BU yönde bir tanımlama var mı, bilmiyorum doğrusu. Dikkatle kişisel hayatımıza bakıp insafı elden bırakmadan bir değerlendirme yaptığımız zaman pek çoğumuzun bununla başının dertte olduğunu sanırım söyleyebiliriz.

BU yönde bir tanımlama var mı, bilmiyorum doğrusu.

Dikkatle kişisel hayatımıza bakıp insafı elden bırakmadan bir değerlendirme yaptığımız zaman pek çoğumuzun bununla başının dertte olduğunu sanırım söyleyebiliriz.

Kabul eder miyiz, bu başka bir husus.

Her ne olursa olsun doyurulmamış bazı duygularımız bizi ferdî hayat çemberimizin dışına savurmuş durumda.

Yaşam artık içeride değil, dışarıda.

Oysa canımızı yakan tüm olaylar içe dönemediğimizden, dışarıya fazlaca açıldığımızdan kaynaklanıyor.

TEŞHİR çağında olduğumuzu inkar etmek faydasız.

Dışavurumun yoğun biçimde yaşandığı bir yüzyılın yorgun fertleriyiz.

Herkes kendinde olduğunu düşündüğü her özelliğini genele faş etme, duyurma derdine düşmüş neredeyse.

Bu, bir beden olabilir. Karizması, güzelliği olabilir. Maddi varlıkları, mülkleri olabilir.

Engin bilgileri olabilir. Çok önemsediği ve kendini ait olmaktan hoşnut bulduğu muhiti, çevresi olabilir.

Eğitim seviyesi, diplomaları, sertifikaları olabilir.

Neyimiz varsa bunları dışa vuruyor, saçıp savuruyoruz.

MÜSTEHCENLİK nedir diye sorulsa hepimizin karşı olduğu ve hatta karşı durup direndiği bir olgu olduğunu iftiharla söyleriz. Gel gör ki, mesele kendimiz olduğu vakit artık sınır tanımıyoruz.

Anne karnında henüz cinsiyeti yeni belli olan çocuklar için bile sevinç çığlıklarının atıldığı ve aleme ilan edilen abartılı partilerin yapılabildiğine tanık olabiliyoruz. Dünyaya henüz gözünü açmış masum ve masumeler için şükür içermeyen doğum törenlerinin herkesle pervasızca paylaşılabildiği ve artık bunda ayıp bir durumun olmadığı anlayışına gelip demir attık.

Semt pazarında satışa çıkartılmış edası veren patik ve diğer çocuk giysisi görüntüleri vs…

En mahrem ortak hayat düşü anlamına gelen evlilik tekliflerinin en anlamsız, en saçma ve en sıra dışı biçimde yapılması gerektiği fikri ile başlayan birlikteliklerin başka türlü devam etmesi de zaten beklenemezdi herhalde?

Bunlarla sınırlı kalmıyor elbette mesele. Yeme, içme konusundaki paylaşımlar artık harcıalem durumda… Yapmayanlar dövülecek neredeyse.

RÜZGÂRIN fotoğrafı çekilebilse bunu bile yapmaktan imtina etmeyeceğiz.

Yıldızlar artık söyleşmek için değil fotoğraflanmak için bir manzaradan ibaret hale gelmiş.

Gündoğumu ile yepyeni fikirler doğmuyor dünyamızda, fotoğraflıyoruz sadece.

Günbatımı bu dünyada batıp öte tarafta yepyeni bir tazelikte dirileceğimiz düşüncesini doğurmuyor artık tefekkür dünyamızda, fotoğraflıyoruz.

Şırıl şırıl akıp giden bir dere ile birlikte akamıyoruz bu çağda… Fotoğraflıyoruz.

Bir serçenin sekişi, bir güvercinin yemlenmesi bizim için resmedilecek bir sahneden öteye geçemez oldu. Görmeyen gözlerin, duymayan kulakların sahipleri olduk ne yazık ki...

Düşünmeyen, eğriyi, doğruyu hesap edemeyen bir aklın, hissetmeyen bir kalbin yükünü çekiyoruz.

Halbuki tüm bunlar bize Rabbi Rahimimizden birer ayet ve bize birer çağrı, okumamız gereken.

KELİMELER küstü bize görüntü müptelası olduğumuzdan beri.

Kendimizi doğru şekilde ifade edemez, meramımızı dile getiremez olduk. Zihni dünyamızda geri çekilmeler yaşıyoruz bu 'Sosyal Dışavurum Sendromu' sebebiyle.

Dolayısıyla gazetelerin ilk sayfalarına, dergilerin fotoğraflarına bakar olduk.

Kitaplar ise ne yazık ki, bir selfie malzemesi olarak çantalarımızda geziyor.

GÖSTERME, sergileme, herkese duyurma, göz önüne serme, aleme ilan etme birinci önceliğimiz oldu.

Var olanı bu anlayış ile sergileme konusunu ifade ettikten sonra dikkat çekmek istediğimiz bir başka husus var ki, o da, olmayanı var gibi gösterme çılgınlığıdır.

Bilmesen bile biliyor görünmeli.

Yapmasan da yapıyor görünmeli.

Kederli olsan bile sevinçli pozlar vermeli…

Minik bir kan alma işlemi yaptırsan bile bu pozla kendini hasta göstererek ahalinin 'Geçmiş olsun' mesajlarını alma talebi.

Belki inanmayacaksınız ama bazı sosyal medya sayfaları düzenlediği dua paylaşımı kepsi'nin altına görünür biçimde 'Altına amin yazmayı unutmayın' mesaj cümlesini ekleyebiliyor.

SANAL GÖRGÜSÜZLÜK şeklinde ifade edebileceğimiz bu davranışlar aldı başını gidiyor.

Mahrem ve mahremiyet kavramları belli ki kaldırıldığı raflarda tozlandı bile.

Tüm bunların altında nelerin yattığı konusunda psikiyatri ve psikoloji alanının uzmanlarından dinleyeceğimiz çok şey var.

Bizim aklımıza ilk gelenler ise şunlar: Kendini yalnız ve değersiz hissetme, baş edilemeyen bilinirlik dürtüleri, gerçek aile, dost ve arkadaşlıklardan yoksunluk ve bilmediğimiz başka karşılanmamış duygular.

Kendimizi muhteşem, mükemmel görmenin yanı sıra fikir, düşence, tavır ve duygu olarak zirvede olduğumuzu sanmaktan kaynaklanabilecek bir davranış olabileceğini de bir kenara iliştirelim.

DIŞAVURUM hastalığına müptela olanlar olarak belki de ilk bilmemiz gereken şey, teşhirin, özü örttüğüdür. Bizi sahte dostluklar, arkadaşlıklar, sevgiler ve ilgilere götürdüğüdür.

Bu savrulmalardan kurtulmak ve sahici bir hayatı yaşamak istiyorsak bir daha düşünmeli ve gerekeni yapmalıyız.

Ya Selam!