Dijital dönüşümle birlikte, birçok şeyde olduğu gibi Ademi Merkeziyetçilik de öz anlamını yitiriyor. Dijitalleşmenin vazgeçilmezlerinden bilgi teknolojileri, paranın da mecrasını bu doğrultuda dönüştürme çabası içinde.

Dijital dönüşümle birlikte, birçok şeyde olduğu gibi Ademi Merkeziyetçilik de öz anlamını yitiriyor. Dijitalleşmenin vazgeçilmezlerinden bilgi teknolojileri, paranın da mecrasını bu doğrultuda dönüştürme çabası içinde. Dijital paraların son sürümü olan 'coin' cinsi paraların; ilginç, akla ziyan değer mekanizmalarının üzerine giydirilmiş, dağıtık defteri kebir masumiyetiyle sistem zihinsel kabullerimizden geçirilmek isteniyor. Adeta, siyasilerin torba yasalarında olduğu gibi, medya ve finansta da benzer yöntemlerin uygulanmaya çalışıldığını görüyoruz. Dijitalleşme kültürünü, israf ve toplumsal sömürüye işaretleyen ibrenin gösterdiği istikamet oldukça ürkütücü. Bakalım, teknolojinin dayanağı olan 'elektrik' ara yüzü üzerine giydirilmiş bilgi/bilişim üzerinden, insanlığa daha hangi aksiyeteler yaşatılacak?

En son Covid-19 ile yaşanan travmalar, nihayet ilk evresini tamamlamak üzere. Yeteri kadar sosyometrik gözlem ve çalışma yapılmış gibi… Her coğrafyada, her millette, toplumuna göre ayrı ayrı alınan reaksiyonların, haritalamaları yapılmış olmalı ki, yeni tedbirlere ihtiyaç duyulmadı. Duyulmadığı gibi hastalığın etkisi de zayıfladı. Ancak; kısa bir süre sonra yeniden farklı faz bir virüs atağı olabileceği hissi de oldukça güçlü görünüyor.

Yeni Ademi Merkeziyetçilik süreci, eskisinin üzerini örtebilecek mi?

Sanmıyorum…

Konuyla bağlantılı olduğunu düşündüğüm, Doğan Cüceloğlu'nun vefatından kısa bir süre önce yayımladığı kitabından şu ifadelerini dikkatinize arz etmek isterim.

' İnsan aklı da entegre edemediği, işleyemediği bir düzene ya da bağlama oturtamadığı bir 'girdi', bir 'algı' nedeniyle sıkıntı çekiyor. Sıkıntıya girince sistem öyle salgılar salgılıyor ki; insanın asabı bozuluyor, gerginleşiyor. Hiçbir şeyin birbirini tutmadığı karmakarışık bir durumda, beyin sürekli entegre etmeye, bir sistem kurmaya çalışıyor. 'Bırak bu da karmakarışık kalsın', diyemiyorsun. Çünkü; beynin, doğuştan gelen takip ettiği bir program var. '

Hz Adem'in yaratılışı ve dünyanın ona arz edilişi, Ademi Merkeziyetçilik kavramının esas temelidir. Öyle ki; var olduğu dünyanın her zerresi, Allah (cc) tarafından bir değer, bir bereket olarak ona arz ediyordu. O, talep etmese de; dünya kendini ona sunuyor, ikram ediyordu. Böylece; Hz. Adem'in nesli tüm dünyaya denk bir şekilde yayılarak; suyuyla, toprağıyla işleyip, verim alıyordu. Her zerreden ekin, her ekinden doyum alıyor, çoğalıyordu.

Dünyanın insana arz edilişi, iktisadi döngünün doğal olması zaruretinin de bir göstergesidir. Zira insanın dünya kıymetini anlama, bilme süreci paranın bulunmasıyla netleşmiştir. Para; paylaşma ihtiyacı gereği ortaya çıkmıştır.

Para; farsça bir kavramdır. Bahşiş, ödül anlamlarına gelir. Ödülün, herhangi bir talep olmaksızın, karşılıksız bir sunum olması dikkat çekicidir. Buradan, paranın; birilerinin tasarrufundaki (emanetindeki) kıymetli bir varlığın, başka birine karşılıksız olarak verilmesinden doğan bir kavram olduğunu anlıyoruz. İnsan nesli arttıkça paylaşılan bu kıymet, ödül olarak yaygınlaşan dünya nimetinden başka bir şey değildir. Sonrasında; pare, parça kavramlarını da özünde barındıran para, o değerin gerekli durumlarda daha da parçalanması gerektiğini, paranın bölünebilirlik özelliği üzerinden paylaşmaya, regüle etmeye başlamıştır. Böylece para; talep olmaksızın kendini gerçekleştiren, iktisadı, adaleti ve doğal döngünün bozulmadan devamlılığının korunmasını da muhafaza etmiştir.

Modern iktisat teorisinde; arz-talep denkliği paranın öz anlamının açığa çıkmasında yeterli olamamakta ve kangren olan paradigmal sorunu cari tutmaktadır. Fiyatın oluşumunu, paranın ya da malın arz talep fonksiyonundaki değişimle açıklayabilecek bir anlayışın, talep olmadan; sadece arzdan ibaret bir fonkisyonu anlamasını da beklemek haksızlık olurdu. Fıtren bir çocuğun anlayacağı bir hususu, günümüz iktisat fakültelerinden mezun, aynı zamanda akademik kariyer sahibi öğretim üyelerinin anlayamamalarının özünde muhtemelen bu nüans vardır.

Evet, para; paylaşma ihtiyacı gereği ortaya çıkmıştır, dedik. Zira; koca bir dünyanın ilk insandan itibaren paylaşım düsturu buna en güzel örnektir. Konu çok detaylı, çok uzun ve derin. İnşallah, kadim kültürümüzden birkaç örnekle tamamlayalım.

Eskiden büyüklerimiz, yemeği biraz fazla yaparlarmış. Olaki bir misafir gelir, olmadı komşuya ikram ederiz, düşüncesiyle. Nihayet; fazladan olan yemeği tabaklara doldurup, komşularına da ikram ederlermiş. Bu adet bir çok bölgemizde hala devam ediyor. Nitekim; aşure adetlerimiz de böyledir. Hiç beklemediğimiz bir an kapı çalar. Kapıyı açar, bir bakarız ki; elinde bir tabak ve içinde bir tatlı, aşure vs komşumuzun ikramı ile karşı karşıya kalırdık. Sonrasında o tabak geri iade edilirken, kesinlikle boş gönderilmezdi. Çok kıymetli bu yemekler komşular arasında böylece gider, gelirdi. Ancak; basit bir tabağın unutulması, iade edilmemesi, hiç hoş karşılanmaz ve yadırganırdı. Kıymetli yiyeceklerin ikramı huzur verirken, ucuz basit bir tabağın unutulması, geri iade edilmemesi can sıkardı. Çünkü; onun sembolik kamusal bir anlamı vardı. O tabak geri gitmeliydi ki; aynı ikram diğer komşulara da yapılabilsin…

İşte, paranın tarihsel kodlarımızdaki karşılığı gibi adeta, toplumu yapılandırıcı, ihya edici bu gerçeklik, ecdadımızın yıllardır yaşattığı ticaretimizin zihnimizde bıraktığı fantom bir iz şeklinde varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Hamdolsun, umut var.