Tarih boyunca güçlü konumdaki devletlerin, güçlerine güç katmak ve siyasi üstünlük sağlamak için dünya üzerinde pay almak istediği bir pasta her zaman olmuştur. Keşiflerden sonra başlayan sömürgeler devri ile güçlü olan devletler, türlü oyunlarla zayıf olan ülkelerin kaynaklarına el koymuştur. Yakın tarihte pastanın ta kendisi olan Osmanlı Devleti’ni zayıflatarak parçalara ayıran güçlü devletler, onlarca yıldır paylarına düşen dilimleri iliklerine kadar sömürmeye devam etmişlerdir.

Afrika’da elmas madenlerini, Ortadoğu’da petrol kuyularını ele geçiren ABD ve İngiltere, bu kez gözlerini, sanayinin olmazsa olmaz hammaddesi petrole dikmişlerdir. Ortadoğu’daki kaos, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla başlasa da ABD’nin Irak’ı işgali ile daha da derinleşmiş, onarılması güç bir duruma gelmiştir. Günümüzde taze pasta, zengin petrol ve hidrokarbon rezervine sahip olan Doğu Akdeniz’dir. Sanayi Devrimi ile birlikte petrolün kıymetlenmesi, gelişmekte olan ve gelişmek isteyen tüm ülkeler için Orta Doğu’yu hedef tahtasına koymuştur. Arap kralların ve soylarının hala ölçülemez zenginliklerini devam ettirmesi, İngiltere ve Amerika’nın bugünkü gücüne sahip olması yolunda Asya sömürgeleri kadar Orta Doğu’nun yeraltı kaynakları da etkili olmuştur.

2000’li yılların başında Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon rezervlerinin keşfedilmesiyle beraber bölge, büyük bir jeopolitik öneme sahip olmuştur. Akdeniz’e sınırı olan tüm ülkeler, bölgedeki enerji kaynaklarından payına düşeni hatta daha fazlasını alma planları yapmaya başladı. Yunanistan’ın, bazıları üzerinde yaşam bile olmayan adalar konusunda bu kadar agresif olmasının nedeni tam olarak bu pastadan almak istediği pay nedeniyledir. Zira adalar olmazsa kıta sahanlığı, Doğu Akdeniz’de hak iddia edecek kadar geniş olmayacaktır.

Bugünkü Doğu Akdeniz ve Orta Doğu sorunu Osmanlı dönemine dayanır

‘2000’li yıllarda keşfedilen enerji kaynaklarının adalar konusuyla ne ilgisi var’ diyenler olabilir. Ancak, Orta Doğu’daki ilk petrol keşfinin 1908 yılında İran’da yapılması, 1927 yılında ise Irak’ta yeni bir petrol sahası keşfedilmesi, Sultan 2. Abdülhamid’in Osmanlı topraklarındaki petrol rezervlerini korumak için petrol arazilerini şahsi hazinesine geçirerek güvence altına alma hamlesinden anlaşılmaktadır ki Doğu Akdeniz meselesi, daha Osmanlı Devleti yıkılmadan önce başlamıştır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Orta Doğu’da geniş bir yolculuk yapan İngiliz Ordusu’nun Levazım Subayı Frank Holmes, Arap yarımadasında yaptığı keşiflerden sonra bölgede muazzam bir petrol sahası olduğu ve bu kaynakların ticareti sayesinde çok büyük paralar kazanılabileceği bilgisini sızdırmıştır. Elbette bu bilgiyi işleyerek hareket geçmek için vizyon yetmiyordu, güç de gerekli idi. O dönem üst üste maruz kaldığı savaşlar yüzünden ağır yaralanarak yıkılan Osmanlı Devleti’nin ardından yeniden ayağa kalkmaya çalışan milletin gözü, petrolü görecek durumda değildi. Batılı devletlerin Orta Doğu’daki petrolü ele geçirmek için birbiriyle yarıştığı dönem, Türkiye Cumhuriyeti’nin emekleme dönemine denk geldiğinden Türkiye, Doğu Akdeniz kaynakları üzerindeki haklarını savunmak ve harekete geçmek için çok geç kalmıştır. Türkiye’nin, Lozan Anlaşması’nı ihlal ederek kara suları genişliğini 6 mile çıkaran Yunanistan’a, 30 yıl sonra tepki göstermiş olduğunu hesaba katarsak Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının kıymetini 60’lı yıllarda anladığını düşünebiliriz.

Türkiye’nin, kendi kıta sahanlığında bulunan kaynaklarını değerlendirmek konusunda çok geç harekete geçtiği Doğu Akdeniz, sadece Avrupa’nın değil Körfez ülkeleri ve Rusya’nın da gözünü diktiği önemli bir bölgedir. Avrupa ve Rusya arasındaki gerilimin en büyük nedeni bu enerji kaynaklarıdır. Bu bölgedeki gerilim her geçen gün artmış, son yıllarda bazı ülkelerin yaptığı haksız müdahaleler ile gerginlik daha fazla tırmanmaya başlamıştır. En önemli örneği Şubat 2020’de yaşanmıştı.

Fransa bile Akdeniz’den vazgeçemiyor

Fransa, Kıbrıs’a yakın gaz sahalarının yakınında ilerleyen Türk firkateynlerini takip etmesi için Avrupa’nın en büyük nükleer uçak gemisi Charles de Gaulle’yi konuşlandırmıştı. Kıbrıs Rum Yönetimi ile Fransa’nın bu hamlelerinin, stratejik önemi çok büyük olan Akdeniz’de varlığını güçlendirme amaçlı olduğunu bilen Türkiye, Fransa’yı engellemeyi başarmıştı. Hatırlarsanız Irak’ta DAEŞ ile mücadele bahanesiyle Amerika’nın gerçekleştirdiği operasyonlarda, bu gemiden kalkan uçaklarla hedefler vurulmuştu. Mayıs 2021’de aynı gemi 800 kişilik mürettebatıyla yeniden Güney Kıbrıs’a gelerek Limasol limanına demirlemişti. Fransa’nın planı Rum Milli Muhafız Ordusu ile ortak hava ve deniz tatbikatı gerçekleştirmeyi planladıkları, bu tatbikata RMMO birliklerinin de katılacağı bilgisi basına yansımıştı. Fransa, Doğu Akdeniz’de yaşanan doğalgaz geriliminde her zaman Rumların yanında yer almıştı.

Güney Kıbrıs’a askeri üs inşa eden ABD’nin de koruması altında olduğunu bildiği için bu kadar rahat hareket eden Fransa’nın uçak gemisini, Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Anastasiadis ziyaret etmiş ve şu cümleyi kurmuştu: “Fransa’nın Doğu Akdeniz’de özellikle Güney Kıbrıs’a uçak gemisi göndermesi, Fransa-Kıbrıs ilişkilerindeki kalite artışını gösteriyor. Charles de Gaulle uçak gemisinin buraya demirlemiş olması bölgede gerginlik yaratmak isteyenlere açık bir mesaj vermiştir.”

Anastasiadis, bu cümlelerle Türkiye’ye mesaj göndermişti. Hatta açık açık şöyle söylemişti: "Türkiye saldırgan tavrını sürdürüyor. Askeri tehditlerde bulunuyor. Kıbrıs'ın Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde yasadışı sondaj çalışmaları yapıyor. Mağusa'nın tellerle örülü bölgesi (Kapalı Maraş) için tehditlerde bulunuyor. Libya ile yasadışı bir memorandum imzaladı."

Kıbrıs’a askeri üs kuran ABD’yi törenlerle karşılayan Kıbrıs Rum Yönetimi, hakkı olduğu topraklarda faaliyetlerde bulunan, Kıbrıs Türk Kesimi’ni koruma amaçlı gerektiğinde müdahalede bulunan Türkiye’yi saldırganlıkla suçluyor. ABD’nin savaş faaliyetlerine ev sahipliği yapması amacıyla kurulan üs, Türkiye’deki İncirlik Üssü’nün kapatılması durumunda yedek olması niyetiyle de inşa edilmişti. İncirlik Üssü’nün kapatılmasına yol açacak hamleler yapacağının mesajını 10 yıl önceden veren hem Türkiye’de hem Orta Doğu’da hem de hakkı olmayan Doğu Akdeniz’de kaos yaratan ABD değil de toprak bütünlüğünü ve haklarını korumak için karşılık veren Türkiye suçlanıyor.

Türkiye’nin gaz ve toprak anlaşmazlıkları konusunda rekabetin ve müdahalenin dozunu kaçıran hem Körfez’deki rakipleri hem de Türkiye’ye tepeden bakan Avrupa ile gerginlik olmadan ilişki yürütmesi mümkün değildir. Bu bölgede yaşanan hiçbir olay önemsiz değil. En ufak bir eylemin, faaliyetin özenle takip edilmesi gerekiyor.