ZÎŞAN KUKA marangozluk yapardı.

Aile meslekleriydi bu. Geriye doğru sayabildikleri tüm ataları neredeyse ağaçla uğraşmışlar ve maharetleri sebebiyle de güzel işler çıkarmışlar. Ünlenmişler dolayısıyla… Evlerinde ne varsa ağaçtan kendi üretimleriydi.

Arkadaşım beni her ziyaretinde kukadan yapılmış bir tesbihi cebinden çıkarıp “Zîşan Kuka’nın hediyesi, herkese göndermez ha bilesin” diyerek verirdi. Söylemesi ayıp çoğu defa birilerine kaptırmış olsam da tesbihi severdim. Üzerimde yoksa kendimde bir eksiklik hissederim. Bu sebeple bu anlamlı armağana müteşekkir kalırdım. Bu durum mütemadiyen sürdüğünden artık zamanı geldi diyerek arkadaşıma “Beni dedene götürür müsün, teşekkür etmeliyim” dedim. Memnuniyetle kabul etti ancak bir uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi. “Dedemin sohbeti muhteşemdir, dinlenir, eli gibi zihni de üretkendir ancak çok konuşandan pek hoşlanmaz, dilini tut” dedi. Tebessüm ederek “Onu anlıyorum, zira bende böyleyim” dedim.

ATÖLYESİNDE kabul etti. Hürmet hissi uyandıran muhteşem bir adamdı. Güzel yaşlanmış denilen kişilerdendi. Elini öpmek için hamle yaptım ama geri çekti. Bir defa daha aynı davranışı gösterdiğimde sanırım gücenmemi istemedi ve öpmeme müsaade etti. Kırk yıllık ahbap gibi sımsıkı kucakladı. “Bizim deli oğlan anlattı, sen de çok konuşurmuşsun fakir gibi” dediğinde mahcup bir şekilde “Aman Efendim, edep erkân, sükûtu lisan, mümine nîşan” dedim.

“Çok konuşanların düşünmek için tesbihe ihtiyacı olur imanım” şeklinde cevap verdiğinde hediyelerin sık gelişinin sebebini anlamış ve biraz olsun rahatlamıştım.

ZÎŞAN KUKA’NIN göz teması, kelimeleri özenle seçişi, onları tonlaması doyumsuz bir dinleme hissi oluşturuyordu. Bu konuda zaten ün salmış, şöhretli olmuştu. Bu onun nişanıydı.

Enerjikti. Konuşması sırasında beden dili ile el hareketlerinin uyumu harikaydı. Sanki bir orkestra yönetici şefi de konseri şevkle yönetiyor gibiydi.

Okumayı sevdiği belliydi. Popüler bazı kitapları fark ettim ama ağırlık divan edebiyatındaydı. Şiir antolojileri vardı. Zaten konuşması sırasında buralardan kemal-i edeple alıntılar yapıyor ve akışı şenlendiriyordu.  Algılaması yüksekti. Bu kanaate içime henüz doğmaya başlayıp soru kipine girmeye başlayan ama arkadaşımın uyarısı sebebiyle bastırdığım düşüncelerime cevaplar veriyor olmasından ulaştım.

Konuşmasında tek düzelik yoktu, sıkılmak imkansızdı çünkü terkipleri farklı bir zihni oluşumu, yaratıcılığı işaret ediyordu. Üretken olduğuysa âşikardı zira atölye âdeta bir ahşap müze gibiydi.

Gelmeden evvel hata yapmamak için arkadaşımdan biraz bilgi istemiştim. Uyumlu olduğunu ama aynı zamanda kararlı da olduğunu söylemişti. Alçakgönüllü oluşu çevresi tarafından sevilmesine neden oluyormuş. Yardımseverliği öne çıkan özelliklerindenmiş. Esasen sakin bir kişiliğe sahipmiş. Sorunlardan kaçmaz, onlarla yüzleşmekten çekinmez çok kısa sürede muhakkak makul bir çözüm üretirmiş. İşlerinde planlı hareket edermiş. Okuma serüveninde de bir sıralaması olurmuş. Saflığıyla da meşhurmuş. Söylenenlere hemen inanır önünü ardını deşmezmiş. En mühim vasıflarından birisi sabırlı oluşuymuş. Taş çatlar ama o çatlamazmış. Herkeste bir hayranlık uyandırırmış ki, bende şu anda olan buydu. Mahareti belli ki, tesbih üretmekten ibaret değildi. Tam bir zîşan yani şanlı, ünlü ve şerefliydi.

RASUL-İ Zîşan, Nebiyy-i Zîşan, Peygamber-i Zîşan, Sultan-ı Zîşan, Kerem-i Zîşan, Habib-i Zîşan, Edib-i Zîşan, Andelîb-i Zîşan, Emîn-i Zîşan, Muallim-i Zîşan tamlamalarıyla her konuyu Efendimize getiriyordu ki, bu her şeyden daha çok hoşuma gidiyor ve kalbî bir heyecana kapılıyordum.

Âşık olduğu belliydi. Gönlü titrekti. Yoksa Efendimizi bu tamlamalarla anarken sesi çatallaşıp gözleri nasıl yaşarabilirdi ki… Hemen karşısına düşen duvarda iyi bir hattatın elinden çıktığı belli olan Osmanlıca harflerle Bağdatlı Rûhî’ye ait olan şu beytin yer aldığı bir tablo vardı:

“Siz bizi sanman cihan milkinde unvân isteriz / Bendesi olmağa bir sultân-ı zîşân isteriz.”

OKUDUĞUMDA mahvoldum tabi…

Arkadaşımın tembihini gevezelik yaparak ihlal etmedim ama soru sormaktan da kendimi alamadım.

“Efendimizi ‘Zîşan’ olarak tanımlamak sizin için neden önemli?”

“O, hepimizin, tüm mükevvenatın şerefidir, şanıdır, namusudur imanım” dedi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra “Bizde aile olarak şan ve şerefimizi O’nda buluruz. Bu sebeple tüm atalarım aldığı notlardan ve oydukları hat tablolardan anlıyoruz ki, bunu tercih etmişler. Sülalemiz ahşap işiyle ve özellikle kuka ağacıyla üretim yapıp ünlendiğinden normal aile ismimiz unutulmuş ve ‘Zîşan Kukalar’ olarak anılır olmuşuz” dedi.

VURGUN yemiş gibiydim. Arkadaşım tesbihleri verirken “Zîşan Kuka”dan dediğinde bunu ismi sanmıştım. Meğer tüm sülaleyi içeriyormuş. Büyük dedeleri kuka ahşap işiyle uğraşan bir allameymiş. Sürekli Efendimizi bu şekilde ağlayarak anlatırmış. Yetinmemiş tüm evlatlarına ön veya ikinci isim olarak koymuş. Arkadaşımın tam adının Zîşan Ahmet olduğunu yeni öğrendim. Ablasının adı Ayşe Zîşan, küçük kardeşlerinin ise Fatma Zîşan ve Zeynep Zîşan imiş.

Bu hatıramı sizlerle paylaşmaya karar verdiğimde kuka ağacının özelliklerinden de bahsetmeyi planlamıştım ama hiç gerek yok.

Bizlerin de şanlı, şerefli, haysiyetli olabilmemiz için O şanlı Nebimizin izinden, tozundan, cemalinden, didarından bir milim bile şaşmamız gerekiyor. Nasibimiz olsun inşallah.

Ya Selam.