Kimi görsem, kimle konuşsam dilinde şükür yerine hep şikâyet, sözlerinde sevgi yerine hep nefret var. Bir beğenmemezlik, bir kendini beğenmişlik, karşısındakini bir ötekileştirme halidir almış başını gidiyor.

Kimi görsem, kimle konuşsam dilinde şükür yerine hep şikayet, sözlerinde sevgi yerine hep nefret var. Bir beğenmemezlik, bir kendini beğenmişlik, karşısındakini bir ötekileştirme halidir almış başını gidiyor. Gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, fakirinden zenginine, ünsüzünden ünlüsüne, işçisinden işverenine…

Ben yapmıyorum diyen olsa da vaziyetimiz ortada, her birimiz farkında olmadan bu dili kullanıyoruz. Daha doğrusu felaketimizi hazırlamak üzere olan bu girdaba doğru hızlıca yaklaşıyoruz.

Vay halimize sevgili dostlar vay halimize! Tehlike işaretlerinin gözlerimizin önünde şimşek gibi durmadan çakması mı gerekiyor artık! Hiç gerek yok, tehlike ayan beyan ortada…

İnsan sahibi olduğunu zannettiği, aslında tek sahibinin Yaratıcı olduğunu her defasında unuttuğu, dünyadaki her şeyini bir anda kaybedebilir. Bir zamanlar kendisine ait olan ne varsa şimdi ona yabancı da olabilir. Hiç durmadan geleceğe ait planlar yaparken şimdiki zamandakiler de elinden kayıp gidebilir. Adı unutulmuş, hatta ve hatta geçmişi bile silinmiş olabilir.

Hayat bu neler olur neler! Neler yaşatır neler hayat insana!

Neyi paylaşamıyoruz bir lokma ekmek ve bir yudum su ile doyduğumuz şu üç günlük dünyada.

Nereye sığdıramıyoruz yine toprağa dönecek olan küçücük bedenlerimizi.

Nedir bu tükenmek bilmeyen hırsımız dünya ve içindekilere karşı.

Sebebi nedir bu birbirimize karşı tahammülsüzlüğümüzün, birbirimize karşı kötümser bakışımızın, birbirimize karşı güzelim dünyayı dar etmemizin…

Ne anlamı var, bize ne katkısı var? Bizi üzmekten, birbirimizi kırmaktan, biz olmak şuurundan uzaklaştırmaktan başka kime ne faydası var bu tavrımızın.

İnsan aciz ve aynı zamanda yeryüzünde birilerine muhtaç durumdadır. Yaşamak için, bu dünya da var olabilmek için kendinden başkasına da ihtiyaç duyduğu gibi tüm canlılar içinde en şerefli olandır aynı zamanda. Fakat bu değerin fazlaca abartılması, aslında Rabbi'nin ona verdiği değerden ötürü şerefli olduğunu unutup, her yaptığını kendinden bilmesi kendi kendisinin sonunu da hazırlamaktadır.

Durum böyleyse nedir bu halimize sebep olan? Nedir gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır eden?

Hiç şüphesiz kendini üstün görmesi, kendini gözünde fazlaca büyütmesidir. Yani kibirdir. İnsanı esir alan, onu koca yeryüzüne sığdıramayan insanın bitmeyen kibridir. Kendini beğenmişliğidir.

Kibir, maalesef insanın felaketini hazırlayan en büyük düşmanıdır. Kibir olan dilde ne şükür, kibir olan kalp de ne sevgi olur. Bahsettiğim gibi dil yerini şikayete, kalp yerini nefrete bırakır.

Bugün birçoğumuz farkında olamasak da ya da olmak istemesek de kibir budalasıyız. Kendimizden başkasını düşünmeden, karşımızdakinin de bizimle aynı haklara sahip olacağını unutarak duyarsızca yaşıyoruz. Kendi hazzımız, zevk ve isteklerimiz için her yolu mubah, her yaptığımızı meşru görüyoruz. Gözlerimizi bir türlü doyuramıyoruz. Kontrolsüz kibrimiz yüzünden gönlümüzü de kimseye konduramıyoruz. Herkesi içine sığdıracak kadar büyük olan yüreğimize kendimizden başkasını koyamıyoruz.

Şimdi klasik bir söylemle şeytanı bitiren kibriydi diyeceğim. Cennetten, bir daha asla cennete alınmayasıya kovulmasının, Yaratanına isyan etmesinin, kendi kendisinin felaketini hazırlamasının sebebi kibriydi diyeceğim. Ama onun kibri de bizim ki gibi basit bir sebep değildi hakkını vermek lazım. Aslında bilimsel gerçekliğe dayanıyordu bile denebilir. Ateşi toprağa üstün tutmuştu. İsyan ederken, kibre düşerken kendince ateş topraktan üstündür öyleyse ben de Hz. Adem'den üstünüm demişti. (Allahu Alem) …

Bizdeki kibrin karşılığı ise çok garip sebeplere dayanıyor. Hep dünyalık söylemler. Tamamen hazcılık, faydacılık, makam, mevkii, koltuk, para, yakışıklılık, güzellik, mal, mülk, itibar, çoluk çocuk, diploma gibi…

Sahip olduklarımızı öyle yüceltiyoruz, öyle büyütüyoruz ki bu her ne ise, maalesef altında kalıyoruz. Kişiliğimiz, kimliğimiz, karakterimiz kaybolup gidiyor. İnsan olduğumuzun bilincinde dahi olamıyoruz. Yücelttiklerimizle başkalarını ezip geçiyoruz. Makamca üstünsek onunla, mal mülkle üstünsek onunla, paramız çoksa onunla, itibarımız varsa onunla neyi yüceltiyorsak onunla karşımızdakine galip gelme çabası içinde buluyoruz kendimizi. Sonra ötekileştirme yarışları yapıyoruz. Bucu, şucu, ocu gibi sıfatlarla kendimizi aklamaya çalışıyoruz. Unutuyoruz işte bir gün her şeyi bırakıp gideceğimizi…

Tehlike büyük! Bu illetten, bu maddecilikten, bu bencillikten kurtulmalıyız. Bir an önce kendimize, içimize, özümüze dönmemiz gerekiyor. Tek kurtuluş yolu, 'Yüreğimize dönmek'. Yüreğimizi sarmaşık gibi saran dünyevi kirlerden bir an önce temizlemek. Bunun için pahalı temizlik maddelerine, kimyasal karışımlara ihtiyacımız yok, bedava olan ve tamamen doğal olan sevgiye hem de yüksek dozda sevgiye ihtiyacımız var.

Kibrin, bencilliğin, kendini beğenmişliğin tek ilacı yüreğimizi saf sevgi ile doldurabilmektir. Sevgi dolu kalbin dildeki göstergesi ise sonsuz bir şükürdür zaten.

Haydi kibrini ayaklar altına al, çiğneyebildiğin kadar çiğne, sen çiğnedikçe yere yapışsın, yerin dibine gömülsün.

O yok olsun ki sen geçici değil kalıcı ol, gerçek mana da Yücel.

Sevgi ve Muhabbetle,