İsrail ve ABD ürünlerini boykot ederek bu ülkelere zarar vereceğini düşünen kitlenin gözden kaçırdığı bir husus var. Bir markayı boykot ettiğinizde şirket batıyormuş izlenimi vererek marka değiştiriyor. Onlara verdiğiniz maddi hasar, en fazla birkaç günlük kazanç kaybı anlamına geliyor bu kayıp da önemsemeyecekleri kadar az oluyor. İsrail ve ABD, medya gücüne sahip olduğu için çok hızlı bir şekilde ürünün yeni ismini markalaştırarak kitlelerini yeni ürüne/hizmete yönlendiriyorlar. Kısaca şirket aynı, sahibi aynı, ürün aynı, paranın girdiği kasa aynı…

Değişen tek şey boykot ettiğiniz isim olmuş oluyor. İnsanların çoğu çok uzun bir süre bunun farkında varamıyor. Zira bizim milletimiz başta olmak üzere dünyadaki birçok insan yediğinin, içtiğinin, giydiğinin kaynağını araştırmıyor.

Ayrıca Starbucks’a, Kahve Dünyası’na gitmesek ne olur? Zara başta olmak üzere Inditex grubunda yer alan markalardan giyinmesek ne olur? Bilmediğimiz binlerce ürüne bağımlı durumdayız. Mesela ilaçlar, katkı maddeleri, ham maddeler… İşin kötüsü tüm dünyayı katkı maddeli ürünlere öyle alıştırdılar ki katkısız ürünler toplumda talep görmüyor.

Midelerimiz doğal olanı kabul etmekte zorlanıyor çünkü toplum olarak sağlığımızdan çok damak tadımızı düşünüyoruz. İşte mücadele tam olarak bu noktada başlıyor. Her şeye rağmen bu savaşı önce bireysel olarak vermemiz gerekiyor. Yediklerimizin, içtiklerimizin, giydiklerimizin kaynağını, içeriğini iyi araştırmamız ve seçici olmamız gerekiyor.

Boykotun kralı üretmektir. Üretmeyen toplumlar üreten ülkeleri beslemek zorundadır. Üretimin olmadığı toplumlarda sürdürülebilir boykot mümkün değildir. Üreten toplumlar giderek güçlenir ve başka ülkelerin boyunduruğundan kurtulur. Örneğin doğalgaz konusunda Rusya’ya yıllarca bağımlıydık ve ilişkilerimizi bu bağımlılığı göz ardı edemeden yürütmek zorunda kaldık.

Cep telefonu, bilgisayar başta olmak üzere elektronik ürün ihtiyaçlarımız konusunda Çin, ABD, Hong Kong, Almanya, Japonya, Güney Kore, Singapur gibi ülkelere muhtaçtık. Araba konusunda onlarca yıldır Almanya, Rusya, Fransa, İtalya, ABD, Japonya gibi ülkelere bağımlıydık.

Türkiye son 20 yıldır üretim konusunda atağa geçti ve önümüzdeki yıllarda ürettiğimiz ürünler sayesinde hakkını vere vere boykot yapabilmemiz mümkün olacaktır. Hatta şimdiden TOGG sayesinde araba konusundaki bağımlılığımızdan kurtulduk sayılabilir. Üretim kapasitemizi arttırdığımızda, arabaların tüm parçalarının üretimini yerli firmalarımızda yapmaya başladıkça araç konusunda boykot uygulayacak duruma gelebiliriz.

Bugün hala Mc Donalds restoranı önünde kuyruk oluşturan insanlar var. Boykotun anlamını ve önemini idrak edememiş olmaları mı daha üzücü yoksa besin değeri olmayan, birkaç dakika içerisinde çöpe dönüşen ne idüğü belirsiz ürünleri yiyerek kendilerini hasta etmeleri mi? Emin değilim. Boykot etmek için değil kendi sağlığımızı düşündüğümüz için bu markaların ürünlerinden uzak durmamız gerekiyor.

Şevki Yılmaz’ın bir 90’lı yıllarda söylediği bir cümle vardı: “Almanya’da BMW’yi üreten Türk, Amerika’da uçak üreten Türk, bunların Kapıkule’den girdikten sonra eli kolu mu bağlanıyor?”

Dünyanın birçok yerinde Türk mühendisler, doktorlar, bilim insanları bulundukları ülkelerin gelişimine, ekonomisine katkı sağlayacak üretimlere imza atarken bu değerli beyinleri kendi ülkemizde değerlendiremedik. Marshall Yardımları yüzünden Türkiye, yıllarca traktör dışında hiçbir aracı üretme hakkına sahip değildi. Sadece ABD’nin belirlediği ya da gönderdiği ürünleri satması zorunluydu. Kimse bunu sorgulamadı, koşulsuz itaat etti. Gelişmiş bir ülke olmak için halkın, devletine destek vermesi gerekir. Üretmek ve yerli ürünleri kullanmak bu desteğin en önemli adımıdır.