Yunanca kökenli olan Plütokrasi, devlet yönetiminin ya da siyasi karar alma süreçlerinin, ekonomik açıdan güçlü bir azınlık tarafından kontrol edildiği bir yönetim biçimi olarak bilinir. Manası ise "zenginlerin yönetimi" demektir. Modern dünyada, özellikle de kapitalist sistemlerde, dolaylı olarak varlığını sürdürebilir ve sürdürüyor. Lobicilik faaliyetleri, medya üzerindeki kontrol, siyasi bağışlar ve çeşitli ekonomik baskılar gibi gibi.. bir çok alanda karşılaşılabiliyor.

Geçmişten günümüze Plütokratik eğilimler gösteren bir çok devlet olmuştur. Günümüzde ise büyük şirketlerin ve milyarderlerin hükümetler üzerinde etkisi aşikardır. Günümüzde bunun en çok bilinen örneği Elon Musktır. Her ne kadar bu konu, sıkça tartışılsa da, tartışılmaya da devam edecek gibi görünüyor. Plütokrasiye yapılan en büyük eleştiri ise demokratik değerleri zayıflatmasıdır diyebiliriz. Öte yandan, Plütokratlar, ekonomik güce sahip kişilerin daha iyi yönetim sağlayabileceğini savunurlar. Çünkü ekonomik başarının, yönetim kabiliyetini de beraberinde getirdiğine inanırlar. Genelde serbest piyasa ekonomisinin baskın olduğu ülkelerde bu etki kendini daha çok belli eder.

1971 yılında kurulan Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), Türkiye’de özel sektörün gelişmesini destekleyen en önemli iş dünyası örgütlerinden biri olarak bilinir. Misyonu, Türkiye’deki büyük ve orta ölçekteki işletmeleri temsil ederek ekonomi, sanayi, dijital dönüşüm, eğitim ve hukuk gibi birçok alanda politika önerileri sunmaktır. TÜSİAD’a Cem Boyner, Bülent Eczacıbaşı, Ömer Sabancı gibi tanınmış isimler başkanlık etmiş ve Türkiye’nin ekonomik ve siyasi sahnesinde yıllarca önemli bir aktör olarak rol almıştır. Sanayicilerin ve iş insanlarının sesi olarak görüşlerini açıkça dile getirmiş olmaları elbette ki her zaman olumlu tepkiyle karşılanmamış, özellikle de devlet başkanları ve hükümet yetkilileri tarafından sert tepkilerle karşılanmıştır. Kimileri TÜSİAD’ı gereğinden fazla müdahaleci bulurken, kimileri de bu açıklamaları özgür tartışma ortamının bir parçası olarak görmekte.

Plütokrasi genellikle siyaset ve ekonomi bağlamında ele alınan bir kavram olsa da, toplumsal yaşamda da güçlü bir şekilde kendini gösteriyor. Toplumlar, ekonomik gücü ve statüyü yalnızca maddi kazanç sağlamakla sınırlı görmez; aynı zamanda sosyal ilişkiler, itibar ve fırsatlar açısından da belirleyici bir unsur olarak kabul eder. Bu da, "sosyal plütokrasi" olarak adlandırılabilecek bir yapının doğmasına neden olur. Yani, zenginlik ve nüfuz sahibi olmak sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal hayatın da temel dinamiklerinden biri haline gelir.

Günlük yaşamda bunun pek çok örneğini görmek mümkün. İş dünyasında pozisyon arayan bir kişinin becerilerinden çok, ailesinin veya çevresinin nüfuzu belirleyici olabiliyor. "Torpil" ya da "referans" adı altında meşrulaştırılan bu süreç, bireyin kendi yeteneklerinden çok, sahip olduğu sosyal ve ekonomik bağlantılarla değerlendirilmesine neden olur. Yalnızca iş dünyasında değil, günlük ilişkilerde de kendini gösterir. Zengin ve nüfuzlu bireyler, genellikle toplum tarafından daha fazla saygı görür, sözleri daha fazla dikkate alınır ve sosyal etkinliklerde daha fazla ağırlanır. Lüks mekânlarda vakit geçiren, pahalı kıyafetler giyen veya büyük markalarla özdeşleşmiş bireyler, çevrelerinde statü sembolü olarak algılanır ve doğal olarak daha fazla ilgi çekerler. Bazen, sıradan bir vatandaşın dile getirdiği bir fikir göz ardı edilirken, aynı düşünceyi ekonomik gücü olan biri savunduğunda, büyük yankı uyandırabilir ve uyandırabiliyor da. Bu da, statü ve ekonomik gücün, bireyin sosyal kredibilitesini doğrudan etkilediğini gösterir.

Ya da, varlıklı aileler çocuklarını daha iyi okullara göndererek onların daha başarılı, kariyerli olmalarını sağlarken, daha düşük ekonomik seviyedeki bireyler ise, aynı fırsatlara ulaşmada büyük engellerle karşılaşabilir. Burada sadece maddi imkânlar değil, aynı zamanda kültürel sermaye de devreye girer. Yani sosyal çevreye entegre olmak ve belirli sınıflara kabul edilmek, çoğu zaman bireyin ne bildiğiyle değil, kimleri tanıdığıyla ölçülür. Demokratik sistemlerde bile, görünmez bir kast sistemi gibi işleyen bu sosyal plütokrasi, eşit fırsatlar ilkesini zedeler ve bireylerin başarılarını yalnızca kendi çabalarına dayandırmasını zorlaştırır. Ancak bu durum, sadece ekonomik sistemin değil, kültürel alışkanlıkların, eğitim politikalarının ve sosyal normların da bir sonucudur.