilerinin itiraflarından da bunu anlamak mümkün.

Bu kitaba sizin katkınız oldu mu?

-Kimyanın kurucusu Cabir bin Hayyan aynı zamanda bilimsel düşünceyi, deneyciliği ilk defa sistemleştiren bir alim ve filozof. Müşahede ve gözlemi, bilimsel yazmayı (raporlama) çalışmalarının merkezine oturtan bir deneyci bir bilim adamı ve düşür. Kimyaya ölçme ve tartmayı getiren kurucu bilim adamlarındandır. Bu konuyu yazmak bana nasip oldu. Kitaba ulaşmak için adres veriyorum. https://pegem.net/.../Maarif-Dusuncemizin-Kuramsal.../264135

Kitapta ele alınan alimlerin çalışmalarından ve eğitime dair buluş ve yeniliklerinden birkaç örnek verebilir miyiz?

-Elbette. ABD menşeli, çağdaş ve modern olarak nitelenen 'öğrenci merkezli eğitimin' temelleri, çocuğa göre eğitim ve muhataba göre eğitim, anlayışlıyla John Dewey'den asırlar önce Farabi başta olmak üzere İslam ve Türk düşünürleri tarafından ifade edilmiş ve asırlarca uygulanmıştır. Kindi, yine asırlar önce, bilimsel çeviri ve transferin metodolojisini hem yazmış ve hem de uygulamıştır. El-Kabisi, ABD menşeli standartlardan çok önce, öğretmen özellikleri, eğitimin şekli düzenlenmesi ve sınıf yönetimine dair ilkeleri kaleme alırken, Gazali, modern Batı eğitiminin temellerinden olan Piaget'den asırlar önce 'öğretim ilkeleri' ile 'gelişim ilkelerini' kaleme almıştır. Keza İbni Sina bireysel farklılıklara uygun eğitim verme anlayışını, öğrenci stil ve profilini ve farklılığını mizacı eğitimin içine dahil etti. Şeyh, derviş ve hoca olarak, eğitimbilim dışına itilen Mevlana, Batı eğitiminin ana açmazlarından olan duyuşsal (duygu, kalp, his, hissiyat) ve ruhsal eğitime dair ilke ve uygulamaları ortaya koymuştur. Modern eğitimin icadı sanılan, 'yaşam boyu öğrenme' ve 'mesleki eğitime' Yusuf Has Hacib, çok önceden el atıp, bunlara dair önemli ilkeler vazetmiştir. Fahrettin Er-Razi günümüz eğitim sistemlerinin temel açmazlarından olan 'insan yetiştirme sistemine' dair Razi'nin çözümleri görmezden gelinmiştir. Bugün eğitimin toplumsal görevlerinden olan, yaygın eğitim, halkı aydınlatarak sosyal sermaye oluşturmada, Ahi Evran ile Hacı Bektaş-ı Veli, Batılı meslektaşlarından yüzlerce yıl öndedir.

Çıkış noktası nedir? Önce neyi bilmeliyiz?

-Her şeyden önce eğitim sistemimizi millet olarak biz tasarlayıp kurmadığımızdan milletimizin ruhu bize ait değildir. Ülkemizde son bir asırdır, hatta bir buçuk asra yakındır, her şeyiyle Batıya ait olan bir eğitim sistemi hakim oldu. Bu eğitim sisteminin dünya görüşü, eğitim, insan ve bilim felsefeleri ile; vizyonu, müfredatı ve ders muhtevaları ve yöntemleri ile bizim bütün değerlerimizi dışlayan bir anlayışla kurulmuş bir sistemdir. Batılıların anlayışına göre kurulmuş bir yapıdır.

İnsanların bir ruhu olduğu gibi onlara ait eserlerin de kendilerine özgü bir ruhu vardır. Milletler kendi mefkurelerini ortaya koydukları eserler ile meydana getirir ve muhafaza ederler. Mimariden musikiye; edebiyattan ilmi eserlere kadar tüm alanlarda yapılan çalışmalarda milletlerin ruhunun yansımaları görülür. Aynı Tanpınar'ın Beş Şehrinde, şehirlerin ruhunun; Sinan'ın eserlerinde İslam'ın ruhunun görüldüğü gibi. Bütün mesele, bu ruhun milletin ruh bütünlüğüne dönüşmesi meselesidir.

Tüm bunların ışığında, günümüzün temel meselesi olan ders kitaplarının şekillenmesi için müfredatların muhtevası konusunda da öncelikli adımın bu ruh bütünlüğüne ulaşmak olmalıdır.

Kendi değerlerimizden beslenen üretken ve inşa edici bir eğitim sistemi kurmak için kolları sıvamalıyız. İhtiyaç duyduğumuz eğitim sistemi bize hem İslam ve insan düşüncesini iyi öğretecek, hem de başka dünyalara, düşüncelere, medeniyetlere açılmamıza imkan tanıyacak derinlikte ve vüsatta olmalıdır. Öyle bir eğitim sistemi hazırlayalım ki ruh köklerimizden beslensin, dünyaya yeniden çaplı adamlar ve çığır açıcı fikir, sanat ve ahlak akımları armağan etsin.

PROF. DR. OSMAN ÇAKMAK KİMDİR?

Osman Çakmak, ilk ve ortaokulu doğduğu köyde-beldede (Başören ve Deliilyas) liseyi, Sivas Lisesinde tamamladı. Atatürk Üniversitesi Kimya bölümünde lisans (1982) ve lisansüstü eğitimini organik kimya alanında tamamladı (1990). Bitirdiği okul ve bölümleri birincilikle tamamladı. Almanya'da doktora sonrası araştırma çalışmaları yaptı (Alexander Von Humboldt Bursu; 1992, 1999, 2002). . İngiltere (1998), ABD (2011) ve TÜBİTAK MAM (1997) da araştırmacı misafir bilim adamı olarak çalıştı. 1992 yılında doçent, 1998 yılında profesör oldu. Birçok Üniversite (BAP) ve TÜBİTAK destekli araştırma projelerinde yürütücü veya akademik danışman olarak görev yaptı.
Atatürk Üniversitesinde (1984) başlayan akademisyenliğini, Tokat Gaziosmanpaşa üniversitesi (1993) ve Yıldız Teknik Üniversitesinde (2013) devam ettirdi. Yıldız Teknik Üniversitesinden emekli olduktan sonra bazı vakıf üniversitelerinde tam zamanlı ve yarı zamanlı çalıştı. Bulunduğu üniversitelerde kurucu idari görevlerde bulundu (Tokat GOÜ, YÜ-Yalova, İGÜ -İstanbul; İRÜ -İstanbul).

Halen İstanbul Rumeli Üniversitesi'nde çalışmaktadır.