Zavallı Fikret - 1

Yâni, Tevfik Fikret... 

Tam 102 sene önce (1915) bugünlerde (19 Ağustos) ölen şâir...

On iki yaşındayken, annesini kaybetti...

Dünyâda bir nevî hapis hayâtı yaşadı.
İstanbul’dan kaçıp Yeni Zelanda’ya yerleşmeyi hayâl edip durdu.
Çünkü ona göre İstanbul, toprağına lânetin zehirli suyu (zehr-âbe-i lânet) karışan, temiz bir zerresi (zerre-i safvet) bile bulunmayan iğrenç bir şehirdi.

Kırk sekiz yıllık bir hayat, türlü türlü dert ve hasret...

Zavallı Fikret!..

***

Gençliğinde ezan sesi duyunca vecde geliyor, câmi câmi dolaşıyor, dînî hislerini mısrâlara döküyordu. 

Ezân-ı Muhammedî'den öyle bir ilhâm almıştı ki şiirini “Allahü ekbersözüyle aynı vezinde yazmıştı. Ezânın ilk cümlesi olan “Allahü ekber” sesi ile aruzun “müstef'ilâtün” tef'ilesi ve müezzinin nağmesi Fikret’in kulaklarında birleşmiş, gönlünde yankılanmıştı:   

“Allahü ekber! Allahü ekber!

Bir samt-ı ulvî: Gûyâ tabîat

Hâmuş hâmuş eyler ibâdet...”

İşte önceleri bu ahval ve minvalde yaşarken sonraları inancını kaybetti...

Kime, neye, nasıl kandıysa; kimi, neyi ne sandıysa; kimin nârına yandıysa... Günün birindeAllâh’ın -hâşâ- “düzme” bir şey olduğunu söyledi. Şeytân, Buda, Ehrimen, Yezdân gibi mefhumları da “düzme”ye dâhil etti...
Netîce olarak, İslâm'a hakaaret, bütün dinleri inkâra cür'et, inançta

fakr u zarûret...
Zavallı Fikret!..
***
Bir zamanlar pâdişâha medhiyeler düzdü. Meselâ 1891’de “Sitâyiş-i Hazret-i Pâdişâhî = Hazret-i Pâdişâhı Övme” yarışmasına katılıp birinci seçildi. 
“Bugün o gündür o ıyd-i saîd-i ekberdir...”dedi. Yâni, II. Abdülhamîd’in tahta çıktığı gün, Fikret’e göre “en büyük bayram günü” idi.
Aynı günü yüceltmek için mübâlâğa sanatına da baş vurdu: 
“Bugün safâsı cihânın taşar cihanlardan
Bugün sürûr yağar hâke âsumanlardan
Coşar sürûd-i sitâyiş bütün lisanlardan...”
II. Abdülhamîd’in tahta çıktığı günü övmekle tatmîn olmayan Fikret, o günün gecesinin bir bahar sabâhından bile daha güzel olduğunu söyledi:
“Bu gündüzün hele seyret ne şanlıdır gecesi
Evet sabâh-ı bahârîden anlıdır gecesi...”

Pâdişâhı övmede hızını alamayan Fikret, seleflerinden Nef’î’yi bile solladı.

Yine II. Abdülhamîd için şöyle dedi: 
“Büyük, büyüksün, evet, bî-adîlsin, birsin

Uluvv-i haslet ile ekberü’l-ekâbirsin...”

Evet, bu mısrâlarda Fikret’e göre II. Abdülhamîd “büyüktür, benzeri yoktur, yegânedir; ahlâkının yüceliği ile büyüklerin en büyüğüdür...”

“Senin vücûduna muhtâcız ey veliyy-i niam

İle’l-ebed sana densin halîfe-i âlem...”

Yâni “Ey (bunca) nîmetin sâhibi (olan ulu pâdişah), senin varlığına muhtâcız. Sana ebediyen “halîfe-i âlem”densin...”

Bunları ve daha fazlasını yazan o şâirdi elbet...

Tek kelimeyle, hayret!
Zavallı Fikret!..

***

Sonra, Fikret tanınmaz bir hâle geldi...

Yazdığı “Sis” şiiriyle bütün Osmanlı târîhine, medeniyetine ve onun merkezi olan İstanbul’a en ağır hakaaretlerde bulundu.

Hele Ermeniler başta olmak üzere dış mihraklar tarafından II. Abdülhamîd’e 21 Temmuz 1905’te tertîb edilen bombalı suikastta pâdişâhın ölümden kurtulması, Fikret’i kahrından öldürdü...

Bu üzüntüyle yazdığı “Bir Lâhza-i Taahhur” şiirinde suikastçı teröriste (Charles-Edouard Joris) meçhul bir kahraman gözüyle baktı:

“Ey şanlı avcı, dâmını beyhûde kurmadın

Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın!..”

Bir zamanlar öve öve göklere çıkardığı pâdişâha karşı bu nasıl bir nefret?

Zavallı Fikret!..