TÜM hayatını bunun üzerine kurmuştu. Üç cümle kurmuşsa biriyle muhakkak kendi değerini vurgulardı. İşi sıkı tutuyordu yani.

Sanki sözü döndürüp dolaştırıp buraya getirmezse zihninde kurduğu sanal taht altından çekilecek ve dımdızlak orta yerde kalacaktı.

Bu ona çok ağır gelecekti.

Çekilebilir, katlanılabilir hatta düşüncesi bile kabul edilebilir bir husus değildi.

SİNEMAYA gitse muhakkak locada yer almalıydı.

Tiyatroya gidecek olsa sahneyi en rahat görebileceği ve canı isterse oyunculara aşağılayıcı, iğneleyici laflar söyleyebileceği bir konum olmasını tercih ederdi. Gösterilen yeri beğenmeyip terk ettiği de olmuştu kaç defa.

Sıraya girmeyi sevmezdi.

O, nasıl başkalarıyla birmiş gibi onlarla sıralanabilirdi ki.

Bunun düşüncesi bile deli olmaya yeterdi.

Bu davranışı bilindiğinden şerrinden emin olmak isteyen mahallenin benzin istasyonu patronu çalışanlarını tembihlemişti. O geldiğinde arabasını hemen alıyor, dolum yaptıktan sonra camlarını siliyor ve kahvesini yudumlayan beyefendiye gelip anahtarı teslim ediyorlardı.

Hastaneye randevu almak gerektiği için sırf bu sebeple gitmeyi sevmiyordu. Ayarladıkları hekim kendisine getiriliyor sağlık kontrolleri bu şekilde yapılıyordu.

ASLINDA kaynakları zayıftı.

Özgüven yoksuluydu.

Kendini doğru ifade edebilecek kusursuz beş cümle kurulması istense buna asla muvaffak olamazdı.

Esasen bunun farkındaydı.

Tüm çabası, kabalığı, ortalığı velveleye vermesi, gürültü çıkarması, üst perdeden konuşması, sesini daima yükselterek ağzından köpükler saçarak bağırması açığını kapatmaya yönelikti.

Enerjisini bunun için tüketiyordu.

Kendini halsiz ve yorgun bırakması sadece bunun içindi.

İnsanlık açısından sürekli bir ivme kaybı yaşıyordu ama içine düştüğü korkunun büyüklüğü ve gönlünün kararması bunu görmesine mâni oluyordu.

Hadsiz davranışların kök nedeni buydu.

Sınır ihlalleri hep bu sebeptendi.

DEĞERLİLİK / DEĞERSİZLİK meselesi bu anlatılanlardan ibaret değil elbette.

Çocukluk dönemlerinden başladığı düşünülebilir. Atılan yanlış temellerin üzerinde yükselen mağrur ve zevksiz binaları seyrediyoruz sadece. Temeline hangi mutsuzlukların, hangi olumsuz yaşam olaylarının, hangi kıskançlıkların ne gibi travmatik olayların harç olarak konulduğunu bilmiyoruz.

Birbirine yâr olmak isteyenlerin yanlış etki ve yine kusurlu yorumlamalarla bâr olmalarının sebebi bu değil mi?

Yâr iken ağyar davranışlarının görülmesi bundan sebep değil mi?

İş ortaklıklarının bin bir suçlamayla sonlanması, artan boşanmalar, eşitler arası ilişkilerin yine bombalanması bu değerlilik / değersizlik meselesinin doğru bir düzlemde ele alınamayışından olmuyor mu?

Evlat ebeveyn münasebetleri bile buna bağlı değil mi?

VAKTİYLE ehl-i kalp birine tevafuk etmiştim.

Bu konuyu gündemine almıştı.

“Sürekli ben değerliyim, ben değerliyim diyorsun. Birkaç sözünden birisi bu. Diline pelesenk olmuş, sakız gibi çiğnedikçe çiğniyorsun. Sen değerlisin, tamam bunu kabul ettik. Peki, değersiz olan kimdir?” demişti de ortalık sessizliğe boğulmuştu.

Gerçekten de kendini değerli gören değerlidir de kendi değerini henüz fark edemeyen veya bunu henüz açığa vuramayan değersiz midir?

Değer verdiğini düşündüğün kişilerden bir dönem değersizlik hissettirdiklerini varsayarak tüm gücünle onları değersizleştirmeye çalışmak neyin nesi peki?

Değerli gördüklerine karşı geliştirdiğin güvensizlik hissi yine aynı kapıya çıkmıyor mu?

Kaybetme korkusu veya aşırı sahiplenme gibi itidalden uzaklaşmış bilmediğimiz nice duygunun bu şekilde esiri olmuyor muyuz?

Meseleyi toparlayacak olursa hepimiz insanlık ortak paydasında yer alıyoruz.

Aynı dünyada aynı topraktan besleniyoruz.

Aynı rahmet yağmurlarından ıslanıyoruz.

İnancımıza göre değerlilik, üstünlük, sorumluluk bilinci olarak tanımladığımız takva ile belirleniyor.

O zaman nedir bu hâlimiz?

Ya Selam.