Tenha 112

SOSYAL mecra her zaman kötü değildir.

Mühim olan her imkânı yerli yerinde ve amacına uygun şekilde kullanabilmektir. Bunu başarabildiğimizde zaman hırsızı olmaktan çıkıp vaktimizi kıymetlendirme fırsatları verebilir.

Elbette bu, ilk başta doğru bir niyet ve sürdürülebilir bir eylemle mümkün.

Bahsini ettiğimiz hususta başarılı olanlar yok mu, var.

İşte o gençlerden biri olan Hülya Gökçe’yi bugün sizinle tanıştırmak isterim.

Sosyal mecrayı hedeflediği amaca uygun olarak kullanıp dikkat çeken metinlere imza atmış.

Sevilmiş.

Okunmuş.

Paylaşılmış.

Ardından dostlarının teşvikiyle bu yazılar bereketlenmiş, çoğalmış.

Papatyalar misali gönül tarlalarını doldurmaya başlamış.

Sonrasında yayın dünyasının dikkatini çektiği bu metinlerin düzenlenerek kitaplaştırılması teklifleri gitmiş kendisine.

Ve bu çalışmalar şimdi kitaplaşarak okuyucularıyla buluşmak üzere raflarda yerini almış.

İlk kitabıyla merhaba diyen genç yazar Hülya Gökçe ile sizi buluşturmak istedim, keyifli okumalar.

--------------------

Sizde bir papatya tutkusu var, bu nereden kaynaklanıyor?

-Papatyalar, yenilenmeyi, arınmayı, yeniden hayata tutunmayı anımsatıyor.

Papatyalar insanla daha bir şevkle konuşur diyebilir miyiz?

-Eğer dilinden anlayabiliyor ise evet konuşabilir.

Papatyalar diyor ki; Koca ve çetin bir kışa rağmen köklerimle toprağa sıkıca tutundum. Yemyeşil çimenlere bir gelin gibi serpildim. Biraz önce de belirttiğim gibi yeniden hayata tutundum diyor…

Hayatın zorluklarına karşı papatyaların destekleyici bir yanından söz edilebilir mi?

-Yaşamımız boyunca farklı sebeplerle de olsa imtihan içindeyiz. Kimimiz Rabbim’ in bizlere ikram ettiği imtihanın içindeyken çoğu kez imtihan içinde olduğumuzu unutuyor ve bir daha toparlanamayacağımızı düşünüyoruz. Her imtihanın ardında sabır ve tevekkülle gelen mükâfatları unutuyoruz. Nefis, bunlar hep benim başıma neden geliyor derken inanç, Allah sevdiği kullarını imtihan ederi duyamıyoruz. Papatyalar da koca ve çetin bir kışı, sabır ve teslimiyetle kazanmadı mı? sorusu, yaşadığımız müddetçe baharın o kadar uzak olmadığını anlatıyor.

Papatyanın yapraklarının sevgi adına koparılması gibi hayatın düşüş ve kalkışları da insanı sevgi ile olgunlaştırmayı mı amaçlar?

-Papatyaların fallar uğruna koparılması bana severken zarar vermeyi anımsatıyor. Severken soldurmadan, küstürmeden sevmeli. Sevgi, o kadar olumlu bir duygu ki bir insanı her şeyden önce Allah’ın (c.c) yarattığından ötürü sevmeli. Sevmeyi de nasip eden Allah. O vakit neden can yakarak, toprağından söküp yapraklarını kopara kopara canını yakıyoruz. Papatyalar koparıldıkları zaman kokularını salar sözü bana şunu anımsatır hep; Güzel acılardan geçmeden koku salmayan papatyalar olduğu gibi güzel acılardan geçen insanların güzel gülüşlerini anımsatıyor…

Sevmeler size göre sebepli mi sebepsiz mi?

-Menfaate dayalı olmayan sevgilerin sebepsiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü o olduğu için sevmeli insan. Değişmeden, değiştirmeden, olduğu gibi.

“Severken, acaba sevmeli miyiz?” demiyoruz. Nasip olmuşsa bir gönüle sevgi yüreğinde bir yer buluyor.

Tabi buna imkân ve olanak sağlayan tek kişi sevilen oluyor. Nihayetinde sevmek için birçok sebebi oluyor ve sevmeler bilmeden oluyor.

İlk kitabınız raflarda, okuru bol olsun inşallah. ‘Sevmeler Bilmeden Olur” diyorsunuz. Öyle midir gerçekten?

-Güzel temennileriniz için öncelikle teşekkür ediyorum. İsterim ki çok kişiye ulaşsın ve istifade eden çok yürek olsun, yüreklere dokunsun. Aslında benim için bu sorunun cevabı çok derin ve anlamlı ve bir o kadar da özel. Sevilen öyle bir anda hayatınıza giriyor ve sevmeniz için birçok sebep sunuyor ki insana. Hiç aklında yokken seviyor insan. Sevmeyi yaratan kalbe sevmeyi nasip ediyor, nihayetinde ‘’Sevmeler Bilmeden Oluyor.’

Bilmeden olan sevmeler daha sonra bilerek sevmelere nasıl evrilir ya da evrilmeli mi?

-Bilmeden sevmeler aşka dönüşür. Aşk zamanla sevginin pekişmesine neden olur. Evrilen sevgiler uzun ömürlü olur. Bunu besleyen de karşılıklı saygıdır. Benim inanışıma göre, saygının yitirilmediği tüm bağların ömürlük oluşudur.

Size göre sevgi güç olarak akıldan mı beslenir kalpten mi?

-Kalpten beslenir. Akıl düşünür fakat kalp hisseder.

Sevgi hususunda akıl ve kalp farklı tellerden çalmaya başladığında hakem kim veya ne olmalı?

-Eğer sevgi hususunda akıl ve kalp farklı tellerden çalmaya başladıysa orada yolunda gitmeyen bir şey var demektir. Sevgiyi besleyen kalptir. Eğer akılla bir muhakeme kurulduysa insanın kendi değerlerini koruyarak ya sevgisine sahip çıkarak mücadeleye ya da mücadeleye değmeyeceği, kendini değersizleştirip öz benliğini koruyarak yol haritasını çizip yola öyle devam etmesi gerektiğini savunurum. Akıl ve kalp farklı tellerden çalıyorsa zaten karşılıklı saygının örselendiğini düşündürür.

Umursamazlık sanatından bahsediyorsunuz. Umursamazlık nasıl ve ne zaman sanat olur?

-Umursamazlık demeyelim de biz ona deneyim diyelim. Hayatta her şey bizim için. İyisiyle kötüsüyle yaşam tecrübe ve deneyimlerle dolu bir okul. Yaşımız kaç olursa olsun biz hayatın çocuklarıyız ve bizlere öğretilerle öğütleyen koca bir han burası.

Umursamazlıktan kastım, iyi veya kötü, doğru ve ya yanlış ayırt etmeksizin takılı kalmak yerine öğretmenin bize ne öğrettiğine odaklanırsak aynı sınav kağıdı ile bir daha karşılaşmayacağımızı düşünüyorum. Aksi halde hayat biz öğrenene, doğru cevabı bulana kadar aynı soruyu bizlere sorar.

Yazmak yazarın hayatından çıkardıklarına mukabil biraz daha kalbe yüklenmesi midir?

-Tam aksine yazmanın kalbi iyileştirdiğini düşünüyorum. Hissedersek yazabiliriz. Yazabilmek te Allah’ın bazı kullarına verdiği bir yetenek. Tabi hayatlarımızdan çıkardığımız kıssadan hisseler etken olurken kaleme dökülen her mürekkep izinin kalpten aktığını unutmamak gerekiyor.

Anlamsızlıklara olmadık anlamların yüklendiği bu çağda yazmak biraz risk değil mi?

-Aksine her şeyden önce yazmak yazana şifa.

Sevgi eksenli yazılar yazıyorsunuz. Sevgi bir şifaysa eğer önce kime şifa oluyor?

-Önce sevene sonra sevdiğine şifa oluyor.

Yazar birazda duyulmayan feryatlarını önce kendine duyurmak için mi yazar? Yani şifalanması için önce yarayı mı kanatır?

-Oldukça anlamlı bir soru oldu benim için. Bazı yaralar çok derindir. İyileşmesi için kanatmak aynı zamanda şifalanması için de ilaç gerekir. Yazarın ilacı kâğıdı kalemidir.

Size göre hayatta verme ve alma ilişkisi nasıl işliyor? Bu çağın derdi birazda vermeden alma uyanıklığı mı acaba?

-Ben bunu çok geç fark edenlerden biriyim. Yıllarca almadan vermişim. Bu hususta o kadar bonkör davranmışım ki, kendi kul hakkıma girdiğini fark etmemişim. Yaşam denge üzerine kurulu, eğer terazinin bir ucu ağır basar sadece bir yöne evrilirse bir süre sonra yükü sırtlanan taraf yükü taşıyamaz hale gelir ve terazinin demiri yerinden kopar. O yüzden özellikle bu çağın vermeden alma uyanıklığına karşı hayırlarımız olması gerektiğini, her şeyden önce bizim iyi niyet ve yardımseverlik olarak gördüğümüz durumların birileri için çıkar olduğunun farkına varmalıyız. Bunu ikili ilişkilerde alma verme dengesini koruyarak hem kendimiz hem karşı tarafın kul hakkına girmeden yapmalıyız diye düşünüyorum.

Size göre kelimeler, cümleler yazarın kendisini daha çok ifşa etmesi mi yoksa onları öne sürüp saklanması mı?

-Aslında bu sorunun cevabı bakış açısına göre değişir. Yazar buluta, ağaca, kuşa, börtü böceğe dahi yazabilir. Sadece yaşanmışlıklardan esinlenmeyeceğini aynı zaman da şahit olduklarına da yazabilir. Yazar için yazmak için sebep çoktur, hissetmek bunun için yeterli bir sebep. 

“Kalbimin Rengi” kitabın üst başlığı olmuş. Ne renk kalbiniz?

-Kalbimin rengi mavi. Tıpkı gökyüzü gibi. Diğerleri renk mavi öyle mi? Koca bir gökyüzü.

Cağaloğlu Yayınları arasından çıkıp okurla buluştu. Yazılar nasıl kitaba dönüşüp okurun kalbine kanatlandı?

-İlk olarak sizin de bildiğiniz gibi ınstagram sosyal meyda hesabım üzerinden yazılarım okuyucu ile buluştu. Akabinde yazılarımın kitaba dönüşmesi için çok sayıda destek aldım. Ailemin ve okur desteğimle güzel bir yola çıktım. Cağaloğlu yayın evi bu konuda tecrübeleriyle iyi bir yol haritası oldu. Sözleşmeden itibaren kitabım raflarda yerini alana kadar özveri içinde çalışma gerçekleşti. Bu konuda Cağaloğlu Yayınevi kurucusu Siyami BOYLU Hocama ve çalışma ekibine teşekkürü borç bilirim.

İlk kitapta kalmazsınız sanırım. Var mı tezgâhta yeni çalışmalarınız?

-Devamının gelmesini tabii isterim. Yazmanın verdiği hazzı ve huzuru hiçbir antidepresan sağlayamaz diye düşünüyorum. Şu an biraz dinlenme aşamasında ilk göz ağrım ‘’Sevmeler Bilmeden Olur’’ kitabımın heyecan arifesindeyim. İlerleyen zamanlarda yeni yazılar ve kitap tekrar nasip olsun diliyorum.

HÜLYA GÖKÇE KİMDİR?

Hülya GÖKÇE, 1983 yılında Kocaeli'nin İzmit ilçesinde doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini memleketi Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde tamamlamıştır. 2006 yılında evlenen Gökçe'nin 2008 yılında oğlu, 2013 yılında kızı dünyaya gelmiştir. iki çocuk annesi olan yazar, ara verdiği eğitimini tamamlamak için 2019 yılında eğitim sürecine yeniden dönmüştür. 2022 yılında Kocaeli’nden ayrılmış, eşi ve iki çocuğu ile Bursa'nın Osmangazi ilçesinde yaşamaya başlamıştır.

Kaynak: istiklal.com.tr