Bir önceki yazımızda Cumhuriyetin ilana ortaya çıkan hükümet bunalımı üzerine 28 Ekim 1923 akşamı ani bir şekilde karar verildiğini belirtmiştik.

Bir önceki yazımızda Cumhuriyetin ilana ortaya çıkan hükümet bunalımı üzerine 28 Ekim 1923 akşamı ani bir şekilde karar verildiğini belirtmiştik.

Tabi bu gelişme işin pratiği açısından sürpriz bir gelişmeydi. Yoksa cumhuriyet sisteminin Gazi Mustafa Kemal’in bir Çankaya sofrasında bir anda aklına geldiğini söylemek gerçekçi olmaz.
Elbette bir zihni ve fikri hazırlık süreci var.
Mazhar Müfit (Kansu) Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber adlı kitabında ta Erzurum Kongresi sırasında Gazi’nin kendisine hedefinin cumhuriyeti ilan etmek olduğunu söylediğini kaydeder.
Saltanatın kaldırılmasından sonra yeni rejimle ilgili tartışmalar başlamıştır.
Gazi’nin kafasındaki model cumhuriyetti. İsmet Paşa’ya göre Gazi “fesada meydan vermemek için” bu fikrini açıkça ortaya atmamıştı.
Lozan antlaşmasından sonra Cumhuriyetin yolu da açılmıştı.
Basında bu yönde fikirler ortaya atılmıştı.
Gazi Mustafa Kemal’e yakın isimlerden İleri Gazetesi sahiplerinden Suphi Nuri desteğin dozajını o kadar artırmıştı ki, Mustafa Kemal’e Mussolini ve Lenin gibi diktatörlük yetkileri verilmesini istiyordu.
Gazi ise “Hakimiyet-i Milliye” fikrini sıkı sıkıya bağlıydı ve milli iradeyi önemsiyordu.
Mustafa Kemal Neue Freie Presse muhabiri Lazar’a 22 Eylül 1923’de verdiği demeçte ilk kez “Cumhuriyet” kelimesini açıkça telaffuz ederken de bunu ifade etmişti:
“Hakimiyet bilâ-kayd’ü şart milletindir. İcra kudreti, teşrî salâhiyeti milletin yegâne hakiki mümessili olan mecliste tecelli ve temerküz etmiştir. Bu iki kelimeyi bir kelimede hulâsa etmek kaabildir.: Cumhuriyet”
O yüzdendir ki Gazi yeni Türk devletini bir parlamenter devlet olarak kurmuş, 1920’den 23’e kadar Türkiye kendine özgür bir Meclis Hükümeti modeli ile yönetilmiştir.
Meclis Hükümeti sisteminin icrada tıkanmaya yol açması üzerine bilinçli bir şekilde çıkarılan hükümet bunalımın ardından cumhuriyet ilan edilmiştir.
Aslında Gazi Mustafa Kemal’in getirmek istediği sistem fiili bir başkanlık sistemidir.
O sırada tek partili bir düzen vardır ve Mustafa Kemal parti başkanıdır.
İsmet Paşa’nın kurduğu hükümetle birlikte yürütme organı fiilen Cumhurbaşkanının kontrolünde olduğundan ilan edilen rejim, parlamenter cumhuriyet gibi görünse de fiilen başkanlık sistemidir.
Bir ara Meclis başkanlığını da bırakmamayı düşünmüş, daha sonra vaz geçmiştir.
Bunda Velit Ebüzziye, Hüseyin Cahit gibi gazetecilerin bunun bir diktatörlük anlamına geleceğine dönük eleştirel yazılarının da payı vardır.
Mustafa Kemal’in, Rauf Bey, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşa gibi isimlerin Ankara’da olmadığı bir sırada cumhuriyeti ilan ettirmesinden yola çıkarak, bu muhalif isimlerin cumhuriyete karşı olduğu yolunda yapılan değerlendirmeler gerçekçi değildir.
Tersine bu isimler daha da ileri liberal demokratik bir cumhuriyetten yanadırlar.
Nitekim bu amaçla ömrü fazla uzun olmayacak olan cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurmuşlardır.
Bu yanlış kanaat Rauf Bey’in yeni rejimin ilanının ardından 1 Kasım’da Tevhid-i Efkar ve Vatan gazetelerinde yer alan “cumhuriyetin ilanının aceleye getirildiği” yolundaki demeçtir.
Bu demecin ardından kısa bir süre sonra kendisini Meclis ikinci başkanlığına öneren Halk Fırkası, Rauf Bey hakkında disiplin mekanizmasını işletmiş; Rauf Bey, cumhuriyete karşı olmadığına üyeleri ikna ettikten sonra cezadan kurtulmuştur.
Basında da zamanlama ile ilgili eleştiriler olmuştur.
Tanin başyazarı Hüseyin Cahit, cumhuriyetin ilanın “sık boğaza getirildiğini” savunuyor ve ilan biçimini “biraz garip” buluyordu. Tanin başyazarı, en iyi yönetim biçiminin cumhuriyet olduğunu ifade ederken “ben cumhuriyetçiyim fakat cumhuriyetçi olmakla beraber bu kelimeye put gibi tapınamam” diyordu.
Hüseyin Cahit, bir başka yazıda parti başkanlığında kalması halinde yıpranacağını ileri sürerek Cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Kemal’in parti liderliğinden istifa etmesi gerektiğini savunuyordu.
Ancak Mustafa Kemal Paşa parti başkanlığından ayrılmamış; cumhurbaşkanı, hem devlet başkanı hem de parti başkanı konumunda olmuştur.
Çok partili sisteme geçene kadar da böyledir.
50’den sonra biraz da Başbakan Adnan Menderes’in karizmatik kişiliği ile icrada başbakan Cumhurbaşkanının önüne geçmiştir.
Cumhuriyet imlan edilirken belki de işi süratle halletme düşüncesi sebebiyle Cumhurbaşkanını Meclisin seçmesi öngörülmüş, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında da bu usul korunmuştur.
Ancak üstüne konan askeri vesayetle Meclisin cumhurbaşkanını seçme hakkını kullanması engellenince cumhurbaşkanını halkın seçmesi gündeme gelmiş, bunun icrada iki başlılığa yol açabileceği endişesi ile başkanlık modeli ortaya atılmıştır.
Şimdi “yeni cumhuriyet” zamanıdır.