Dış siyaset böyle bir şey.
Dış siyaset böyle bir şey.
Ne dostluklar kalıcı, ne düşmanlıklar…
Çıkarınız neyi gerektiriyorsa onun gereğini yerine
getirirsiniz.
Bir uçak krizi yüzünden neredeyse savaş durumuna geldiğimiz dönemde
Rusya ile yeniden karşılıklı güven esasına dayalı sıcak bir ilişki
kurulacağı söylense kimse inanmazdı.
Türkiye ve Rusya arasındaki olumlu bir diplomatik ilişki varken
durduk yere uçak düşürülmesinin ardında bir bit yeniği bulunduğu
kuşkuları vardı.
Bunun kuşkudan öte iki ülke arasındaki ilişkileri baltalamaya dönük
bir “üst akıl” tezgahı olduğu ortaya çıkınca güven yeniden kuruldu
ve karşılıklı ziyaretler yapıldı.
Putin’in iki gün önce İstanbul’daki Enerji zirvesi kapsamında
yaptığı ziyarette özellikle ekonomik anlamda çok önemli adımlar
atıldı.
Rus basınının da “dostluk akımı” olarak değerlendirdiği Rus doğal
gazının Türkiye’ye akışını sağlayacak Türk Akımı projesi ile ilgili
karşılıklı imzalar atıldı.
Doğalgazda indirim söz konusu.
Türk ihraç ürünleri üzerindeki bazı kısıtlamaların kaldırılacağı
haber veriliyor.
Rusya Federasyon Konseyi Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı
Konstantin Kosaçev, “Enerji, ticari ve ekonomik alanlardaki
anlaşmalar sadece ticari anlamda değil birçok konuda büyük önem
taşıyor” diyor ve ekliyor:
“Bu anlaşmalar iki ülkenin fikir ayrılıkları yaşadıkları fakat
yakınlaşmanın da mümkün ve mantıklı olduğu Suriye ve diğer zor
konularda güven ve karşılıklı anlayışın sağlanması için temel
oluşturuyor. Putin ve Erdoğan’ın İstanbul’daki görüşmeleri uzun bir
yolculuğun sadece başıdır.”
***
“Uzun yolculuğun başı” değerlendirmesi dikkat çekici.
NATO üyesi bir ülke olmamızla birlikte Rusya ile karşılıklı çıkara
ve güvene dayalı ilişkileri geliştirmemiz bölge barışı açısından da
önemli.
NATO’nun patronu durumundaki ABD kendi çıkarları söz konusu
olduğunda Rusya ile çok sıkı ilişkiler kurunca mesele olmuyor da
bir müttefikinin sınır komşusu ile ilişkileri geliştirmesi neden
problem teşkil etsin ki?
Üstelik başımıza örülen her çorabın altında gizlenen okların
müttefikimizi işaret etmesi gerçeği ortada dururken.
Şehitlerimiz yüreklerimizi dağlamaya devam ederken PKK ile
verdiğimiz mücadelemizi kimler baltalıyor acaba?
Kollarını kanatlarını kırdık, destek yollarını kestik derken, bir
bakıyorsunuz ABD himayesindeki PYD’ye yapılan yardımlar PKK’ya can
simidi, ab-ı hayat oluvermiş.
Hakkari yakınlarındaki mağarada ele geçirilen mühimmata bakınca
gerçek gün gibi ortaya çıkıyor.
BM logolu çuvallardaki insani yardım malzemelerinin terör örgütünün
mahzenlerinde ne işi var?
***
1963 yılıydı…
EOKA terör örgütünün kanlı eylemlerine karşı Türkiye Kıbrıs’a
çıkarmaya hazırlanıyordu.
Bu sırada dönemin ABD Bakanı Lyndon B. Johnson Başbakan İsmet
İnönü’ye bir mektup gönderdi.
Siyasi tarihimize “Johnson Mektubu” olarak geçen bu mektupta ABD
tarafından verilen silahlarla Türkiye’nin çıkarmaya yapamayacağı
bildiriliyordu.
Johnson mektubunda olası bir Rus saldırısında Türkiye’yi
korumamakla da tehdit ediyordu.
Türkiye o zaman Kıbrıs’a çıkarma yapamadı. Zira kendi silahı yoktu.
10 yıl sonraki harekat sonrasında da ABD ambargo koydu.
O zaman savaş gemilerimiz geri döndü ama İnönü’nün ABD’nin
tehditlerine karşı söylediği “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de bu
dünyadaki yerini alır” sözü siyasi tarihimizin sayfaları arasında
yerini aldı.
***
Artık Rus tehdidi sökmüyor.
60’lardaki gibi değiliz.
Kendi güvenliğimizi sağlayacak kendi ürettiğimiz silah ve
mühimmatımız var.
Şimdi daha güçlü bir şekilde söyleyebiliyoruz:
“Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyadaki yerini alır.”