Önceki yazımızı “Şimdi yeni cumhuriyet zamanı” diyerek noktalamıştık.
Önceki yazımızı “Şimdi yeni cumhuriyet zamanı” diyerek noktalamıştık.
Yeni cumhuriyet sözü en yaygın biçimde 90’lı yıllarda merhum
Özal’ın başkanlık sistemini gündeme getirmesi ile orta
atılmıştı.
Hatta Yusuf Özal, 1993’te kurduğu vefatından kısa süre önce genel
başkanlığını ağabeyi Korkut Özal’a devrettiği partinin adını “Yeni
Parti” olarak koymuştu.
Özal kardeşlerden Turgut ve Yusuf’un erken vefatı, Özalların
kafasındaki “yeni cumhuriyet” fikrinin geliştirilmesine izin
vermedi.
Bu arada aynı dönemde gündeme gelen “ikinci cumhuriyet” kavramı
daha popüler hale geldi.
Bugün FETÖ soruşturması dolayısıyla tutuklu bulunan Prof. Mehmet
Altan’ın ortaya attığı bu kavram, Kemalizme karşı bir alternatif
sunuyordu. Rövanşist bir duygu ile gündeme getirildiği için belli
bir kesimce sert biçimde eleştirildi.
FETÖ yayın organı olduğu için kapatılan Taraf gazetesinin ikinci
cumhuriyetçiler tarafından çıkarıldığı belirtilmişti.
Dolayısıyla parçaları birleştirdiğinizde ikinci cumhuriyetçiler ile
FETÖ’nün yolunun kesiştiği görülüyor.
90’lı yıllarda darbeciliğe, askeri hegemonyaya karşı bir alternatif
olarak sunulan ikinci cumhuriyet tezinin mimarı Mehmet Altan’ın, 15
Temmuz’dan hemen önce Can Erzincan adlı TV kanalında darbe
davetiyesi yapması trajik bir durum.
Anlaşılan ikinci cumhuriyet ile kastedilen, ordunun, yargının,
siyasetin ve nihayet devletin ele geçirilmesi imiş.
Yoksa özgürlükçü, demokrat bir yeni cumhuriyet değil.
***
İkinci cumhuriyetçiler de sözde başkanlık sisteminden
yanaydılar.
Askeri vesayetin yerine sivil siyasetin öne çıkarılmasından söz
ederlerdi.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ile ilgili Anayasa değişikliğini
hararetle desteklemişlerdi.
Ama geçen sürede görüyoruz ki, mesele sistem meselesi değil, Tayyip
Erdoğan meselesiymiş.
10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip
Erdoğan’ın seçilmemesi için yoğun bir uğraş verdiler.
7 Haziran 2015 seçimlerinde Akparti’nin mecliste tek başına hükümet
kuracak bir çoğunluğa ulaşmaması için bölücülerle işbirliği
yapmaktan çekinmediler.
Tıpkı şimdi PKK terörüne destek verdikleri gibi.
Hani demokratikleşme için siyasi istikrar önemliydi?
1 Kasım seçimlerinde de çok çabaladılar ama emellerine
ulaşamadılar.
Şimdi de daha önce ısrarla savundukları başkanlık sistemine karşı
mücadele veriyorlar.
Zira onların derdi sistem değil, Erdoğan.
***
Önümüzdeki günlerde Meclis’in gündemine gelmesi beklenen anayasa
değişikliği, ikinci cumhuriyetçilerin savunduğu sistemden
farklı.
Onlar federatif yapıya dayalı bir Amerikan tipi başkanlık sistemini
savunuyorlardı.
Oysa getirilen model, üniter yapıyı koruyan bir sistem.
Amerikan sisteminde iki meclisli bir yapı var. Bu model 1961
Anayasasında da vardı.
Bir çifte denetim mekanizması olarak kabul gören bu modele yasama
sürecini uzattığı ve karar alma mekanizmasını zayıflattığı
eleştirileri getiriliyor.
Bu yüzden Akparti’nin hazırladığı başkanlık modeli tek meclisli bir
sistem öngörüyor.
Başkanlık sistemi için yapılan önemli eleştirilerden biri denetim
yetersizliği.
Padişahlık modeli yakıştırması da bu yüzden yapılıyor.
Günümüzde zamanın icrada ne kadar önemli hale geldiği bir
gerçek.
Bu hızlı süreçte hatalı kararları minimum hale getirmek için güçlü
bir denetim mekanizmasının gerekli olduğu belirtiliyor.
İlke olarak başkanlık sisteminden yana bir tavır koyan MHP’nin bu
desteği somutlaştırabilmek için “teklifi bir görelim” demesinin
ardında yatan da bu.
Taslak metinde Başkan hakkında anayasada belirtilen kapsamda bir
suç işlemesi halinde Meclis üye tamsayısının en az üçte ikisinin
vereceği önerge ile soruşturma açılmasına imkan sağlanıyor ve Yüce
Divanın üye tam sayısının dörtte üç çoğunlukla seçilme
yeterliliğine engel bir suçtan mahkum edilmesi halinde görevinin
sona ereceği belirtiliyor.
Belki MHP’nin talebi doğrultusunda denetim mekanizmasını
güçlendirici yeni rötuşlar olabilir.