FETÖ'cü subayların darbe girişimi sırasında rehin alınan
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar o geceyi anlattı. Savcıya
verdiği 6 sayfalık ifadesinde darbe girişimcilerinin ‘'Kafasına
sıkmakla'' tehdit ettiklerini, kendisinin de ‘'Sık ulan'' diye
bağırdığını söyledi. Akar rehin alındıktan sonra odasının yeniden
ve bir başkası için düzenlendiğini bu esnada kendisine MHP lideri
Devlet Bahçeli’nin hediye ettiği silahın da kaybolduğunu
açıkladı.
Akar, rehin olduğu sırada “Sizi Kanaat önderimiz Fetullah Gülen ile
görüştürelim” diyen kişinin de 4 ana jet Akıncı üssü komutanı
Tuğgeneral Hakan Evrim olduğunu açıkladı ve, “Ben kimse ile
görüşmem diyerek tersledim” dedi. Akar 6 sayfalık ifadesinde
şunları anlattı:
AĞIR DARBE VURACAKTIK: Yaklaşık bir yıldır
T.C.Genelkurmay Başkanı olarak görev yapmaktayım. Devletimizin bir
süredir FETÖ/PDY terör örgütü ile yürüttüğü mücadele bizim de
kurumsal olarak azami dikkat ve hassasiyetle içinde yer aldığımız
bir mücadele olup bu yıl yapılacak Ağustos Şurasında silahlı
kuvvetler içerisindeki bu yapının alacağı ağır darbenin
hazırlıkları yapılmaktaydı. Şu an geldiğimiz noktada bu terör
örgütünün bunu muhtemelen öngörerek hiç kimsenin belki de tahayyül
edemeyeceği gözü dönmüşlükle ve alçaklıkla sivil insanları
katletme, TBMM’yi bombalama, kendi silah arkadaşlarına ve
birliklerine taarruzda bulunma. Emniyet birimlerini bombalama gibi
akıl almaz eylemlere girişip böyle bir darbe teşebbüsünde
bulunduğunu düşünüyorum. Özellikle Güneydoğu’da bölücü terör
örgütüne yönelik Emniyet, Valilikler, Siyaset kurumu, Adalet
teşkilatı, İstihbarat ve Silahlı Kuvvetler hepsi mükemmel bir
koordinasyon ile büyük bir titizlikle başarılı sonuçlar elde
etmekte iken T.C. Hükümetine yönelik olarak tertiplenen bu alçak
darbe teşebbüsü ile tarihimize kara bir leke sürülmüştür.
OLAY GÜNÜ NELER OLDU ? : Kalkışmanın başladığı
15/07/2016 günü saat 17:00 – 18:00 sıralarında ben makamımda
çalışırken 2. Başkamın Yaşar Güler yanıma gelerek kendisine MİTten
gelen bilgi ile bu akşam içerisinde Kara Havacılık Okulundan 3
helikopterin görevlendirilmesi ile bir faaliyet icra edileceği
yönünde istihbaratı bana iletti. Bu bilgi ile ilgili görüşmek üzere
MİT'ten bir heyetin yolda olduğunu söyledi. Bilginin geldiği makam
itibarıyla ciddiye aldık; ben. Yaşar Paşa ve Kara Kuvvetleri
Komutanı Salih Zeki Çolak ile acilen alınacak tedbirleri tartışmaya
başladık.
HAVA SAHASINI KAPATTIK: Derhal ve öncelikle;
sadece Ankara hava sahasının değil tüm Türkiye hava sahasında
bulunan askeri helikopter ve uçakları kapsadığını, dolayısıyla
havada bulunan uçak ve helikopterlerin üstlerine dönmesi, yeni
kalkışlara da engel olunması ilişkin emrimi ilgili komutanlara
verdim. 2. Başkan Yaşar Güler de de bu emri Hava Kuvvetleri
Komutanlığı Harekat Merkezine iletti ve bu şekilde tüm askeri hava
araçlarının uçuşlarının durdurulması emrimiz ulaştırılmış oldu.
MİT'ten gelen bilginin teyidi ve netleştirilmesi bakımından ve
bilgide belirtilen uçuş faaliyetinin somutlaşması ihtimaline binaen
bu hususun açıklığa kavuşturulması için Kara Kuvvetleri Komutanına
derhal gereken en hızlı ve etkili tebdir ile işin üzerine gidilmesi
için emirlerimi verdim. Kurmay Başkanı, Merkez Komutanlığından ve
Adli Müşavirlikten personeller alıp Kara Havacılık Okuluna derhal
gitmesi, olayı tereddüde yer bırakmayacak şekilde çözüp idari ve
adli tedbirleri ivedi bir şekilde almasını talimatlandırdım.
Gittiğinde devamlı bilgi vermesini söyledim.
PLAN BÜYÜK: Değerlendirmelerimizde ve gelen
bilginin daha büyük bir planın parçası olabileceğini mütaala ettik
ve aldığımız bu tedbirlerle yetinmeyerek Ankara Garnizon Komutanı
Korg. Metin Gürak'ı telefondan arayıp bizzat Etimesgut Zırhlı
Birlikler Tümenine gitmesini, hiçbir tankın ve zırhlı aracın hiçbir
sebeple birlik dışına çıkmasına müsaade edilmemesi yönünde
tedbirler almasını emrettim. Bu şekilde öncelikle tedbirleri
aldıktan sonra toplantımız bitti. Ben çalışmalarıma makamımda devam
ettim. Gelişmeleri de bir yandan takip ediyordum.
ODAMA GELDİLER: Tam emin olmamakla birlikte
muhtemelen saat 21:00 e doğru arkam kapıya dönük bir şekilde
yuvarlak toplantı masasında çalışırken kapı çaldı, ben gir dedim ve
hatta kimsin bu saatte gibi bir şey de söyledim. Baktığımda
Karargahta görevli Proje Yönetim Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet
Dişli 'nin geldiğini gördüm. Dişli, oturmakta olduğum masadaki
sandalyelerden birine oturup heyecanlı ve geçmişte bildiğim ve
alışık olduğum ruh halinden farklı bir tarzda ‘Komutanım operasyon
başlıyor, herkesi alacağız, taburlar, tugaylar yola çıktı, biraz
sonra göreceksiniz' gibi şeyler söyledi. Ben ilk önce
anlamlandıramadım, cümle içerisinde belki uçaklar demiş olabilir,
ancak bunun bir kalkışma olarak ifade edebileceğim bir operasyon
olduğunu anladım ve hiddetle “Ne diyorsun ulan sen, ne operasyonu,
sen manyak mısın, sakın ha” şeklinde bağırdım. Arkam kapıya dönüp
olduğu için kapının açık olup olmadığını fark etmedim. İkinci
başkanın nerede olduğunu, diğer komutanlarının nerede olduğunu
sordum. Kendisi heyecanlanmayın, rahat olun, gelecekler gibi
laflarla karşılık verdi.
“Benim seninle bir başkası ile böyle işlerin içerisinde olanlar ile
hiçbir işim olamaz, sen benimle ne biçim konuşuyorsun, kim bunlar
siz kimsiniz?” gibi sorulan sürekli hiddetle sıralıyordum.
ERKEKLİK GÖSTERİN: Haliyle çok öfkelenmiştim.
Netice olarak gittikleri yolun yanlış olduğunu, büyük bir bataklığa
battıklarını, cezasını çekeceklerini, hiç olmazsa bir erkeklik
gösterip başkalarını bu işe bulaştırmadan ve ölüm kalım olmadan bu
işi sonlandırmalarını, hemen giriştikleri bu girişimi
durdurmalarını söyledim. Fakat ikna edemedim. Kendisi benim böyle
hiddetli karşı çıkmama rağmen sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu
ve sakin görünerek “komutanım bu iş bitti vc herkes yola çıktı”
anlamında şeyler söylüyordu. Bir ara Mehmet Dişli sanırım dışarıya
doğru hareketlendi, bende gayri ihtiyari yönümü kapıya döndüğümde
Serdar Yüzbaşı , Abdullah Astsubayı ve Levent Yarbayı gördüm.
Levent Türkkan Yarbay benim emir subayımdır Astsubay Abdullah
koruma timindendir. Yüzbaşı Serdar da Emir Subay yardımcıdır.
HAVLU İLE YÜZÜMÜ KAPADILAR: Ayrıca bunların
dışında Özel Kuvvetler Komutanlığından olduğunu değerlendirdiğim ve
tam teçhizattı, eğitim kıyafeti giymiş, silahlı, miğferli personel
dikkatimi çekti. Odanın içerisine hızla ve aniden girmeye
kalkıştıklarını fark edince ayağa kalktım. O esnada Levent Türkkan
‘Komutanım otur, kalkma, sakin olun, zorluk çıkartmayın' şeklinde
bağırdı. Beni birisi iterek sandalyeye oturmamı sağladı ve o esnada
arkadan bir başkası elinde el havlusu tarzında bir şeyle hem ağzımı
hem burnumu kapatarak nefes almamı engelledi. Bu esnada kolunu
boğazıma doladı, sıktı, askeri kıyafete ait ip türü bir cisim
boğazıma sürtünmesiyle, o anda nefes almakta güçlük çektiğim için
debelenirken ve ellerimle burnumu açmaya çalışırken bir başkası
plastik kelepçeyi bileklerime taktı. Benim bu şekilde direnmem
üzerine burnumu açacak şekilde ağzımı kapattılar, bağırmamı
engellemek istedikleri açıktı. Nefes alma düzenim yerine gelince
birazcık sakinleştiğimi gördüler ve ağzımı kapattıkları havlu
benzeri kumaşı çektiler.
SIK ULAN: Bu mücadele sırasında kelepçenin
bileklerime verdiği acı nedeniyle yeniden bağırmaya başladım.
Çıkartmalarını söyledim ve hatta ayağa kalktım, o esnada Levent
Türkkan'ın elinde tabanca ile “komutanım sakin olun, vururum,
sıkarım ” gibi şeyler söylediğini işittim. Hatta ben bir iki adım
daha atıp kendisine “SIK ULAN” diye bağırdım. Gözlerinde sıkmakla
sıkmamak arasındaki robotik tereddütü gördüm. Bu arada elimi sıkan
kelepçeleri açmalarını istedim ve tahminen Mehmet Dişli’nin
onayıyla bir komando bıçağı çıkarttılar, kör bir bıçaktı ve
askerlerden biri kelepçeyi kesmeye çalıştı, fakat bir süre daha
açamadılar, hatta ben yine hiddetlendim, bağırdım. Tekrar ikinci
kez uğraşıp kelepçeyi kestiler. Bu şeklide beni arkamda biri olacak
şekilde bir koltuğa oturtarak etkisiz hale getirdiler. Dışarıdan
alçak uçuş yapan uçak ve silah sesleri işitmeye başladım. Tekrar
hiddetlenerek bağırmaya başladım. Ancak beni dinlemiyorlardı. Bir
müddet sonra lavaboya gitmek istediğimi söyledim.
TERBİYESİZ AHLAKSIZLAR: Benimle birlikte
geldiklerini görünce terbiyesizler, ahlaksızlar diye bağırdım.
Abdullah astsubay ve Serdar Yüzbaşı hiç etrafımdan ayrılmıyorlardı.
Sürekli gözetim altında tutuyorlardı. Abdullah astsubayda arkadan
ayrılmıyordu. Epeyce bir zaman geçti. Televizyon açık olmasına
rağmen ve dışarıda uçak seslerini, silah seslerini duyduğum halde
bu yönde bir haber o ana kadar çıkmadı. Hemen ardından boğaz
köprüsünde askerin kestiği görüntüler ve buna ilişkin haber TV’de
yayınlanmaya başladı. Hepsi gayet soğuk kanlı hiç bir şekilde
konuşmayıp yorum yapmayacak tarzda beklediler. Ve bir müddet sonra
gidiyoruz deyip beni aldılar. Montumu, kepimi ve çantamı istedim,
cep telefonum Emir Subayı odasında kaldı. Montumu ve kepimi sanırım
elime verdiler. Çantayı kendileri getireceklerini söylediler.
Kapıdan çıktığımda tam teçhizatlı kafasında çelik miğfer ve silahlı
bir şekilde ürkütücü bir yüz ifadesi ile karşıma çıkan asker şahıs
dikkatimi çekti. Sonradan, bu kişinin Kurmay Albay Fırat ALAKUŞ
olduğunu öğrendim. Fuaye alanında ve katta tam teçhizatlı askerler
tertibat almışlardı. Merdivenlerden beni indirdiler. Bir askerin
önümde namlusu bana doğrultulmuş tam otomatik silah ile geri geri
gitmesi dikkat çekiciydi. Yine bağırdım. Ne yapıyorsun lan diye
sinirlendim.
HELİKOPTER HAZIRDI: Dışarıya çıkardıklarında
Atatürk heykelinin olduğu yerde bir helikopter bekliyordu.
Helikoptere bindirdiler. Ben çantada gözlüğüm olduğunu söyledim ama
getirmediler. Helikopter havalandı. Nereye gittiğimizi
söylemediler. Ben de sormadım. Helikopterdeki silahlı askerlerin
namlusu üzerime dönüktü. Mehmet Dişli de helikopterde idi. Bir süre
uçuştan sonra iniş yaptık. Nereye getirdiklerini sordum. Akıncı
üssü olduğunu söylediler ve beni orada bir minibüse bindirerek bir
binaya götürdüler. Binanın üs komutanlığı binası olduğu yazıyordu
ve sivil kıyafetli, askeri kıyafetli pek çok kişi silahlı olarak
bekliyordu. Üs komutanın odasına götürdüler ve Tümgeneral Kubilay
Selçuk ayakta bekliyordu. Bir kanepeye oturttular. Bir ara
Orgeneral Akın Öztürk yanıma geldi, üzerinde tişört ve pantolon
vardı. Tek başına benim yanıma gelmişti. Hem bu durum nedeniyle hem
onu gördüğüm için çok şaşırdım, ve burada ne yaptığını sordum.
Bugün yanında eşli olduğu şekilde Kara Kuvvetleri Komutanı ile
birlikte İzmir'den Komutanlığa ait bir uçakla geldiğini, üstteki
lojmanda oturan kızımın evinde iken Abidin Ünal'ın telefon ile
araması üzerine üsten birilerinin uçaklar kaldırdığım ve bu hususa
göz kulak olması gerekliğini belirttiği için buraya geldiğini
anlattı. Hatta bu hususu söylediğini anlatmaya çalıştığını, ancak
dinlemediklerini söyledi, ona da olayın başından beri
konuştuklarımı söyledim. Tuğamiral Ömer Harmancık ve Tuğgeneral
Hakan Evrim'i gördüm.
BAŞINIZ KIÇINIZ KİM ? Yaptıklarının yanlış
olduğunu, akıllarını kaybettiklerini, bu devirde böyle bir şey
olamayacağını bağırdım. Suriye’yi, Mısır'ı görmüyor musunuz. Bu tür
olayların ülkemizi yıllarca ne kadar geriye götürdüğünü bilmiyor
musunuz mealinde sözler sarf ettim. Hiç umurlarında olmadı. Ömer
Harmancık elinde 2 yapraktan oluşan bir metni önce okudu ve
ardından elinde bana uzatarak “komutanım siz şunu bir okuyun ve
bunu imzalayıp TV de okursanız her şey çok güzel olacak, herkesi
alıyoruz, herkesi getiriyoruz” dedi. Şiddetle ve hiddetle reddettim
“Kendinizi ne zannediyorsun, siz kimsiniz, topladığınızı
söylediğiniz ikinci başkan Kuvvet komutanları nerede, bakanlar
nerede, elinizde kim varsa getirin, sizin başınız kıçınız kim” diye
bağırdım.
GÜLEN'E TELEFON: Bunun üzerine Hakan Evrim
“Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen ile görüştürürüz'
gibi bir şey söyledi. Ben kimse ile görüşmem diyerek tersledim.
Ardından Akın Öztürk dışındakiler odayı terk ettiler. Üs komutanın
odasına takriben 00:00’a doğru girdiğimizi düşünüyorum. Akın Öztürk
Paşaya da aynı şeyleri söylüyordum. Bana kendisini dinlemedikleri
gibi şeyler söylüyordu. Abdullah astsubay bir müddet daha oturduğum
odada durdu. Hatırladığım kadarıyla, orada üs komutanının emir
astsubayı olduğunu değerlendirdiğim bir şahıs vardı. Bana sözde
bildiri metnini imzalamam ve okumamı istediklerinde elimi bile
sürmedim, okumadım, hatta bana okuduklarında önemsiz ve alaycı bir
şekilde dinledim. Hatta öyle ki bu olaylar bittikten sonra ben bu
hainlerin oluşturduğu cuntaya verdikleri ismi Yurtseverler Birliği
gibi aklımda kaldığı halde Yurtta Sulh Konseyi olduğu ortadadır.
Ruh halimdeki şiddetli kızgınlık ve hiddet hiç bitmedi. Anılan
konseyin kimlerden oluştuğu hususunda hiç bir şey söylemediler.
Zaman zaman odadakiler bir yerlere gidip geliyorlardı. Akın yahut
bir başkası bana, farklı bir salonun harekat merkezi olarak
kullanıldığını ve 30-40 kişilik bir ekibin orada bulunduğunu
söylemişti. Orayı görmedim, zorla tutulduğum bütün zaman zarfında
aynı odada kaldım.
ÖLÜMÜ GÖZE ALDIK: Tutulduğum yerde belli bir süre
daha geçmişti ki, TV kapandı. O arada yaptığınız ayıp, hiç olmazsa
askeri hattan eşime haber vermek için telefon bağlamalarım istedim.
Telefonla görüşüp eşime askeri hattan Akıncı üssünde olduğumu ve
kendilerine iyi bakmalarını söyledim. Olayların sonunda anladım ki,
eşim bu bilgiyi ilgililerle paylaşmış. TV 2-3 saat sonra
açıldığında ekranda TBMM’nin, Emniyet binalarının bombalandığını
yazıyordu, zaten sürekli uçak sesleri devam ediyordu. Sinirlendim
bağırıp çağırmaya başladım , bunun üzerine geldiklerinde Ömer ölümü
göze aldıklarım söyledi. Hepsi robot gibiydi adeta. Bir zaman sonra
Mehmet Dişli tek başına yanıma uğradığında aynı şeyleri söyledim,
ancak kendisini dinlemediklerini belirtti. Çoğunlukla Amiral Ömer
konuşuyordu. TV görüntülerinde Sn. Cumhurbaşkanımızın ve Sn.
Başbakanımız ile bazı bakanların beyanları, olaylardaki
gelişmelerde halkın darbe teşebbüsüne canlan pahasına direnişi,
ilerleyen saatlerde bazı askerlerin teslim olmaları ya da vatandaş
yahut polislerce kontrol altına alınmaları gibi gelişmeleri takip
edince yanımda bulunan bu 4 kişinin genel görünüşleri, tavırları
değişmeye başladı.
GÖZLERDEKİ UMUTSUZLUK: Gözlerinde umutsuzluğu
farkettim, moralleri iyice bozulmaya başlamıştı. “YETERİ KADAR
BATAĞA BATTINIZ, HİÇ OLMAZSA BİR ERKEKLİK GÖSTERİP BURADA KESİN,
DİĞER İNSANLARIN ÖLMELERİNİ ENGELLEYİN, GÜN AYDINLANMADAN
ORTALIKTAKİ TANK TOP VS NE VARSA ÇEKİN YETERİ KADAR REZİL ETTİNİZ,
DAHA FAZLA REZİL ETMEYİN BALKAN SAVAŞINDAN BETTER ETTİNİZ,, SİLAHLI
KUVVETLERİN TARİHİNE LEKE SÜRDÜNÜZ. GİDECEĞİNİZ TEK YER CUMHURİYET
SAVCISI, ASKERİ SAVCI VE İNZİBATTIR, GİDİP TESLİM OLUN, BENİ DE
GÖNDERİN” şeklinde daha da hiddetli ve yüksek sesle birkaç kez
haykırdım. Hiç cevap vermediler. Bir süre sonra dışarıdan patlama
sesleri gelmeye başladı. Pistlerin bombalandığını kendileri
söylediler. Kurtulduktan sonra öğrendim ki, kendi uçaklarımızın
isyancı bu hainlerin uçak kaldırmasını önlemek için bu taarruzu
yapmaktaydı. Onlara yine yukarıda yazdığımız mealde bağırdım, yol
yakınken dönmelerini, teslim olmalarını istedim. Darbeci hainlerin
morallerinin zaman ilerledikçe çöktüğünü gözlemliyordum, öncelikle
boğaz köprüsünden teslim olan tankçılara ilişkin görüntüler ancak
çok daha önemlisi Sayın Cumhurbaşkanımızın Atatürk Havaalanında
canlı yayında toplanan kalabalığa olan hitabı darbeci hainlerin
bütün ümitlerini sanırım yok etti.
GENÇLERİ DÜŞÜNÜN: O andan sonra Ömer ve Hakan’ı
bir daha görmedim. Bu noktada artık yapacaktan bir şey de
kalmadığını yine hem silahlı kuvvetlere hem Türk tarihine bundan
büyük kötülük yapılamayacağını, battıklarını, hiç olmazsa gençleri
düşünmelerini, masum insanların düşünmelerini, hava bombardımanını
bitirilmesini, kara birliklerini kışlalarına döndürmelerini artık
sesimin çıkabildiği en şiddetli ton da ve hiddetlice suratlarına
haykırıyordum. Karşımda Kubilay ve Mehmet’i hatırlıyorum. Sinmiş
vaziyetteydiler. Hala hiçbir yorum yapmıyorlardı. Ama gözlerinde
korku ve endişe görülüyordu. Saat 08:30 – 09:00 sıralan olmuştu.
Beni Başbakanımız yahut C.Başkanımız ile görüştürmelerini
söyleyerek; teşebbüsü sona erdireceklerini, adalete teslim
olacaklarını ve askeri unsurları kışlalarına çekeceklerini
belirtirsem daha fazla zayiata meydan vermeden bu işi bitirmenin
mümkün olacağını anlattım. Zira artık üs dışarıdan da
bombalanıyordu. Giderek işin içinden çıkılmaz hale gelebilirdi.
CEP TELEFONU GELDİ: Kendileri bu noktada artık bir
şey başaramayacaklarını sanırım gördüler ve sizi görüştüreceğiz
dediler. Bir cep telefonu getirip Sayın Başbakan ile görüştürdüler.
Durumu anlattım, telefonla konuşurken orada bulunan tüm bu
hainlerin gözlerinin içine baka baka Sayın Başbakanımıza “hiç bir
pazarlık söz konusu olamayacak, askeri savcı, cumhuriyet savcısı,
polis ve inzibata teslim olacaklar” dedim, benzeri şekilde MİT
Müsteşarını aradım ve bilgi verdim. Akın Öztürk Paşa benim
götürüleceğim anlaşılınca ” komutanım bende sizinle geleyim” diye
söyledi. Ben pozisyonu itibanyla ve gece boyunca şahsı ile
yaşadığım izlenimler karşısında bunun uygun olmayacağını düşündüm
ve “SEN BURADA KAL, KIZININ EVİ BURADA” dedim. Fakat sürekli ısrar
ediyordu, onu üs binasında bırakıp çıktık.
ÇANKAYA'YA GİTTİK: Araçla helikopter pistine
gittik, orada pek çok helikopter vardı. Gelen giden hareketlilik
gözlemledim. Birisi bir helikopteri işaret etti ve onu
çalıştırdılar. Fakat üsten kalkan helikopterlere ateş
edilebileceğini birisi söyleyince Genelkurmay Başkanının içerisinde
olduğunun belirtilmesi gerekir gibi bir şey söylendi. Hatta ben
Mehmet Dişli'ye “SEN DE KAL” dediğim halde bu hususu belirterek ben
telefon ile irtibat kuracağım dedi. Helikopter hareket ederken
telefon ile bu durumu bir yerlere iletti. Helikopter havada iken de
bir yerler ile de irtibat halindeydi. Sonuçta Çankaya Köşkünde
Başbakanlığa iniş yaptık. Başbakanlık Müsteşarı bizi karşıladı. Ben
ve peşimde Mehmet Dişli geldi. Açıkçası arkamdan gelenleri kontrol
etmedim. Başbakanlık binasına girdik, bu şekilde bende hürriyetime
kavuştum. Müsteşar bey ile baş başa iken bana peşimden gelen kim
olduğunu sordu, ben yaşadığım olayları kısaca özetledim ve Mehmet
Dişli’nin gözaltına alınmasının uygun olacağını değerlendirdim.
Zaten bilahare gözaltı işlemi yapıldığını öğrendim.
ODAMI BAŞKASINA HAZIRLADILAR: Olayların ardından karargaha 2. Başkanım Org. Yaşar Güler benden bir gün önce gelmişti. Bana anlattığı bir gariplik ki, makam incelemelerinde tespit etmiş olabilir. Odamın gayet toplu ve düzenli olduğu hususudur. Oysa ben çalışmakta iken şiddet kullanılarak ve zorla götürülmüştüm. Makam ve dinlenme odasında üzerilerinde kitap, kırtasiye malzemeler, çikolata, yiyecek, içecek, gazete kupürleri, hediyelik eşyalar nedeniyle normalde kalabalık görünmesine rağmen çok sade ve düzenli bulunmuş.
BAHÇELİ'NİN SİLAHI: Ayrıca bazı eşyaların
kaybolduğu, iki biblonun yerlerinin değiştirildiği anlaşılmıştır.
Nitekim Sayın Devlet Bahçeli tarafından hediye edilen ve odamda
hatıra maksatlı duran tabanca ve beni götürdüklerinde Emir Subayı
odasında kaldığını düşündüğüm şahsi cep telefonum halen
bulunamamıştır. Bu husus, bende makamın bir başkası için
hazırlanmış olduğu kanaatini doğurmuştur. Makamımda rutin
çalışmalar sırasında çekilmiş bir kısım fotoğrafları sunuyorum,
dedi. 4 adet fotoğraf dosyaya eklenmek üzere alındı. Tüm bu
yaşananlar, T.C. Devletinin ve özelde TSK'nin paralel yapı olarak
da adlandırılan teröristler ile mücadele etme azim ve kararlığının
ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bu darbe teşebbüsünü
planlayanlar, uygulamaya koyanların bu örgüt mensupları olduğuna
inanıyorum. Bu çılgınlığa girişmelerinde; Ağustos şurasına ilişkin
yaptığımız kapsamlı, ciddi ve titiz çalışmalarda bu örgütün büyük
bir darbe yiyeceğini anlamasının en önemli etken olduğunu
düşünüyorum. Ayrıca 2. Başkanım ile beraber çevremizdeki
personellerin bir kısmının bu örgüt ile bağlantılı oldukları
hususunda şüphelerimiz gelişmişti, şurada çok ciddi adımlar
atacaktık. Bunun dışında; bu terör örgütü ile ilgili yargıda devam
eden soruşturma ve davalarda gelinen aşamalar Devletin tüm
kuramlarının bu konuda aldığı mesafe de, gözü dönmüş bu hain
teröristleri bu teşebbüse iten bir diğer sebeptir. Bu yapılanmanın
içinde olan şahsıma, milletime, silah arkadaşlarıma, emniyet
mensubu kardeşlerime, devletin kuramlarına, Türk tarihine,
medeniyetimize bu derece zarar veren her bir kişiden ayrı ayrı
şikayetçiyim.Türk Silahlı Kuvvetlerinin, şehitlerimizin ve
gazilerimizin kanı ve teri pahasına büyük kahramanlık ve
fedakarlıklarla kazandığı haklı itibarına bir günde karo bir leke
süren bu hainlerin yaptıkları asla unutulmayacak ve inanıyorum ki
hak ettikleri cezayı en ağır şekilde alacaklardır''