Her sabah merhaba deriz yeni bir güne. Uyku mahmurluğunu terk edince gözlerimiz, yeni bir gün daha başlamış demektir

Her sabah merhaba deriz yeni bir güne. Uyku mahmurluğunu terk edince gözlerimiz, yeni bir gün daha başlamış demektir. Yeni bir 24 saat; yeni bir 1440 dakika yeni bir 25330 nefes alışı ya da 90990 kalp atışı… Kısaca zamanın omuzlayıp da bir daha geri getirmemek üzere bizden uzaklaştıracağı yeni bir gün, hayatımızın bir yeni dilimi…

Zaman; başka güne aktaramayacağımız, o günün sonuna kadar kullanmak zorunda olduğumuz bir sermayedir. Evet, evet bir sermaye… Sağlıklıysak, vücudumuzda bir ağrımız bir sızımız yoksa hele de başkaları tarafından ipotek altına alınmamışsa özgürlüğümüz. Ne parayla ne altın, inci, mücevherle alınması mümkün olmayan bir sermayedir zaman. Bu kıymeti ölçülemeyen, tek saniyesinin dahi büyük önemi olan sermayeyi çok ama çok iyi değerlendirmek gerekir. Onu, kalıcı hale dönüştürmek; kıymetlendirmek, bezemek, süslemek gerekir.

Başlayan her yeni günün payımıza düşen her anını değerlendirmek ya da harcamak elimizdedir. İstersek; sırtımızı güne döner, yorganı başımıza çeker, bir bölümünü yine uyku boyutunda harcarız zamanın. İstersek, fırlayıp kalkarız yerimizden o gün yapacağımız işleri nasıl değerlendirsem kalıcı kılarım diye kafa yorar, plan yapar sonra da gerçekleştirmek için düşüncelerimizi bir gayretle sarılırız ipine zamanın. Durdurmak elimizde değildir zamanı; ancak onu değerlendirerek geleceğe taşımak elimizdedir. Atalarımız boşuna, “vakit nakittir” dememişler ya!

Bir kuş olup uçan; bir su gibi yaz güneşinde buharlaşıp uzaklaşan; yeniden birlikte yaşanması mümkün olamayacak bu sevgili ile geçireceğimiz her saniyenin önemini bilmeli ve ona göre davranmalıyız. Peki, nasıl değerlendirebiliriz zamanı? Öncelikle kendi payımıza düşeni kısmını kontrol altına alarak… Kendi payımıza düşeni diyorum zira zamanın irademiz dışında gelişen kısmına hükmedebilme tasarrufuna sahip değiliz.

Meşhur hikâyedir kavanoz ile çakıl taşları; hani kaya parçaları vermişler, çakıl taşları vermişler, kum vermişler, su vermişler; bir de kavanoz tutuşturmuşlar bir faninin eline; sonra da dönüp haydi bütün bunlar, bu kavanozun içerisine yerleştir demişler. Ne yapılabilinir bu durumda? Kavanoz su ile doldurulsa, içine başka bir şey konmayacak; konulmak istense taşacak. Kavanoz kum ile doldurulsa çakıl taşlarına yer kalmayacak. Çakıl taşlarına öncelik tanınsa bu sefer de kaya parçalarına kavanozda yer bulunmayacak. Eh ne yapması gerekir bu durumda? Düşünmüş akıl gibi bir büyük nimete sahip kişi. Önce kaya parçaları yerleştirmiş kavanoza, kalan boşluklara çakıl taşları ile doldurmuş; çakıl taşları arasında kalan boşluklara da kum dökmüş. Kum tanecikleri arasında kalan boşlukları da su ile doldurarak işlemi tamamlamış.

İşte, merhaba dediğimiz her günü, elimize tutuşturulan içerisi boş bir kavanoz gibi görmeli, onu nasıl en iyi bir biçimde nasıl doldurabilirim diye düşünerek işe koyulmalıyız. Günün bitiminde dönüp de ah keşke dememek, için kavanozumuza neleri, hangi önceliklerle, nasıl yerleştireceğimizi iyi hesaplamalı ve planlamalıyız. Bu ince hesabın içerisine geleceğimizin en büyük yatırımı olacak iyiliklere, güzelliklere, şükre ve tefekküre de mutlaka yer ayırmalıyız.

Zamanın bize her gün bir lütuf olarak bahşettiği 25330 nefes alışı yahut 86400 saniyelik krediyi en verimli ve en faydalı bir biçimde değerlendirmeliyiz. Öyle ki gün bitip de ömür rafında önceden sıraladığımız kavanozlarımızın yanına koyduğumuz bu yeni kavanozumuz da ileride bize sermaye olsun.

Boş veya gereksiz şeylerle doldurulan kavanozlarla zamana borçlu kalırız. Bu ise en önemli özelliği dönümsüzlük ve uçuculuk olan zamana borçlu kalmanın yanı sıra kendimize ve geleceğimize yapabileceğimiz en büyük kötülüktür.