Bolca hayal kurdukları halde sanki gerçekleşme ihtimali yokmuş gibi hiç önemsemeyen ne kadar çok insan var dünyada... Bir şeyin yaşanmasını arzulayan ama o şeyin başlaması için üstünkörü gayret gösteren… Başladıktan sonrası için de ne yapacağını bilemeyip hemencecik sonunu getiren... Bildiğimiz, tanıdığımız, rast geldiğimiz birçok insanın mutsuz olduğunu ve mutlu olmak için kayda değer bir çaba göstermediklerini gördükçe, herkes hak ettiğini yaşıyor diye düşünmeden edemiyor insan. İstenen şeylerin bol ağdalı laflarla anlatılarak büyütüldüğüne, sonrasında da geçici bir hevesten öte bir şey olmadığına şahit olmak, dışında kalsa da üzüyor insanı…

Bu üzücü durumun en sık yaşandığı ve en net görüldüğü yer kuşkusuz ikili ilişkiler. Özüne inmeden yüzeyde gördüklerine kapılan, o yüzeysellikte hayaller kurup onu elde etmek için uğraşan, kavuşulduğunda da işin iç yüzünün zannedilenden çok farklı olduğunu görüp hayal kırıklığına uğrayan belki de milyonlarcayız. Şüphesiz ne istediğini bilmemek, andan ve durumdan vazife çıkarmak bu duruma yol açan en önemli faktörlerden birkaçı… Ama sosyal bir ilişki öncesi, kafasında kurduğu dünyaya şeklen örtüşen birini yerleştirmeye çalışmanın da bu durumun oluşmasında payı yadsınamaz.

Maalesef günümüz dünyasında herkesin birbirine kolay erişmesi, tanıması, çabucak iletişim kurması bunu daha da körüklüyor. Artık gerçeğin çok ötesinde, sosyal medya temelli gönül ilişkilerinin, arkadaşlıkların yaygınlaşması, daha doğrusu sosyal medyanın bu konuda aracı olarak kullanımının yaygınlaşması, hayali ile gerçeği çatışan insanların ve ilişkilerin gün geçtikçe artmasına zemin hazırlıyor.

Tanımanın artık karakteristik özelliklerden ziyade etiketlerden ibaret olarak görüldüğü, insanların birbirlerine duygularını aracılarla anlatma gayesi güttüğü, masallarıyla büyüdüğümüz aşk, dostluk, arkadaşlık hikayelerinin büyüsünün çok uzağında bir tembellikle bir şeylerin başlayıp elde edildiği günümüzde, böylesi bir durumun vuku bulması kaçınılmaz. Çoğumuz istesek de istemesek de başta sosyal medya olmak üzere birçok hazır ve kolay mecrayı sosyal ilişkilerimizin (hayalini kurduğumuz şeylerin) ilk aşaması ve hatta gelişim aşaması olarak görmekten kendimizi alamıyoruz.

Birbirimizin gözlerinin içine bakarak bir çok şeyi paylaşmak, anlatmak varken belki de bize dair hiçbir duyguyu barındırmayan profil fotoğraflarından ibaret ekranlara yazıyor, üstelik kısaltarak yansıtıyoruz duygularımızı.. Nihayetinde hepimiz anlaşılamamaktan, “Yeterince tanıyamamışım!” bahanesinden yola çıkarak, hayallerle başladığımız ilişkilerimizi hüsranla noktalıyoruz...

Oysa bir çoğumuz, her ne kadar arabesk bulsak da "gözler kalbin aynasıdır" deyişine inanırız. İlişkide bulunduğumuz insanın susuşundan bile anlamlar çıkarabilmenin hazzını yaşamayanınız yoktur. Ne acıdır ki artık çoğumuz bu duygunun uzağındayız ve yine ne acıdır ki çoğumuzun yakındığı tüm şikayetlerin nedeni de o suskunluk anını yüz yüze yaşayamamamızda, buna zaman ayıramamamızda yatıyor.

Bir tebessümün bile birçok şeyi değiştirmeye, bir hatayı örtmeye, bir yanlış anlaşılmayı gidermeye yettiğini bile bile, hala kendimizi o tebessümden mahrum etmemiz, sanal mecralardaki simgelerle yetinmemiz, hayalini kurduğumuz şeyin bitimine bizleri bir adım daha yaklaştırıyor. Sosyal medya arkadaşlık, dostluk, aile ve aşk kavramlarının altını oyuyor, duygularımızı öldürüyor. Sevdiğimiz insanların karşısına geçip gözlerindeki ışıltı ile mutlu olmak yerine hayatımızda yeri bile olmayan insanların profillerinde gezerken yüzümüzü aydınlatan mavi ışıkla yaşlanıyoruz, kırışıyoruz. Ruh halimize kattığı sersemlik ve sinirlilik hali de bonusu oluyor.

Bir insanın normal şartlarda 150 kişiden daha fazla insanı hayatında konumlandıramadığını biliyor muydunuz? Peki ya sosyal medyadaki yüzlerce, binlerce arkadaş neyin nesi? Hayatımızdaki en yakın dostlarımızın, iş arkadaşlarımızın, eşimizin, sevgilimizin hatta ailemizin geçmişi, duyguları, tutkuları, öfkesi, kırgınlıkları hakkında duyarlı olamayan bizler, sosyal medyada çok da önemsemediğimiz insanların hayatlarının son birkaç yılına yakından şahit oluyoruz. Her sabah, bir önceki günden daha yorgun uyanıyoruz. Kendimizden, ailemizden, dostlarımızdan çalarak harcadığımız vakitlerin, kıymetini anladığımız gün en ağır hayal kırıklığını kendimize karşı yaşayacağız. Bağlantı kurmaya hazır olduğumuzu göstermek için sürekli çevrimiçi kalmaya özen gösterirken gerçek hayatımızda yaşayacağımız orijinal duygulara karşı çevrimdışı pozisyona geçiyoruz. Sosyal enerjimizi, yüz yüze etkileşimlerle tüketmemiz gerekirken bugün takipten çıksa yarın aklımıza gelmeyecek insanlar için hem bedenimizin hem ruhumuzun bataryasını çürütüyoruz.

Aslında yabancısı değiliz ve çoğumuz yaşayarak tecrübe ettik: “Gerçek bir ilişki emek gerektirir”. Yani bir yorumdan, beğeniden daha fazlasını… Yoruma kalp bırakmak, kalbini açmak değildir. Bu zorluğu göze alamayan, bu fedakarlığa katlanamayan her ilişki, anlaşılamadığı gerekçesiyle bitmeye mahkumdur. Aslında bizden istenen çok bir şey değil; hayatımızda olmayı hak eden, bize hayatında olma fırsatı veren insanların gözlerinin içine bakıp konuşmak ve tebessüm etmek… İçinizden geçenleri anlatmak için telefona, klavyeye sarılmayın. Sevdiğiniz insanlara sarılın. Elinizden telefonu bırakarak… Sussanız da muhakkak anlatılan ve anlaşılan bir şeyler olacaktır...