İnsanlık tarihi kadar eski olan savaş olgusunun, yaşamak için gerekli olup olmadığı her dönem gündemde olan bir tartışma konusudur. Doğası gereği hiçbir savaş etik olmasa da kaçınılmaz olduğu durumlarda haklı kalabilmek için önemli etik kurallara riayet etmenin gerekliliği yadsınamaz.

İnsanlık tarihi kadar eski olan savaş olgusunun, yaşamak için gerekli olup olmadığı her dönem gündemde olan bir tartışma konusudur. Doğası gereği hiçbir savaş etik olmasa da kaçınılmaz olduğu durumlarda haklı kalabilmek için önemli etik kurallara riayet etmenin gerekliliği yadsınamaz.

Toplu halde insan öldürmenin ahlaki ve vicdani açıdan hiçbir doğrusu ve mantığı olmadığını savunan insanların yanında savaşın bir devletin güvenliği sağlaması ve büyümesi için mutlak gerekli olduğunu düşünenler de var.

Doğrusunu yanlışını bir kenara bırakıp savaşın kaçınılmaz olduğu durumlarda hangi etiğe sadık kalınması gerektiğini konuşalım. Bu konuda başvurulan en önemli kaynak 5. yüzyılda ortaya çıkan St. Augustine'in, bir savaşı etik kılan ilkeleri açıkladığı 'Adil Savaş Teorisi'dir. Uluslararası hukuk geleneğinin dayandığı bu teori, devletlerin silahlı güce başvurmasının bazen haklı nedenlerle olabileceğini savunur.

Bir savaşın çıkış nedeni etiğe uygun olabilir ancak uygulamalar ve kullanılan araçlar etik dışı kaldığında savaşın adil olmayacağı açıktır. Örneğin, sivil halkı hedef alarak öldürmek, esirlere işkence uygulamak, teslim olmuş askerleri öldürmek, kimyasal silahlar kullanmak, sivillerin kullanacağı yollara mayın döşemek, hastane, ibadethane ve eğitim kurumlarına saldırmak gibi…

St. Augustine'in Adil Savaş Teorisi'ne göre etik bir savaşın özellikleri şunlardır:

*Meşru bir otorite tarafından (devlet) kararlaştırılıp yönetilmeli

*Haklı bir sebebe dayanmalı

*Doğru bir niyetle yola çıkılmalı

*Başarı olasılığı güçlü olmalı

*Başvurulan son çare olmalı

*Orantılı güç uygulanmalı

Savaşta olan tarafların davranışları ise şu ilkelere bağlı olmalı:

*Asker ile siviller arasında keskin bir ayrım yapmak

*Kazanç ile zararın orantılı olmasına dikkat etmek

*Uygulanan eylemlerin tümünü, askerî açıdan gerekli olduğu durumda uygulamak

Bu ilkelere baktığımızda İsrail ile Filistin arasındaki savaşın Adil Savaş Teorisi etik kurallarına kesinlikle uymadığını görmekteyiz. İsrail'in işlediği ağır savaş suçlarının yanında orantısız güç uyguluyor olması, barış mümkün iken son seçenek olarak bile değerlendirmeye almaması, adil olmayan niyetle hareket etmesi, siviller ile savaşçılar arasında ayrım gözetmemesi ve askeri gereklilik olmasa da elinden gelen tüm araçlarla saldırıyor olması, İsrail'in tamamen etik dışı hareket ediyor olduğunun ispatıdır. İsrail sadece başarı olasılığın güçlülüğüne güvenerek diğer tüm kuralları ihlal etmektedir.

Dünya çapında en tartışmalı diğer konu ise İsrail ile Filistin arasındaki savaşta 'haklı sebep' konusudur. Devletler, tehdit olarak algıladıkları bir devletin gelişmesi, ilerlemesi ve normalden fazla silahlanması durumunda güvenlik kaygısı nedeniyle savaş kararı alabilmektedir. Filistin açısından bakıldığında bu gerekçeler boşa düşmektedir zira Filistin halkının gelişmesi ve ilerlemesi söz konusu değildir.

İsrail'in, Filistin'e saldırılarında, terör nedeniyle kendini savunduğu iddiasına sığınarak meşru görünen bir sebep oluşturduğu görülmektedir. Filistin açısından bakıldığında ise İsrail'in 1948'den bu yana süregelen haksız işgali nedeniyle savaşın da meşru olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Filistin'in, iki devletli çözüme giden yolda İsrail'in 1967 sınırlarına çekilmesini öngören taleplerine karşın İsrail herhangi bir olumlu adım atmamış, Filistin topraklarındaki işgalini ve baskısını sürdürmüştür. Filistin'in bağımsızlık çabaları ve İsrail'in işgalci tutumuna karşı mücadelesi, Filistin intifadası ile yıllarca devam etmiştir.

Burada şöyle bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler, tüm devletlere kendilerini savunma hakkı vermektedir. Fakat konu zayıf devletler olunca BM, kendi kurallarına ters hareket etmektedir. Libya olayları, Arap Baharı, Suriye sorununu düşünelim. BM, bu ülkelerdeki davaların haklılığı ile ilgilenmemiş küresel güçlerin çıkarlarına hizmet etmiştir. Bugün de Filistin'de İsrail'in hukuksuz eylemlerine göz yumarak meşruiyetini dünya kamuoyunda yitirmiştir. Kısaca BM, haklı davaların değil, küresel güçlerin çıkarlarının savunucusu konumundadır. İsrail-Filistin sorunu sadece bölgesel güçlerin değil küresel güçlerin de müdahil olduğu bir mesele olduğundan uzun yıllardan beri giderek karmaşık hale gelmesinin yanında çözümü de zorlaştırmıştır. Küresel aktörlerden biri olan ABD'nin de sorun çözmedeki potansiyel kabiliyetini sadece İsrail lehine kullanması Filistin'in işini daha da zorlaştırmıştır zira Filistin'in, ABD gibi bir müttefiki olan İsrail ile başa çıkabilmesi imkansızdır.

Kısaca İsrail-Filistin Savaşı, Adil Savaş Teorisi kriterlerinin tümüne aykırıdır ve gidişatın tamamı sorunludur. Birleşmiş Milletler, dünyada etkinliğini ve itibarını korumak adına savaş ilkelerine uymayan ülkelere müdahale etmelidir. Devletlerin ve milletlerin haksız gerekçelerle yok olmasının önlenmesi veya sınırlandırılmasına yönelik yaklaşımlar geliştirilmelidir. İnsanlığın refahını sağlayacak bir barış ortamı için fikir üretmeyen ve adil davranmayan Birleşmiş Milletler'e tepki gösterilmediği sürece sıradaki Filistin, İsrail sınırlarındaki başka bir ülke olacaktır.