1830 başlangıcından günümüze, Yunanistan’ın Milli Politikası ve   “Türkiye Meselesi” ni  maddeler halinden şöyle anlatabiliriz: 1-Yunanistan’ın tarihte adına “MEGALO İDEA” veya “HELENİZM”  denilen “Milli Politikası”, başkenti İstanbul olmak üzere “Bizans İmparatorluğu” nu yeniden kurmaktır.

Yunanistan'ın Kuruluşu ve Ananevi Milli Politikası

1830 başlangıcından günümüze, Yunanistan'ın Milli Politikası ve 'Türkiye Meselesi' ni maddeler halinden şöyle anlatabiliriz:

1-Yunanistan'ın tarihte adına 'MEGALO İDEA' veya 'HELENİZM' denilen 'Milli Politikası', başkenti İstanbul olmak üzere 'Bizans İmparatorluğu' nu yeniden kurmaktır. Zaten bunun için de 1814'de Rusya'nın Odesa şehrinde Rus Çarı I. Aleksandr'ın himayesinde onun Rum Yaveri Aleksandr İpsilanti'nin başkanlığında ve üç Yunanlı tüccar tarafından 'ETNİKİ ETERYA CEMİYETİ' kurulmuştu. (Ahmet Cevdet Paşa. Tarih-i Cevdet, C.I, Matbaa-i Osmaniye, İstanbul, 1901, s. 325). Günümüzün PKK'sına benzer bu 'TERÖR ÖRGÜTÜ' nün emeli, Osmanlı Devletinin Rumlarla meskun vilayetlerinde isyanlar çıkarmak suretiyle, Avrupa'nın Büyük Devletlerinin (Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya vb.) dikkatlerini buralara çekip, onların müdahaleleri ile 'BAĞIMSIZ BÜYÜK YUNATİSTAN' ı kurmaktı. Adı geçen terör örgütü, 7 yıllık bir silahlanma ve silahlı eğitim sonucu, 'RUM İSYANI' nı önce 1821'de Romanya ve ardından Mora'da başlattı.

Rusya'nın aktif desteğinde Etniki Eterya teröristleri, Müslüman Türklere saldırarak onları katliamlar ve göçe zorlamaya başladılar. Kendi çıkardıkları vahşetlerini kendileri gibi Hristiyan Avrupa'ya 'Müslümanlar bizi katlediyorlar, yetişin bizi kurtarın' yaygarasını basarak, Avrupa kamuoyu ve Büyük Devletlerini Osmanlı Devleti aleyhine çevirdiler.

2- Etniki Eterya Terörü' nün Türk- Rus Harbine sebep olması: Zaten savaş için fırsat bekleyen Rusya, üstelik de kendisinin sebep olduğu halde 'Meseleye bir çözüm bulacağım' yutturmacası ile 1828'de Osmanlı Devletine harp ilan etti. 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırıldığın için ordusuz kalan Osmanlıyı mağlup etti.

3-Yunanistan'a muhtariyet (özerklik) verilmesi: Harbin sonunda imzalanan 12 Eylül 1829 Edirne Antlaşması sonucu, Rusya'nın bastırmasıyla Yunanistan'a muhtariyet idaresi verilerek 'Bağımsız Yunanistan' ın temelleri atıldı.

4-Yunanistan'a bağımsızlık verilmesi: Avrupa'nın Büyük Devletleri, Osmanlı Devleti üzerindeki yayılmacılık ve sömürgecilik emellerini, Yunanlılar –Rumlar ve Yunanistan' ı da kullanmak suretiyle gerçekleştirmek planları yapmışlardı. Rusya'nın emeli, Balkanlar üzerinden nüfuzundaki Muhtar Yunanistan'la milli ideali 'SICAK DENİZLER' e inmek olup, bu, yayılmacılık ve sömürgecilikte rakibi İngiltere'nin emellerine aykırı idi.

İngiltere, hemen atağa geçerek Yunanistan'ı kendi nüfuzun almak için, yanında diğer Büyük Devletler de olduğu halde 8 Nisan 1830'da Türkiye'ye bir nota vererek Özerk Yunanistan'ın bağımsız olmasını istedi. Buna da direnemeyen Sultan II. Mahmut, bunu kabul etti. (Sadrazam Kamil Paşa, Tarih –i Siyasi Devlet –i Ȃliye-i Osmaniye C.3, Matbaa-i Ahmet İhsan, İstanbul, 1325, s. 118 – 119). Görülüyor ki, İngiltere atak davranıp Yunanistan'ı bağımsız devlet yapmakla, üzerindeki Rusya nüfuzunu yok ederek, onu kendi nüfuzuna almak suretiyle, sömürgecilikte rakibi Rusya'nın Sıcak Denizlere inmesini önlemişti.

5- Bağımsız Yunanistan'ın ananevi yayılmacılık politikası: Bağımsız Yunanistan Devletçiği, Mora ve Attika yarımadaları ile sınırlı olarak kurulmuş, başkenti Atina idi. Büyük amacı, bu 'Çekirdek Anavatan' dan yayılarak 'BİRLEŞİK BÜYÜK YUNANİSTAN' ı kurmaktı. Kendisi zaten Büyük Devletler tarafından kurulmuştu. Bunların desteği olmasa kurulamazdı. Osmanlı Devleti, terör örgütü Etniki Eterya'nın isyanını bastırmış, Rum-Yunan bölgelerini yeniden hakimiyetine almıştı. Eğer 'Terörü bitireceğiz' bahanesiyle Rusya ve İngiltere müdahale etmeseydi Bağımsız Yunanistan kurulamazdı.

1830'da kuruluşundan sonra Yunanistan'ın 'ananevi büyüme politikası' da zaten Büyük Devletlerin aktif destekleri üzerine kurulmuş ve dayandırılmıştı. Buna sebep, 'BÜYÜK OSMANLI VE BÜYÜK TÜRKİYE' nın 'KÜÇÜK YUNANİSTAN' dan her zaman ve mekanda daha güçlü olması ve onunla tek başına baş edemeyeceği gerçeğinden kaynaklanıyordu. Bu onun yayılmacılıkta, 1830'dan sonra ananevi Türkiye politikası olmuştu.

Bağımsız Yunanistan kurulduktan sonra, Büyük Devletlerin aktif desteğini alarak büyümek suretiyle onlar sayesinde Bizans İmparatorluğunu kurmaya çalışacaktı. Bu süreç de şöyle işlemeye başladı:

Büyük Devletlerin Desteğiyle 'Büyük Yunanistan' a Adım Adım

6- 'MEGALO İDEA' YA ADIM ADIM' dan olarak, Yunanistan kurulduktan sonra onun varlığına sebep olan Etniki Eterya Terör Örgütü dağıtılmayıp, Yunanistan'ın ve Büyük Devletlerin aktif himayelerinde daha da güçlendirilerek, ona bu sefer de Ege Adaları, Girit ve Kıbrıs'ta da buraları da yutmak için isyanlar, şiddet olayları ve terör tezgahlandı. Yunanistan, bunlara dayanarak Büyük Devletleri de (hem de kendileri çıkardıkları halde) 'terörü önlüyoruz, önleyeceğiz' bahanesi ve yutturmacalarıyla büyümeye devam eti.

O zamanların PKK'sı benzeri Etniki Eterya Terörü Örgütü'nün yeni hedefi, Osmanlı adası olan Girit'i yutmaktı. Adı geçen terör örgütü, burada sürekli isyanlar çıkararak Büyük Devletlerin dikkatlerini buraya çekti. Bunlar sonuçlarını verdi ve İngiltere, Fransa ve Rusya 'terörü önlemek' bahanesiyle 25 Ekim 1878'de Osmanlı Devletine Girit'e muhtariyet idaresi verdirdiler. Bundan sonraki hedef, bu yönetimle gelen kolaylıktan faydalanarak burasını Yunanistan'a bağlamaktı. Bu olup bitenlerle ilk adım atılmıştı. KURULUŞ' tan sonra BİRİNCİ DEFA BÜYÜME böyle olacaktı.

7- 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıyla Yunanistan'a toprak verilmesi: 1877-78 Osmanlı –Rusya Harbi başlamak üzereydi. Yunanistan devletçiği, bu harpte Rusya'nın yanında savaşa girerek, onun savaşı kazanması sayesinde topraklarını İKİNCİ DEFA BÜYÜTMEK istiyordu. İngiltere, 'Osmanlı daha büyük güçlüklerle karşılaşmasın' gerekçesiyle Yunanistan'ı frenledi. Ama, ona bunun karşılığı yapılacak barış antlaşmasında toprak vaat etti.

Yunanistan bu vaat sonucu Rusya yanında harbe katılmadı. İngiltere'nin vaadi gereği 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasının 13'üncü maddesiyle, Yunanistan'a sanki harbe girmiş de zafer kazanmış gibi şu topraklar veriliyordu: 'Berlin Kongresi, Babıali'ye Tesalya ve Epir sınır bölgesinde sınır tashihi (düzenlenmesi) için Yunanistan ile anlaşmayı vaat eder. Bu sınırın Ege denizi sathı maslinden (başlangıcından) Salambris vadesini ve Yunan denizi cihetinden Kalamis vadisini takip etmesini uygun bulur.' (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. 8, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1978, s. 113)

Yunanistan'ın bir savaş kazanmadan Osmanlı'dan toprak almasını Sultan I. Abdülhamid hazmedememiş, 13'üncü maddeyi savsaklayarak uygulamak istememişti. Ama, Yunanistan toprak isteği için Osmanlı Devletini durmadan sıkıştırıyordu. 'İmdat' ını yine ağababaları Büyük Devletler yetiştiler. Türkiye'ye 24 Mayıs 1881'de bir nota vererek Sultan'ı toprak vermeye zorladılar. Yapılan sınır antlaşmasına göre, ' Osmanlı Devleti yaklaşık 13 400 kilometrekare arazi ve 290 bin nüfus daha kaybediyordu… Hiç kan dökmeden bu suretle sınır düzenlenmesi Yunanistan için büyük kar demekti.' (Osman Nuri, Abdülhamid –i Sani'nin Devri Saltanatı, C. 2, İbrahim Hilmi Kitaphanesi, İstanbul, 1327, s. 662). Yunan devletçiği, Büyük Devletlerin desteği olmasa bu İKİNCİ DEFA BÜYÜME' sini hem de 'ucuzca' gerçekleştiremezdi.

8-1898 Türk – Yunan Harbi ve savaşı kaybeden Yunanistan'a toprak verme garabeti: KÜÇÜK YUNANİSTAN, daha da büyümek için durmadan kaşınıyor, bunu hep Büyük Devletlerin gücüne dayanarak gerçekleştiriyordu. Bu seferde 'şans' ını TEK BAŞINA DENEMEK için harekete geçti. Osmanlı Devletine harp ilan ile 1898 TÜRK –YUNAN HARBİ başlamıştı. İşin esasına bakılırsa, bu harp ilanını, 'İNGİLTERE'NİN GİZLİ DESTEĞİ' ne güvenerek de yapmıştı. Yunanistan zafer kazanırsa mesele olmayacak, kazanamazsa onun lehine müdahale ederek toprak kayıplarını önleyecekti.

İngiltere, sömürgecilik ve yayılmacılıkta iyice rakibi haline gelen 'BÜYÜK ALMANYA' nın 1883'den beri Osmanlı Devletini nüfuzuna olmasından ürkmüş, onu yeniden kendi nüfuzuna almak için Yunanistan'ı 'VEKALET SAVAŞÇISI' olarak Osmanlı'ya karşı harbe kışkırtmış, Osmanlı yenilirse 'namuslu arabulucu' (!) olarak bu nüfuzu yeniden kazanacağını düşünmüştü.

Sultan II. Abdülhamid, Yunanistan devletçiğine ağır bir darbe vurdu. 17 Mayıs 1898'de Osmanlı ordusu başkent Atina'yı almak için buraya 30 kilometre yaklaşmıştı. Bağımsız Yunanistan, 68 sene (1830 -1898) sonra yeniden bir 'Osmanlı Eyaleti' haline gelmek üzere idi. Bu en kötü zamanında onu yine koruyanlar ve yaşatılmasını sağlayanlar 'ağababaları' denilen Büyük Devletler oldu. Olup bitenler karşısında azılı Türk düşmanı İngiliz Başbakanı Lort Salisbury küplere bindi: 'Avrupa evvelce Salib'in (Haçlıların) girdiği bir memlekete, Hilal'in (Müslümanların) girmesine asla izin veremez' dedi. (Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.3, K. 3, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1957, s. 33). Rus Çarı II. Aleksandr ve İngiliz Kralı Edvard devreye girerek, Osmanlı'dan askerlerini derhal sınıra geri çekmesini ve sulh antlaşması yapmasını istediler. 1829-1830'da Yunanistan'ı kuran Rusya ve İngiltere, bu sefer de onu iyice korumaya soyunmuşlar ve adeta yeniden kurma durumuna düşmüşlerdi. II. Abdülhamid, bunlarla savaşı göze alamadığından sulh yapmak zorunda kaldı. Kaldı ama, zaferi sanki Yunanistan kazanmış gibi sulh antlaşması yapıldı. Yunan'ın ağababaları bu sırada da devreye girmişlerdi. Osmanlı'nın koskoca vilayeti Tesalya Yunanistan'a verildi. Böylece Yunan devletçiği ÜÇÜNCÜ DEFA BÜYÜDÜ. Üstelik de Girit'e daha ileri derecede muhtariyet idaresi verilerek, başına vali olarak Büyük Devletlerin baskılarıyla Yunan Kralının ikinci oğlu Prensi George atandı. Bunun anlamı, bir nevi 'ENOSİS' (Adanın Yunanistan'a ilhakı) demek olup Girit'in Yunanistan'a 'a giderek bağlanması demekti. Büyük Devletler, Osmanlı'yı bu olup bitenlere zorlamak için donanmalarıyla Girit'i 'abluka' altına almışlar ve hatta karaya 800 asker çıkarmışlardı. İstediklerini elde edince çekip gittiler.

8-Girit'te ENOSİS veya ilhak ilanı ile DÖRDÜNCÜ DEFA BÜYÜME: Yunanistan'ın büyümek için 'Büyük Devletler desteği avantajı' yanında aradığı bir fırsat da 'Türkiye'nin en zayıf anlarını kollamak' olmuştu. Ona bunu, 24 Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanı verdi. 1830'da Yunanistan'ı Büyük Devletler kurdukları gibi, 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıyla Bulgaristan'a bağımsızlık yolunda muhtariyet idaresini de bunlar Osmanlı'ya baskıyla verdirmişlerdi. Bulgarlar da bağımsız olmak için fırsat arıyorlardı. Adı geçen ilan ona da bu fırsatı verdi. 6 Ekim 1908'de bağımsızlığını ilan etti. Avusturya –Macaristan da 5 Ekim 1908'de, Berlin Antlaşmasıyla yönetimi kendisine 'geçici' kaydıyla verilen Osmanlı'nın Bosna vilayetini ilhak etmişti. Yunanistan, bu iki devlet bu hallerinden aldığı cesaretle 6 Ekim 1908'de Girit Meclisine kendisine ilhak kararı aldırttı. Meşrutiyet Türkiyesi yönetime hakim bizim 'akılsız, tecrübesiz, gafil ve cahil' Jön Türkler ise, bu olup bitenleri 'protesto mitingleri' yaparak ve Avusturya mallarına 'Boykotaj' uygulayarak geçiştirdiler.

9-Başbakan Elefteros Venizelos'un yönetiminde Yunanistan'ın BEŞİNCİ DEFA BÜYÜMESİ üstelik de 'İKİ KAT BÜYÜMESİ' : Yunanistan buna da, 'OSMANLIYI BALKANLARDAN TAMAMEN ÇIKARMAK' amacıyla Büyük Devletlerin kurdurdukları 'DÖRTLÜ MÜTEFİKLER BALKAN HARBİ İTTTİFAKI' na dahil olmakla sahip oldu. Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ arasında 'DÖRTLÜ HAÇLI İTTİFAKI' kurulmuştu.

Müttefiklere, Osmanlı'nın Balkanlarda yaptığı büyük hatalar sonucu harp fırsatı doğmuş, 1912 – 13 Balkan Harbi küçük müttefik Karadağ' ın saldırısıyla 25 Eylül 1912'de başlamıştı. Osmanlı Devleti, yaptığı büyük hatalar sonucu, 150 yılda kazandığımız Balkanları ta Bosna'dan, İstanbul'u son savurma hattı Çatalca İstihkamlarına kadar 15 gün içinde kaybettik (Belgelere dayalı olarak geniş bilgi için bakınız: Süleyman Kocabaş, 150 Yılda Kazandığımız Rumeli'yi 15 Günde Nasıl Kaybettik? BALKAN HARBİ FACİASI 1912, Vatan Yayınları, İstanbul, 2012, s. 3 – 158)

Yenilgimizin ardından 30 Mayıs 1913'de imzalanan Londra Antlaşmasıyla bütün Balkanlar, Doğu Trakya'da Enez –Midye hattına kadar kaybedildi. Edirne'yi de alan Bulgar orduları bu hatta durdurulmuşlardı. Paylaşımdan Yunanistan'ın hissesine, Epir, Yanya, Selanik büyük vilayetleri ve toprakları ile harp sırasında işgal ettiği Ege adaları düşmüştü. Böylece Yunanistan, Başbakan Venizelos'un dirayetli yönetiminde, Girit'in önceden ilhakıyla birlikte, 1830'da kurulan ülkesini 'İKİ KATINA' çıkararak toprak kazancı yönünden harbin 'en kazançlı' devleti olmuştu.

10- Başbakan Venizelos'un I. Dünya Harbi fırsatı ile Yunanistan'ı ALTINCI DEFA büyüterek 'YENİDEN İKİ KAT YUNANİSTAN' emeli ve icraatları: Balkan Harbi fırsatıyla iki kat olma emelini gerçekleştiren Başbakan Venizelos, bu sefer de I. Dünya Harbi fırsatıyla yeniden iki kat Yunanistan sevdasına kapıldı. Bunun için, İtilaf Devletleri İngiltere, Fransa ve Rusya'dan, bu ittifakın lideri İngiltere'ye dayanmayı daha uygun buldu. Ona ittifak teklifi yaptı. İngiltere buna, harp içinde 'evet' dedi.

İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey 23 Ocak 1915'de Atina Büyükelçileri Francis Elliot'a çektiği telgrafta, Venizelos'un teklifine olumlu bakıldığını, Yunanistan'ın İtilaf Devletleri safında harbe girmesi halinde, Batı Anadolu'dan ona 'ÖNEMLİ TOPRAK TAVİZLERİ' verileceğini bildirdi. (Michael L. Smith, Anadolu Üzerindeki Göz, Çev. H. İnal, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1978, s. 45)

Bütün bu olup biten pazarlıkların ardından Başbakan Venizelos, 26 Haziran 1917'de Yunanistan'ı İtilaf Devletleri safında harbe soktu.

Başbakan Venizelos, I. Dünya Harbi İtilaf Devletleri lehine ve İttifak Devletleri (Almanya, Avusturya ve Osmanlı Devleti) aleyhine bitince, sulh için toplanan Paris Konferansına gitti. Burada, 'Harp yıllarında bana Batı Anadolu'yu vereceğinize söz verdiniz, işte şimdi verin' dedi. Buna, İngiliz Başbakanı Lloyd George, Fransız Cumhurbaşkanı Clemanceau ve Amerikan Başkanı Wilson 'olur' cevabını verince, Yunanistan askerleri İngiliz gemilerine bildirilerek 16 Mayıs 1919' da İzmir'e çıkarıldılar.

Türk İstiklal Harbi yıllarında, Yunanistan'ın Anadolu üzerindeki toprak emelleri, Batı Anadolu'nun ilhakıyla sınırlı değildi. Buralarda ezelden beri Rumların yaşadığı ve tarihte Rum Krallıkları ve İmparatorlukları kuruldukları ve 'mirasları' bulunduğunu ileri sürülerek Kapadoya'da bir 'Kapadokya Rum Krallığı', Doğu ve Orta Karadeniz bölgesinde bir 'Pontus Rum Krallığı' nında kurulması planlanmış ve yoğun faaliyeti de başlamıştı. Özellikle Pontus Rum Çeteleri, bölge halkını katliamlara başlamışlardı.

İtilaf Devletleri, Yunanistan'ı üzerimize 'VEKALET SAVAŞCILARI' olarak saldırtmakla aynı zamanda, Anadolu'yu aralarında pay eden Sevr Antlaşması'nı Yunan zaferine dayandırarak gerçekleştirmek istiyorlardı. Yunan zaferinden İngiltere'nin hesapları daha da büyüktü. Ortadoğu' da Türklerin artık iyice zayıfladıkları görüşlerinden hareketle, onların yerine Rusya'nın Sıçak Denizlere inmesini önlemek için 'TAZE BİR GÜÇ OLARAK YUNANİSTAN' – Yunanlıların konulması düşünülüyor ve dile getiriliyordu. Bu cümleden olarak İngiliz Başbakanı Lloyd George İngiliz Deniz Bakanı W. Churchill'e şunları söylemiş, o da bunları genelde tasdik etmiş, kabullenmişti: 'Yunanlılar, Doğu Akdeniz'in geçeğinde önemli bir yer tutacak olan bir millettir. Verimli ve enerji doludurlar. Onlar, Türk barbarlığına karşı Hristiyan medeniyetini temsil ederler. Çarpışma güçleri, generallerimiz tarafından gülünç surette küçümsenmiştir. 'DAHA BÜYÜK BİR YUNANİSTAN, BRİTANYA İMPARATORLUĞU İÇİN YÜKSEK ÇIKARLAR SAĞLAYACAKTIR.' Yunanlılar, anane, eğilim ve çıkarları icabı bize dostturlar. Şu anda beş veya altı milyonluk bir millettirler ve kendilerine tahsis edilen bölgeleri muhafaza edebilirlerse, 50 yıl içinde, 20 milyonluk bir millet olacaklardır. İyi denizcidirler, bir deniz devleti gerçekleştireceklerdir. Doğu Akdeniz'deki adaların hepsine (12 Ada ve Kıbrıs da dahil. Venizelos bunları da istemiş, harp sonu için 'evet' denilmişti) sahip olacaklardır. Bu adalar geleceğin muhtemel deniz üsleridir ve Süveyş Kanalı yoluyla Hindistan, Uzakdoğu ve Avusturalya'ya ulaşım güzergahımızın pek yakınındadır. Yunanlılarda kuvvetli bir minnettarlık duygusu vardır ve eğer onların ulusal gelişme devrelerinde sadık dostluğumuzu ispat edersek, Yunanistan, Britanya İmparatorluğu ve ona bağlı memleketler arasındaki (İngiliz sömürgesi Asya ülkeleri ve Avusturalya –Yeni Zellanda) esas ulaşımın korunması için garantilerden biri olacaktır. Bir gün fare, aslanı bağlayan ipleri kemirebilir.' (Winston Churchill İstiklal Savaşı'nda, Yeni İstanbul Gazetesi Kültür Yayınları, İstanbul, 1969, s. 41-42)

Uzatmayalım, Yunan sürüleri ordumuz tarafından 7 Eylül 1922'de denize dökülünce Venizelos'un İngiliz gücüne dayanarak ülkesini yeniden iki katına çıkarma emeli gerçekleşemedi ve İngiltere'nin de Yunanlıları, Türklerin yerine Ortadoğu'da 'Jandarmaları, Bekçileri' haline getirme projeleri suya düştü.

11-24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasıyla bizim aleyhimize Yunanistan lehine yapılanlar: Lozan günlerinde Ege Adalarının tümü olmasa bile birkaç adayı (Sakız, Sisam, Midilli vb. ) biz çok yakın olması (bir horoz ötümü mesafesinde) yanında, nüfusunun % 80'i Müslüman Türk olan (kalanı Yunan ve Bulgar) Batı Trakya'yı alabilme fırsatlarımız varken ve hatta Lozan Konferansının başında bunlar talep edilmişken, daha sonra bundan vazgeçilmesi hata olmuştur. Lozan'da bu iki hususu sanki kendi elimizle 'YUNANİSTAN'A HEDİYE ETTİK.'

12-'YUNANİSTAN'A DAHA DA KIYAK BİR HEDİYEMİZ'. Ege'de 12 Ada'nın 1945'de 'HAKSIZ' olarak Yunanistan'a verilmesini sağlayarak YEDİNCİ DEFA BÜYÜMESİ nasıl sağlandı: 18 Eylül 1912 Ouchy Antlaşmasıyla 12 Ada'yı işgalinde bulunduran İtalya'ya vermiştik. Bir şartla: Osmanlı Devleti askerinin Libya'dan çekilmesi tamamlanınca İtalya da bu adaları bize geri verecekti. Balkan Harbi çıkınca, bunun kargaşalığından faydalanarak çıkmadı, vaadini yerine getirmedi. LOZAN'DA İKİNCİ BÜYÜK BİR HATA, bunları da İtalya'ya verdik. Israr etsek alırdık. İtalya nere, Türkiye nere idi? Bu adalar bize 5-10 kilometre, İtalya'ya 600-700 kilometre uzaklıkta idiler. Lozan'da 'Dünya'nın en haksız ve garip bir sınırı' daha böyle çizilmişti.

II.Dünya Harbi yıllarında 12 Ada halen İtalya'nın elindeydi. Bunları Harpte önce Almanlar, ardından İngilizler işgal ettiler. Harp artık olmuş bitmiş gibi idi. Almanlarla savaşacak halimiz yoktu; ilan edeceğimiz harp bir çeşit 'sözde harp' olacaktı. İngilizler, bu adaları harbe girmemiz karşılığı bize teklif etmişlerdi. Milli Şef ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü büyülük bir hata yaptı: Ret etmesinin, hiç de makul olmayan iki gerekçesi vardı:

a-Kayalık adaları ne yapalım? Ne işimize yarayacak? (Şimdi Yunanistan'a, bize saldırmak için ona yaradı. Hem de 10 Şubat 1947 Paris Antlaşmasına aykırı olarak her bir adaya birer havaalanı inşa etti ve birer tugay asker yerleştirdi.)

b-Biz artık Misak-ı Milli sınırlarımıza sadık bir devletiz. Kimsenin toprağında gözümüz yoktur. (Halbuki bu Adalar, Misak – ı Milli sınırlarımız içinde idiler.)

İşte, tarihimizde yapılan bu yanlışlıkla da henüz hesaplaşılamadı.

Yok yok, hayır hayır dedik ve 12 Adayı Lozan' dan sonra ve 'YUNANİSTAN'A İKİNCİ BİR HEDİYE OLARAK VERDİK'. Türkiye almayınca, İngiltere bu adaları 8 Mayıs 1945'de Yunanistan'a verdi. Averof zırhlısı 13 Mayıs 1945'de bu adalara gelerek, her birine 25'er asker çıkarak ülkesine bağladı. Ardından da Yunanistan Başbakanı bizim İnönü'ye okkalı bir mesaj göndererek: '12 Ada konusunda bize bu jesti yaptığınız için size ve Türkiye'ye teşekkür ederiz' dedi. Atatürk, 1945'e kadar sağ olsa idi 12 Adayı alır mı idi? Hatay'ı alan burayı da alırdı ve hatta 1960'a karar sağ olsa idi, Kıbrıs'ı bile alırdı. Çünkü, Kasım 1932'de Amerikalı General Mac Arthur ile Ankara'da görüşürken ona 'Bunları sıraya koydum, zamanı gelince hepsini de geri alacağım' dememiş miydi? (Ege Adalarını kaybedişimizin belgelere dayalı geniş izahı için bakınız: Süleyman Kocabaş, Ege Adalarını Nasıl Kaybettik? Garip Tarihimiz, Vatan Yayınları, İstanbul, 2006, s. 95 – 120)

13-Yunanistan'ın Kıbrıs'la SEKİZİNCİ DEFA BÜYÜMESİ: Sultan II. Abdülhamid. Dünya'nın birinci süper gücü İngiltere'nin bastırması sunucu 4 Haziran 1878'de yapılan 'Kıbrıs Antlaşması' sonucu, Kıbrıs'ı ona vermişti. Ama, iki şartlı olarak vermişti:

a-Mülkiyetini vermemiş, yıllık kiraya vermişti.

b-Rusya Batum'dan çıkarsa İngiltere de Kıbrıs'tan çıkacaktı.

İngiltere vaatlerini tutmadı. Üstelik de 5 Kasım 1914'de Almanya safında I. Dünya Harbine girdiğimizde adayı 'tek taraflı' olarak aynı ay içinde ülkesine ilhak etti. Bir sömürge vilayeti haline getirdi. Burada, Türklere baskılar yaparak onları yıldırmaya, Anadolu'ya göce zorlamaya ve Rumları kayırmaya yönelik politikalar uyguladı. Tıpkı, 1920'de Filistin'i manda idaresine alıp Yahudileri kayırıp Arapları dışladığı, göçe zorladığı gibi. Ardından da 14 Mayıs 1948'de Ortadoğu'da 'Jandarması, Bekçisi' olarak İsrail Devletçiğini kurdu. Zaten İngiltere ile işbirliği yapan Siyonist lider Chaim Weizman da hatırlarında 'Süveyş Kanalı ve Ortadoğu'da İngiltere'nin ve Batı'nın Jandarması devlet olmayı kabul ettik' i açık açık yazdı.(Chaim Weizman, Trial and Error, Happen and Brothers Publishers, New York, 1949, s. 149 ve 192, Süleyman Kocabaş, 'Vaat Edilmiş Toprak' Filistin İçin Mücadele TÜRKİYE VE SİYONİZM, Vatan Yayınları, İstanbul, 2014, s. 200)

Lozan Antlaşmasıyla Kıbrıs'ı da İngiltere'ye verdik.

II.Dünya Harbi bitmiş, İngiltere sömürgelerinden çekilmeye başlamıştı. Kıbrıs'tan da çekilecekti. Yunanistan'ın kışkırtmalarıyla ada Rumları harekete geçerek burasını ENOSİS' le (İLHAK) Yunanistan'a bağlama sevdasına düşmüşler, İngilizlere saldırmak yanında Adalı Türklere de saldırmaya başlayınca, Başbakan Adnan Menderes hükümeti uyanmış, onlara sahip çıkması sonucu İngiltere, Yunanistan ve Türkiye'ye inhisar eden 'KIBRIS MESELESİ' doğmuştu. Menderes hükümetinin, meselenin başlangıcındaki politikası çok güzel oldu: 'İngiltere Kıbrıs'ı Yunanistan'dan değil bizden almıştır; doğru olan biz asıl sahiplerine geri vermelidir' Türk tezi işlenmeye başlanmıştı. Amerika da devreye girince 'KIBBIS TÜRKİYE'YE VERDİLTİLMEDİ'. Gerçekçi bir çözüm olmayan nüfus oranlarına göre (120 bin Türk, 400 bin Rum vardı) Rum – Türk ortaklığı ile 1959-1960 'da Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla 'KIBRIS CUMHURİYEİT' kuruldu. Kurudu ama, 'diken üstünde' idi. Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makaryos, bunu bir türlü kabullenemiyor, 'Antlaşmaları kerhen (istemeyerek) imzaladım. Vazgeçilmez emelim ENOSİS'dir' demeye davam ediyor ve üstelik de 'GİRİT ÖRNEĞİ' ni göstererek, 8 Kasım 1966'da bir kilisede yaptığı konuşmada 'Kıbrıs her zaman Girit'in mücadelesinden örnek alır. Ebedi dileğimiz anavatan Yunanistan'la birleşmektir. Yunanistan için yaşar, Yunanistan için dövüşürüz' inadını tekrarlıyordu. (Milliyet, 10 Ocak 1979)

TEK ÇÖZÜM YOLU

BAĞIMSIZ KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ KURULMALIDIR

(2021-……..)

Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makaryos'un, 1960'lı yılların ilk yarısındaki politikası, '1950'li yıllarda nasıl ki, İngilizleri Kıbrıs'tan çıkardıysak (!?) Türkleri de 1960'lı yıllarda çıkaracağız' olmuştu. Emeli, Müslümansız ve Türksüz bir Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamaktı. Bunun için, 1950'li yıllarda terör estirmek için kurulan ve günümüzün bir nevi Etniki Eterya'sı olan EKOKA terör örgütü, 1963 yılı Aralığı Noel günlerinde Ada'da 'Türk katliamları' na yönelik harekete geçirildi. 21 Aralık geçesi EOKA teröristleri, başkent Lefkoşa'da 24 Aralık öğleye kadar 24 Türkü öldürdüler, 50'sini yaraladılar. Türk Alayı doktoru Binbaşı Nihat İlhan'ın evini basarak eşi ve üç çocuğunu banyoda katlettiler. Bütün amaçları Türklere yılgınlık verip Adadan göçmelerini sağlamaktı. Şubat 1964'de Kıbrıs'a Birleşmiş Milletler Barış Gücü gönderildi.

Türkiye, artarak devam eden EOKA şiddet olayları karşısında yürürlükteki statüye garantör devletlerden birisi olarak, olup bitenlere müdahil oldu. Türk jetleri Erenköy'de Rum teröristler üzerine bombalar yağdırdı. Diğer garantör devletlerden İngiltere, Türkiye'nin yanında garantör devlet Yunanistan'ı da Londra'ya çağırarak mesellere bir çözüm yolu aranmaya başlandı. Yunan-Rum ikilisi, ENOSİS dışında hiçbir çözüm yolunu kabul etmiyordu.

Başbakan İsmet İnönü, artan Rum terörü karşısında 1964 ilkbaharında Kıbrıs'a çıkarma kararı aldı. Amerikan Başkanı Jhonson, ona 'Amerika'nın verdiği silahları Kıbrıs'ta kullanamazsınız. Sovyet Rusya Türkiye'ye saldırırsa sizi koruyamam' diye sert bir mektup yazması üzerine harekat durduruldu. Bu, Türk –Amerikan ilişkilerinin kötüye gitmesinde bir 'kırılma noktası' oldu. İnönü, bu mektuba iyice kızınca, 'Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır' sözleriyle Amerika'ya rest çekti.

Gel, git derken ve bütün çözüm görüşmeleri sürekli çıkmaza girerken, Yunanistan Cunta Hükümeti, Amerika'dan aldığı destekle Nikos Sampson'a 15 Temmuz 1974 gecesi Kıbrıs'ta askeri darbe yaptırdı. Her yere Yunan bayrakları asıldı. Yayınlanan darbe bildirisinde 'Burası Elen Cumhuriyeti' ilan edildi. Cumhurbaşkanı Makaryos Adayı terk etti. 'Yunanistan darbe yapıtı' dedi. Onun emeli, darbe ile değil uzun soluklu bir siyasi mücadele ile (Girit benzeri) Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamaktı.

Kıbrıs bir 'Yunan adası' haline getirilemezdi. Türkiye, müdahale hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974'de adaya çıkarma yaptı. 14 Ağustos 1974'de ikincisi yapıldı. Kıbrıs'ın kuzeyinde %35 arazinin denetimi Türkiye ve Kıbrıs'lı Türklerin eline geçti. Bunlarla Adanın bir Yunan vilayeti olması engellendi.

Kıbrıs'taki Nikos Sampson'un darbesinin ardında olan Amerika, Yunanistan yanlısı tutumu sebebiyle Türkiye'nin Adaya müdahalesini kabullenemedi. Tepki için Türkiye'ye 'Silah Ambargosu' uygulamaya başladı. Bu, iki ülke arasındaki iyi olmayan ilişkileri daha da gerdi. Başbakan Süleyman Demirel hükümeti, bunu tepki olarak 25 Temmuz 1975'de bütün Amerikan üslerini kapattı.

'Kıbrıs Barış Harekatı' nın ardından 'çözüm görüşmeleri' yeniden başladı. Yunan –Rum ikisinin ENOSİS inadının devamı görüşmeleri kilitledi. Bu durum karşısında başlarının çaresine bakan Kıbrıs'lı Türkler, 13 Şubat 1975'de Kıbrıs Türk Federe Devletinin kuruluşunu ilan ettiler. Ardından gelen sonuçsuz görüşmeler, 5 Kasım 1983'e kadar devam etti.

3 Kasım 1983'de genel seçimler yapılmış, 12 Eylül 1980 Darbesi Rejimi sona ermiş, seçimleri kazanan Genel Başkanı Turgut Özal olan Anavatan Partisi (ANAP) tek başına hükümeti kurmaya hak kazanmıştı. Ne olduysa bu sırada oldu. 5 Kasım 1983'de 'pat' diye 'Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti' (KKTC) ilan edildi. (Bir ara not: Bunu. 12 Eylül 1980 Darbesini yapan generaller kendi inisiyatifleriyle yaptılar. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da zaten 'Kıbrıs Girit olmasın' gerekçesiyle bunu istiyordu. Kokuları, gelecek sivil hükümetlerin bunu yapamayacakları idi. Giderayak ayak bunu yaptılar, bence de iyi yaptılar. Zaten Başbakan Turgut Özal, 'bana danışmadan bunu yaptılar' diye de hayıflanmıştı).

Kıbrıs'lı Türkler yönetimlerini tek başlarına yapmaya başlamışlardı. Artık bir bayrakları, yapılacak anayasaları, kurulacak parlamentoları ve seçimlerle gelen müstakil hükümetleri olacaktı. Yunan –Rum ikilisi ve Amerika yanında Avrupa devletleri buna sert tepki gösterdiler. Onlar için geleneklerinden olarak bunu yapmaları normaldi. Çünkü tarih boyunca hep Müslüman - Türk düşmanlığı ile temayüz etmişlerdi. KKTC ve Türkiye 'ortalığı sakinleştirmek' amacıyla, 'çözüm görüşmelerine hazırız' mesajı verdi. İşin esasına bakılırsa bu iyi olmadı. Gereksiz ve yersiz geleneksel 'korku sendromları' her şeyi berbat etti. Berbat etti, çünkü, başta Pakistan, Tunus gibi devletler KKTC'yi tanıyacaklarını açıklamışlardı. Türkiye ve Kıbrıs' lı Türklerin 'geri adımlar' atmaya başladıklarını görünce bundan vazgeçtiler ve daha bir çok ülke vazgeçti. İşte tam bu sırada 'kestirilip atılacak', 'Bunca çözümsüzlükten sonra Bağımsız Devletimiz kurulmuştur, Rum –Yunan ikilisi ve Dünya ile artık yapılacak bir işimiz kalmamıştır' denilerek yola devam edilecek ve 2021 yılı itibariyle gelmek zorunda kaldığımız 'Bağımsız Kıbrıs Türk Cumhuriyeti' nin kuruluşu ta o yıllarda halledileceği için 'Kıbrıs Meselemiz' diye bir meselemiz kalamayacağından çoktan rahat edecektir.

KKTC kurulduktan sonra, haksız yere 'geri adım atıldı' da ne oldu? Sonuçsuz görüşmeler yeniden başladı ve yine ENOSİS inadından havanda su dövüldü. Hele, çözüm için yapılan 'ANAN PLANI' denilen plana yönelik, 24 nisan 2004'de yapılan referandumda Rumlar hayır demeyip kabul etselerdi, bugün itibariyle Kıbrıs'ta Türlerin yerinde yeller esecekti. Çünkü adı geçen planla, Türk varlığını Ada'da iyice etkisizleştiriyor, ellerindeki %35 toprak alınarak, birkaç kantona bölünmüş onlara ancak %6.5 toprak bırakılıyordu. KKTC'nin su ve tarım kaynağı, can damarı Güzelyurt Rumlara ve Karpat yarımadası da onlara veriliyor, Türklere, Güney Kıbrıs'taki mülkleri ve evlerine dönmelerine izin verilmiyordu. Üstelik de Kuzey'de sahip oldukları topraklar için Rumlara 'tazminat' ödeyecekler, 58 bin Türk, 'Rumlara yer açmak' amacıyla yerlerinden edileceklerdi. Türk Ordusu da giderek Kıbrıs'tan çıkacak, garantör olarak neredeyse haksız yere 1995'de Güney Rum Kesimi AB'ye üye alındığı alındığı için, AB devletleri Adanın tek garantörü haline gelecekler, yalnızca Rum Kesimini tanıdıkları için Türkiye ve Türkleri Kıbrıs'ta 'işgalci' olarak görmek suretiyle (zaten hep böle görmüşlerdir) siyasi veya askeri müdahalelerle onları giderek buradan çıkarmaya çalışarak, ne sonunda Kıbrıs'ı zaten 1986'dan beri kendi üyeleri olan 'YUNANİSTAN'A HEDİYE' edeceklerdi.

Nitekim de günümüzün Yunanistan Başbakanı Kiryakos Micotakis, emellerinin bu olduğunu, başbakanlığa başladığı günlerde 'Bir gün gelecek Avrupa Birliği Devletleri Kıbrıs' ı bize verecekler' dememiş miydi? Yani anlayacağınız, Yunanistan, tek başına bu işe gücü yetmeyeceği için yine ananevi politikasına dayalı olarak Büyük Devletlerin desteği ve müdahalesiyle Girit misali Adaya sahip olacak ve böylece Yunanistan'ın Türkiye aleyhine 'DOKUZUNCU DEFA BÜYÜMESİ ' gerçekleştirilecekti. Zaten, Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle Adanın üçte ikisine sahip olmuşlardı.

İşin esasını bakılırsa, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Annan Planı'na evet demeye razı değildi. Kıbrıs'ta küçük bir çevre de onu destekledi. Ama, Türkiye hükümeti onu 'evet' demek için durmadan sıkıştırıyordu. Türklerin, Referandumda 'evet' demeleri, 'Yılların Kıbrıs meselesinde kendi ayaklarına kurşun sıkmak' tan başka bir şey değildi. Türklerin %65 oyla evet, Rumlar % 74 oyla hayır demeleri işin esasına bakılırsa, bizim 'imdadımız' a yetişti. Rumların hayır oyu vermelerinin geneldeki sebebi, Plan'daki 'yönetimde eşitlik' ilkesinden kaynaklanmış, Türlerle bu eşitliği kabul etmedikleri için, işin esasına bakılırsa kendi lehlerine olan Annan Planına bu yüzden hayır demişler, bir bakıma da bundan 'pişman' olmuşlardı. (Ahmet Aydoğdu, Kıbrıs Sorununa Çözüm Arayışları. 'Anan Planı ve Referandum Süreci', Ankara, 2005, s. 375 -460)

Sonuç

Annan Planı'nın suya düştükten sonra geleneksel çözüm görüşmeleri yeniden başladı ama, yine ENOSİS inadından bir sonuç alınamadı. 1950'li yıllardan başlayan ve 70 yıldır süren bütün bu 'olumsuz' olup bitenlerden sonra, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin TEK ÇÖZÜM YOLU 'Bağımsı Kıbrıs Türk Cumhuriyeti' ni kurup, tanınmasını bütün devletlere açmak olmalıdır. Bunun sonucu artık, 'Kıbrıs Meselesi' diye bir mesele kalmayacak, kestirilip atılacaktır. Karşımıza çıkmak isteyenlere de gerekirse' silahla' karşı konulmalıdır. Bu da bizim en tabii hakkınızdır.

En son olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bunu zikretmesi ve halihazır KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın da 'Büyük Yunanistan hayaline karşı dik durmamız lazım. Biz de bunu yapıyoruz. Tek çözüm iki devlet' demesi (Milliyet, 29 Mart 2021) bu gerçeğin en sonunda dile getirilmesinden başka bir şey değildir. 'Kıbrıs Mücahidimiz' Rahmetli Rauf Denktaş da zaten hep bu fikirde idi. Türkiye hükümetlerini ikna edemediği için bir şey yapamamıştı.

Bağımsız Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kurulması, aynı zamanda Türkiye'nin 'Mavi Vatan' da elini daha da kuvvetlendirecek, onu korumanın en esaslı bir teminatı olacaktır. Böyle bir devletin kurulmasına Dünya şartları da çok uygundur. Fırsat kaçırılmadan hemen 2021 yılı içinde bu devletin kuruluşu ilan edilmelidir. Aksi takdirde çok geç ve aleyhimize gelişmeler olabilir. Tarih önünde bundan her Türk sorumludur. Herkes bu ciddi sorumluluğunu yerine getirmek için çalışmalı, Yunanistan'a bir daha geleneksellikten olarak Büyük Devletler tarafından bir Türk toprak parçasının daha 'YUNANİSTAN'A YENİ BİR HEDİYE' edilmesinin önüne böylece geçilmelidir. Bir tarihçi yazar olarak benim vazifem, 1830'dan günümüze kadar bütün olup bitenleri özetle yazarak, tarihten dersler almaya yönelik hafızalarımızı tazelemek vazifesi yapmak olmuştur.