Daha önce pek çok Uluslararası toplantıda dile getirilen, Türkiye’nin barış diplomasisi bu kez Pakistan-Hindistan gerilimi için devrede. Cumhurbaşkanı Erdoğan Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ile görüşmesinde, Türkiye'nin gerilimin tırmanmasını önlemek için elinden geleni yapmaya hazır olduğunu dile getirdi.

Bu açıklama Türkiye’nin, renkli ve şatafatlı kongre salonlarında başka ülkeler tarafından sadece dile getirilen bir slogan olarak kalmasının ötesine geçme çabasıdır. Ve Dünya Barışı ve yaşanabilirliğine katkı sunmaya devam edeceğinin bir göstergesidir. Barışın tesisine katkı sunmak pek çok kez vurgulamaya çalıştığımız tarihi sorumluluğun gereği olarak okunmalıdır.

Dünya üzerinde savaş için yeni cepheler beklentisi giderek artarken, Çin’e karşı açılması planlanan cephe Hindistan üzerinden işletilmekte. Nükleer silaha tek sahip olan Müslüman ülke ise Pakistan. Pakistan’ı risk olarak gören İsrail ve İngiltere ise ABD ile birlikte Hindistan’ın yanında saf tutmakta.

Küresel güç olmak, başka hesapları ve planları farklı argümanlar ile işletmeyi gerektirir. Çin’in ekonomik yükselişi, ticaret ile önlemenin imkansızlığı, yeni imkân arayışlarını doğurmuştur. Dünya’da savaştan beslenen bir ekonomi olduğu malumunuz. Savaşı körükleme olmadan bu ekonomi ayakta tutulamayacaktır. Küçük yerel grupları silahlandırıp ülkelerin başına bela etme değişen savaş paradigmalarının nedeni ile sürdürülebilir bir savaş ekonomisi olmaktan çıkmıştır. Dünya’yı krize sokmadan, krizler üreterek ekonomik anlamda gücü zayıflatma girişimleridir.

Hindistan açısından risk oluşturan Pakistan, Müslüman toplumun yaşadığı alanı ilhak ederek askeri tehlikenin yanında dini tehlikeyi de bertaraf etmek istiyor. Bu esnada İsrail ise açık gördüğü arka kapıdan doğrudan tavrını sergilemiş oluyor.

Vekillerin savaşından asillerin savaşına doğru evirilmek istenmektedir. Tek fark ekonomik krizsiz, kriz çıkartarak yeni ticaret yollarını düzenleme çabasıdır.

Dünya dini ideolojiler üzerine kurulu bir küreselliğin değil ülke menfaatlerinin sistemi oluşturduğunu düşünse de, her dini ideoloji kendi ekseninde menfaatlerini gözetmektedir. Ekonomik güç, ticaret ile sağlandığından bu manada yardımcı unsur özelliği taşımaktadır. Bu neden ile tarihin her döneminde ticaret yolları önemini yitirmemiştir. Sınırları 1. Ve 2. Dünya Savaşı sonrasında çizen akıl, bu mahiyetini koruyarak tasarım yapmıştır. Eski Dünya düzenine baş kaldırma potansiyeline sahip olmayan ülkelerin, o tarihte silinememesinin en büyük unsuru ise, bu süreçleri takip edecek, çalıştırılacak ve köleleştirilecek insana ihtiyaç olmasındandır.

Zaman kayması ticaret yollarının yeniden yapılanmasını doğurmuştur. Elinizde gücü korumak ihtiyacı parasal karşılıklar devam edecektir. Bir kuşak bir yol projesi sonrası, bütün anlaşmazlık açıklamalarının bu güzergahlar üzerinden geliyor olması tesadüf değil ekonomik argüman kaynaklıdır. Silahların sesi de bu hat üzerinde gelmeye devam etmektedir.

Yapılan nükleer kullanma tehditleri ise savaşın boyutunu ve cephesini büyütme çabasıdır.

Türkiye itidal ile yine Barış Diplomasisi yürütme isteğindedir. Pek çok ülkenin aksine zulme karşı durmaya çalışmaktadır. Bu sefer sahaya sürülmek istenen vekaleten değil asaleten savaş isteğidir. Kıvılcımın yeri belirlenmiş olsa da, bazı çatışmalar ile kayıplar yaşansa da, henüz yangın başlamamıştır.

Ve başlamadan söndürülmelidir.